Türk tarihinin erken devirlerinden itibaren ortaya konmuş her türlü eserin bitkiselmotifler, geometrik şekiller, çeşitli hatlar, figürlerle tezyin edildiği günümüze ulaşanörneklerden anlaşılmaktadır. Bu süslemeler arasında yer alan ve nesnel motifler grubundadeğerlendirilen unsurlardan biri perdedir. Perde ile ilgili kapsamlı bir çalışma yapılmamışolması, unsurun Batı etkisiyle Türk sanatında yer aldığına dair yanlış bir yaklaşımı daberaberinde getirmiştir. Bu çalışma, Batı sanatı vesilesiyle Türk tezyini sanatlarında kendineyer bulduğu söylenen perdenin; duvar resimleri, seramik, minyatür, resim ve mimari gibiunsurlar üzerinde bulunan örnekler eşliğinde, Hunlar döneminden itibaren Türk sanatındakullanım alanı bulduğunu ve kökeninin Orta Asya Türklerine dayandığını ortaya koymayıamaçlamaktadır.
|
Batı’da görünürlüğünü yitirdikten sonra Doğu’da gündem olmaya devam eden kadınhak ve özgürlükleriyle ilgili sorunlar, hâkim ideoloji tarafından Şark’a mahsus olarak lanseedildiği gibi otoriter rejimlerdeki demokrasi sorunundan beslendiği de göz ardı edilmiştir.Söz konusu bölgede kadın ve vatan olgusu, “namus” temelli bakış açısıyla ulusal tarihyazımında başat rol oynarken Mısır’da kadının ulusal direnişten beslenen özgürlük arayışı,zamanla bireysel bir tavra evrilir. Ülkede kadın hareketiyle ilgili tarihi akış yanında edebîliteratür de bu yönde bir birikime sahiptir. Bölge ülkeleri arasında Batı ile teması en erkengerçekleşen Mısır’da, o dönem meydana gelen yeni fikir akımlarından beslenen ilk Mısırromanı Zeynep’e konu olan kadın olgusu, direniş romanları başta olmak üzere edebiliteratürde yer almaya devam etmiştir. Latîfe ez-Zeyyât’ın kronolojik olarak Hür SubaylarDarbesinden hemen önce başlayıp on yıllık dilimde Mısır siyasi tarihindeki gelişmeleredeğindiği Açık Kapı (el-Bâbu’l-Meftûh, 1960) romanında bu mücadele oldukça barizdir.Roman; kadının toplumsal alanda milli direnişten beslenen görünürlüğü, özgürlüğüönündeki gelenek, norm gibi engellerle mücadelesi ve benlik arayışını konu edinmektedir.Söz konusu çalışma gündelik hayatın sıradan eylemleriyle normları esneterek kimliğini inşaeden kadının öznel tavrını genel kavramlarla açıklamayı hedeflemektedir.
|
Doğa ile insan arasındaki ilişki sanatın ortaya çıkışına kaynaklık etmiştir. Edebiyattadoğanın taklidi ile başlayan bu ilişki, mitolojik öykülerle devam etmiş, sonrasında daromantizm ve realizmin etkisi altında şekillenmiş, günümüze yaklaştıkça şehirleşme vemodernizm kavramlarıyla değerlendirilmeye başlamıştır. Türk edebiyatında da benzer birseyir izleyen doğa algısı, halk şiirlerinde pastoral bir bakış açısıyla kendisini göstermiş,Tanzimat Dönemi’nde romantizm etkisindeki betimlemelerde ortaya çıkmış, Servet-iFünûn’da ise realist bir tavır takınmıştır. Doğaya karşı geliştirilen bu gerçekçi tutum,şehirleşme ve modernleşmenin etkisini hissettirdiği 1970’li yıllara kadar devam eder. Buçalışmanın konusu, Yaman Koray’ın 1970’te kaleme aldığı Mola isimli romanındaki doğaalgısıdır. Erdek’in Narlıköy isimli köyünde geçen romandaki doğa algısı, hem doğa - kentçatışması üzerinden hem de insanların doğaya ait farkındalıkları üzerinden verilir.Çatışmanın çözümlenmesi ve farkındalıkların ortaya çıkarılması için edebiyat alanında90’lardan sonra yeni bir eleştiri yöntemi olarak ortaya çıkan ekoeleştiriden faydalanılmıştır.Böylelikle roman üzerinden kırsalda yaşayan insanların şehirleşmeye bakışı, modernizm ileşehirleşme arasındaki ilişki, bu ilişkinin insan ile doğa arasındaki mesafeyi ne yöndeetkilediği, insanların doğaya ve çevrenin korunmasına dair farkındalıklarının ne düzeydeolduğu sorgulanmıştır.
