Bu makalenin amacı, istiharenin bu tecrübeyi yaşayanlar için ne anlama geldiğini açıklamak ve bu tecrübenin onların dinî ve psikolojik yaşamlarına olan etkilerini tespit etmektir. Bu sebeple istiharenin dinî tecrübe, psikolojik iyi oluş, dinî başa çıkma ve Allah tasavvuru ile ilişkisi ele alınmıştır. Durum deseninde hazırlanan bir nitel saha araştırma içerisinde, ölçüt ve kartopu örnekleme ile seçilmiş, 21-68 yaş aralığında (ort. 44,5), 16’sı kadın, 4’ü erkek toplam 20 kişi ile yarı yapılandırılmış görüşmeler yapılmıştır. 18 yaşından büyük, birden fazla kez istihare tecrübesi yaşamış, istihareye bir yaşam biçimi olarak hayatlarında yer açan Müslüman kişiler tercih edilmiştir. Betimsel analiz kullanılan araştırmada bulgular iki üst tema ve altı alt tema halinde sunulmuştur. Buradan elde edilen bulgulara göre, birçok uygulama biçimi olan istiharenin daha çok rüya yoluyla Allah’tan işaret beklemek şeklinde deneyimlendiği görülmekle birlikte istihare yaşantısının en önemli unsurunun dua etme yoluyla Allah’a sığınmak olduğu belirlenmiştir. İstiharenin (i) kişileri derinden etkileyen bir dinî tecrübe olarak yaşandığı, (ii) psikolojik iyi oluş ve (iii) dinî başa çıkma ile olumlu ilişki içerisinde olduğu tespit edilmiştir. Ayrıca, (v) Olumlu Allah Tasavvuru olan kişilerin, istihareye yöneldiği ve istiharenin, bu tasavvuru daha da güçlendirdiği ve (vi) tevekkül teslimiyet veya kabullenme ve kader yaklaşımları üzerinde etkili olduğu saptanmıştır.
|
Erinlik dönemi olarak adlandırılan ön ergenlik dönemi, biyolojik ve psikolojik açıdan bireylerin hayatlarında hızlı bir değişim yaşadığı dönemdir. Soyut düşüncenin geliştiği bu dönemde dini olgulara yaklaşımlar da farklılaşmaktadır. Ayrıca bireyin hayata bakış açısı değişmekte; değişen bedenine, sosyal konumuna karşın yeni korku ve kaygılar oluşturmaktadır. Bu çalışmada erinlik döneminde yaşanılan korku ve kaygılar ile din arasındaki ilişkilerin incelenmesi amaçlanmıştır. Çalışmanın amacı doğrultusunda erinlik döneminin genel özellikleri, korku ve kaygılar ile dine karşı yaklaşımlar hakkında literatür çalışması yapılmıştır. Karma desende yapılan araştırmada yapılandırılmış mülakat soruları kullanılmıştır. Nicel veri toplama araçları olarak çocuk anksiyete duyarlılığı, korku tarama ölçeği ile birlikte öznel dindarlık sorusunun da dahil edildiği kişisel bilgi formu oluşturulmuştur. Ankete 10-15 yaş arası 388 kişi katılmış; 17 kişi yaş sınırının dışında olduğu için veri setinden çıkartılmıştır. Mülakata ise 20 erkek 30 kız ve en çok 12-13 yaş arası (%52) bireyler katılmıştır. Ankete 220 kız, 151 erkek olmak üzere yaş ortalaması olarak yine 12-13 aralığında 195 kişi (M=12,49) olduğu tespit edilmiştir. Bu araştırmada, erinlik dönemi bireylerin objelere, imgelere, dini olgulara, toplumsal sorunlara, akademik başarıya ve geleceğe dair korku ve kaygılarının olduğu tespit edilmiştir. Korku ve kaygılarının Covid 19 pandemi süreci veya sınav türleri gibi yaşadıkları döneme göre şekillendiği anlaşılmıştır. Bireylerin korku ve kaygılarına yönelik olarak başa çıkma stilleri geliştirdikleri; bunların arasında dua etme, Allah’a sığınma, güvenme gibi dini içerikli olguların da olduğu görülmüştür. Buna göre bu araştırma sonucunda korku ve kaygının azaltılmasında dinin önemli bir fonksiyon icra ettiği anlaşılmıştır.