|
This paper examines how the servant Mopsa in Anna Weamys’ A Continuation of SirPhilip Sidney’s Arcadia provides a negative answer to Gayatri Chakravorty Spivak’s questionwhether the subaltern can speak. In accordance with Michel Foucault’s thoughts on powerand resistance, it intends to reveal that the subaltern, contrary to what Spivak proposes, isable to raise voice and demonstrate resistance. Mopsa has not been given the chance to speakamong the royals in Sir Philip Sidney’s The Countess of Pembroke’s Arcadia, but Weamysdeconstructs Sidney’s version and provides Mopsa the opportunity to transcend subalternityas she asserts her action and voice. Within this framework, Anna Weamys’ romance can beread, in the context of Foucault’s theory on power, as a challenge against Spivak’sassumption which contends that the subaltern is not recognizable.
|
Kadın dergilerinde ya da dergilerin kadına yönelik bölümlerinde üretici konumundançıkartılan kadınlar, toplumsal önyargılarla inşa edilmiş bir yaşam biçimi içinde tasviredilmiştir. Kadına yönelik dergilerde kadın, toplumsal sorunlar, adalet, eşitlik, yoksullukgibi kavramlar karşısındaki konumu ile değil; aşk, para, güzellik gibi kavramlarla sembolizeedilen bir konuma indirgenmiştir. 1954-1967 arasında yayımlanan Akis dergisi bir kadındergisi olmamakla birlikte “Kadınlar Arasında” bölümüyle dönemin kadın kimliğineyönelik eleştirel bir bakış açısına sahip olması onu diğer dergilerden ayırmaktadır. Buçalışmada Akis dergisinin kadının toplumsal hayattaki yeri üzerine olan düşünsel perspektifianaliz edilmeye çalışılmıştır. Bu amaçla 15 Mayıs-25 Aralık 1954 yılları arasındaki 33 sayıniteliksel içerik analizi yöntemiyle incelenmiştir. Derginin “Kadınlar Arasında” bölümü köşeyazıları ve haber metinleri olmak üzere iki kategoride değerlendirilmiştir. Araştırmasonucunda köşe yazılarında Türk kadının toplumsal, ekonomik ve siyasal yaşamda etkin birkimliğe sahip olması gerekliliği üzerinde durulmuştur. Özellikle ekonomik ve siyasalanlamda Amerikan kadınının rol model olarak sunulduğu görülmektedir. Habermetinlerindeyse kadının geleneksel rolleri, günlük yaşam pratikleri içerisindedeğerlendirilmiştir. Sonuç olarak Akis dergisinde kadın algısı geleneksel, popüler yaşam veCumhuriyetin kadına veridiği haklar ekseninde şekillendiği görülmektedir.