|
Hanefi mezhebi re’y geleneğinin bir hukuk okulu olarak tekamüle ermesi neticesinde Irak’ta doğmuş, çok geniş bir coğrafyaya yayılmıştır. Hanefi düşüncenin uzak şehirlere girip buralarda yayılması ilk dönemlerde Ebû Hanîfe’nin öğrencileri vasıtasıyla gerçekleşmiştir. Genellikle yeni Müslüman olanlar, dinlerini öğrenmek ve ilim tahsil etmek üzere devletin başkenti Kûfe ve Bağdat’a geliyor ve buradaki ders halkalarına katılıyorlardı. Emevilerin Arap olmayan Müslümanlara (mevâlî) karşı ırkçı bir tutumu, fıkıh öğrenmek Bağdat’a gelen öğrencilerin bir mevâlî olan Ebû Hanîfe’yi tercih etmelerinde etkili olmuştur. Hadis ve fıkıh eğitimini tamamlayan öğrenciler, memleketlerine dönmüş ve buralarda ders halkaları teşkil ederek Ebû Hanîfe’nin gerek fıkhî gerekse kelamî görüşlerini rivayet etmişlerdir. Ebû Hanîfe, kendisi de bunu öğrencilerinden istemiş olmalıdır. O, Yusuf b. Hâlid es-Semtî’yi çeşitli tavsiyeler vererek Basra’ya göndermiş, ancak o bu tavsiyelere dikkat etmemesi sebebiyle başarılı olamamıştır. Ebû Hanîfe, daha sonra Basra’ya Züfer b. Hüzeyl’i göndermiş ve o, Ebû Hanîfe’nin tavsiyelerini yerine getirerek başarılı olmuştur. Mu‘tezile’nin güçlü olduğu Basra’da Ebû Hanîfe’nin gerek fıkhî, gerekse de kelamî görüşleri kabul görmüştür. Bu durum Ebû Hanîfe’nin en azından Basra için planlı bir çalışmaya girdiğini göstermektedir. Diğer bölgeler için de aynı durum söz konusu olabilir. Memleketlerine dönen öğrencilerin faaliyetleri, Ebû Hanîfe’nin şöhretini artırmış ve uzak şehirlerden fıkıh tahsili için Ebû Hanîfe’nin ders halkasına gelenlerin sayısını artırmıştır. Hanefi düşünceyi yerinde öğrenmek isteyenler Bağdat’a gelerek Ebû Yusuf ve İmam Muhammed’in derslerine katılmışlardır. Burada kurucu metinleri gerek istinsah ederek gerekse de ezberleyerek yaşadıkları bölgelere götürmüşler ve oralarda Hanefi düşüncenin yerleşmesine katkıda bulunmuşlardır. Hicri ikinci asırda yoğun bir şekilde devam eden bu hareketlilik üçüncü hicri asırda azalmaya başlamıştır. Özellikle hicri üçüncü asrın ortalarından itibaren Horasan ve Mâverâünnehir şehirleri arasında bu hareketlilik artmıştır. Bu durumda Ebû Hanîfe’nin öğrencilerinin vefat etmesi ve sonraki nesil öğrencilerin farklı şehirlere dağılması etkili olmuştur.