|
Roma hukukunda exilium, yani sürgün cumhuriyetin ilk dönemlerinde yazılı biryasaya dayanarak uygulanmamıştır. Bununla birlikte sürgün, sanığın işlediği iddia edilensuça göre gönüllü veya zorunlu sürgün olarak uygulanmıştır. Özellikle ağır suçlamalarlayargılanan sanıklar zorunlu sürgün ile birlikte ciddi yaptırımlara maruz kalmışlardır.Vatandaşlıkları ile birlikte mal varlıklarını da kaybetmişlerdir. Ancak zamanla sanıklaryargılama sonucu ciddi neticelerden kaçınmak için daha insancıl bir uygulama olan gönüllüsürgünü tercih etmişlerdir. Bazen de sanıklar, dini kökenli olduğu düşünülen aquae et ignisinterdictio ile barınma ve beslenme imkânlarından yoksun bırakılmışlardır. Bu yaptırımyargılamadan kaçan sanıklar için de uygulanmıştır. Sürgünün bir yönü de, sürgün yerininseçimi olmuştur. Sürgün yeri, sürgünün kalıcı mı yoksa geçici mi olduğuna görebelirlenmiştir. Sürgün yerine gitmek ise başka bir problem oluşturmuştur. Sürgüne gidecekkişi, öncelikle sürgüne gideceği yerde yaşamını idame ettirebilmek için sahip olduğuservetini yanında götürebilecek şekilde planlama yapmıştır. Her şeye rağmen sürgün,Roma’nın özellikle soylu vatandaşları için önemli olmuştur. Toplumsal sınıfların olduğuRoma’da, alt sınıf mensubu sanıklar için sürgün uygulamasının varlığı bilinmemektedir.
|
Kimlik, tanımlanması zor, kullanım alanı geniş ve çok boyutlu bir kavramı temsiletmektedir. Bu çalışmada Fırat Mollaer’e ait Kimlik, Tanınma Mücadelesi ve Şarkiyatçılık kitabıanaliz edilmiştir. Mollaer, kimlik konusunu tanınma mücadelesi bağlamında ele almış veEdward Said’in şarkiyatçılık çalışmalarından hareketle bu mücadele biçimini şarkiyatçılıklailişkilendirmiştir. Böylece kimlik konusunu alışılagelmiş ele alış biçimlerinden farklı olarakeserine konu edinmiştir. Ayrıca kitapta kimliğin farklılıklarla birlikte kendini nasıl inşa ettiğihususu farklı politika biçimleriyle açıklanmış ve bu sayede kimlik olgusu sadece birkavramsal olarak değil aynı zamanda bir politika biçimi olarak da incelemeye tabitutulmuştur. Bu anlamda eserde kimliğin tarihsel, sosyal ve felsefi olarak farklı boyutlarıylaele alınması, ilerde bu konu ile ilgili yapılacak çalışmalara da çok boyutlu bir yaklaşımkazandırması açısından ilham vermesi muhtemeldir.
|
Bu çalışmada Türkiye’de 1995-2020 yılları arasında savunulan Türkçe Eğitimi doktora tezlerinin araştırma profilinin ortaya konması amaçlanmıştır. Araştırma, Yükseköğretim Kurulu Tez Merkezi verilerine dayalı olarak gerçekleştirilmiştir. Araştırmanın kapsamını Türkçe Eğitimi alanında tamamlanan toplam 248 doktora tezi oluşturmaktadır. Doktora tezleri yıllık tez üretimi, danışman unvanı, konu alanı, araştırma yöntem ve deseni, tez-yayın oranı ölçütleri çerçevesinde ele alınmıştır. Çalışmanın verileri, içerik analizi tekniği ile çözümlenmiştir. Araştırma sonuçlarına göre, alanda en çok tez 2015 yılında üretilmiştir. Doktora çalışmaları, ağırlıklı olarak Prof. Dr. unvanlı akademisyenlerin danışmanlığında gerçekleştirilmiştir. Tezlerde desen olarak en çok karma araştırma desenleri tercih edilmiştir. Türkçe Eğitimi doktora tezlerinde, 2010 yılından sonra Yabancılara Türkçe Öğretimi konusunun yoğun olarak araştırıldığı tespit edilmiştir. Doktora tezlerinin yarısından fazlasının (%53,22) yayına dönüştüğü belirlenmiştir.
|
Çağdaş dünyada küreselleşme ve iletişim teknolojileri ile birlikte yükselen farkındalık düzeyi, tüketicinin piyasa koşulları üzerindeki gücünü arttırmıştır. Buna bağlı olarak çağdaş endüstriyel üretim, son dönemlerde güvence sağlayamadığı için eleştirilmektedir. Çağdaş dünya nüfusu eğitim, göç ve turizm gibi geniş çaplı etkisi olan faktörler tarafından mobilize edilmektedir. Bu bağlamda farklı din mensuplarının biraradalığı ve dinî taleplerin seküler sistem tarafından tercüme edilmesi sorunu öne çıkmıştır. Bu çalışmada demografik hareketlilik ve bilinçli tüketici formunun ortaya koyduğu helal talebi ve bu taleplere dayanan aktivist tutumların piyasayı şekillendirme gücü tartışılmaktadır. İlgili literatürün verileri dokümantasyon yöntemiyle irdelenmiştir. Böylece MSA National’ın helal gıda söylemi, Goffman’ın söylem analiz yaklaşımına dayanılarak çözümlenmiştir. Bir temsil paradigmasına dayanan derneğin ana söylemi, kampüsteki Müslüman öğrencilerin rahat etmesi için Müslüman-dostu kampüs talebine dayanmaktadır. Sonuç olarak söz konusu makro faktörlerin kimlik ve piyasa üzerinde etkin olduğu tespit edilmiştir. Dolayısıyla yemek kültürünün dijital aktivizmde önemli bir yer kapladığı anlaşılmaktadır. Gündelik yaşam siyasasında yer alan söz konusu aktivist tutum, özellikle azınlık konumunda bulunan Müslüman özneler tarafından sergilenmektedir. Esasen o her toplumsal örüntüde gözlenebilmektedir.
|
“Küresel köy”e dönüşen çokkültürlü, çokdilli postmodern dünyamızda, ulusal filolojilerdeki akademik çalışmaların bile karşılaştırmalı yazın çalışmalarına dönüştüğü gözlenmektedir. Özellikle milenyuma girilmesiyle birlikte tüm dünyada olduğu gibi ülkemizde de komparatistik ve onun alt dalı olan imgebilim çalışmaları, daha çok tek ulus, tek dil, tek kültür ve tek yazın odaklı monolojik çalışmalar yürüten ulusal filolojik incelemelerin önüne geçerek dikkat çekici bir ivme kazanmıştır. Bu karşılaştırmalı çalışma da yazınlar, kültürler ve disiplinlerarası bir araştırma alanı olan komparatistiğin alanına girer. Bu çalışmada ünlü Avusturyalı şair Rainer M. Rilke’nin (1875-1926) Das Stundenbuch (1899-1903) adlı şiir kitabındaki “Das Buch Vom mönchischen Leben”in 36. şiiri, modern Türkçe şiirinin en önemli şairlerinden biri olan Necip F. Kısakürek’in (1904-1983) Çile (1962) adlı şiir kitabındaki “Allah ve İnsan” başlıklı şiiri ve son olarak, postmodern dönem Türkçe şiirinin öncü şairlerinden olan Hilmi Yavuz’un (1936-) Çöl Şiirleri’ndeki “çöl, yollar, hırka” adlı şiirleri karşılaştırılmıştır. Çalışmanın amacı; farklı zaman ve uzamlarda, farklı şairler tarafından, farklı dillerde (biri Almanca diğerleri Türkçe) kaleme alınmış olan bu şiirlerin İbn’ül Arabî’nin (1165-1240) tasavvuf felsefesiyle olan bağlantılarını açığa çıkarmaktır. Yapılan literatür araştırmasının sonucuna göre, dünya yazınından seçilmiş üç ayrı şiirde İbn’ül Arabî’nin “vahdet-i vücûd” öğretisinin izlerini sürmeyi hedefleyen bu çalışma, özgün bir komparatistik çalışmasıdır ve tematolojik karşılaştırma türüne girmektedir. Çalışmada temel olarak karşılaştırma, yorumbilgisi ve metinlerarasılık yöntemleri kullanılmıştır.
|