|
Beklenen kurtarıcı fikri inanç sistemlerinin çoğunda mevcuttur. İslamiyet içerisinde de özellikle Şii anlayışta hâkim olan bu beklenti birçok yeni dini akımın doğmasına sebep olmuştur. Bunlardan biri de Babîliktir. Mirza Ali Muhammed’in Şiilerin gelişini bekledikleri kurtarıcıya açılan kapı (Bab) olduğu iddiasıyla Mayıs 1844’te ortaya çıkması Babîliğin de başlangıcıdır. Kısa sürede etrafına çok sayıda insan toplamayı başaran Bab gerek söylemlerinden gerekse taraftarlarının saldırgan tutumlarından dolayı Kaçar yöneticilerini rahatsız etmiş ve neticede tutuklanmış ve idam edilmiştir. Bab, idam edilmeden önce kendisine ilk tabii olanlardan Mirza Yahya adındaki genci vekili olarak ilan etmiştir. Mirza Yahya’nın vekilliğine ilk ve en büyük tepkiyi gösteren kişi kardeşi Mirza Hüseyin Ali olmuştur. Her iki grup da karşı tarafı sahtekarlıkla suçlayıp gerçek vekilin kendisi olduğunu iddia ediyordu. Bu çekişme zamanla Babîlere de sirayet etmiş ve Babî toplumu üç gruba ayrılmıştır: Bir tarafta Subhi Ezel Mirza Yahya’yı haklı görüp onun yanında yer alan “Ezeliler”, bir tarafta Bahaullah Mirza Hüseyin Ali’yi halkı görüp onun yanında yer alan “Bahailer”, bir tarafta da iki kardeşin de kendi çıkarlarına Bab’ı alet ettiğini düşünen ve kimseye bağlı olmayan “Beyaniler” yer almıştır. Bu üç Babî grup içerisinde öze en bağlı olduklarını iddia eden Ezeliler, günümüzde en iyimser tahminle beş bin civarında bir nüfusa sahiptir ve bunların büyük bir kısmı İran’da yaşamaktadır. Kendilerine has inanç, ibadet ve ahlak ilkeleri olan Ezeliler bu ilkelerin esaslarını, Bab’a vahyedildiğine inandıkları, “Beyan” kitabından almaktadırlar. Ayrıca Subhi Ezel tarafından kaleme alınan ve ona Allah tarafından yazdırıldığına inandıkları eserleri de “Beyan”ın bir nevi tefsiri olarak kabul etmekte ve kutsal saymaktadırlar.
|
Osmanlı devleti tarih sahnesinde kaldığı uzun süre boyunca ilimden sanata, siyasetten askeriyeye, ekonomiden uluslararası ilişkilere kadar hemen hemen her yönden önemli tesirlerde bulunmuştur. Buna mukabil, Osmanlı ilim geleneği üzerine yapılan çalışmaların sayısı cüzi seviyededir. Öyle ki, matematik, astronomi, tabii ve tatbiki ilimler, askeriye, coğrafya ve musiki alanlarında ayrı ayrı yayınlanan Osmanlı Literatür Tarihleri hemen hemen tek başvuru kaynağıdır. Matematik ilimler söz konusu olduğunda ise çok daha fazla yeni araştırmaya ihtiyaç duyulduğu görülür. Bundan mülhem bu makalede Osmanlının son dönemine nispetle daha az çalışmaya konu olan klasik döneminde üretilen, öğrenilen, öğretilen, kullanılan, yaygınlaşan ve aktarılan matematiğin yüzeysel bir içeriği, matematikle ilgili bu eylemlerin gerçekleştiği mekanlar ve mezkûr matematiğin yakın ilişkide bulunduğu alanlar hakkında genel bilgiler verilmesi amaçlanmıştır. Böylece matematiğin, Osmanlıyı en iyi temsil eden şehir, yani başkent İstanbul üzerinden günlük yaşamla, şehirle, mimariyle, estetikle, yönetimle, ekonomiyle ne kadar iç içe olduğunun gösterilmesi hedeflenmiştir. Bunun için araştırma, genel bir girişin ardından matematik ilimler, bu ilimlerin üretildiği mekanlar ve matematik ilimlerin ortak çalıştığı ilimler olmak üzere üç ana bölüme ayrılmıştır. Tüm bunlar neticesinde de Osmanlı klasik döneminde matematik ilimlerin üretim ve kullanımının, muhasebe ve arazi ölçümü gibi birkaç saha ile sınırlı olmadığı, sanılanın aksine ister teorik ister uygulamalı birçok matematik alanının farklı mecralarda farklı seviyelerde tedavülde olduğu, dolayısıyla herhangi bir alanda üretilen bilgide veya yapılan işte matematiksel kesinlik ve doğruluk kavramlarının öne çıktığı gösterilmiştir.
|
Araştırmada Türkiye’de yapılan lisansüsü tezlerden hareketle cinsiyetin dindarlık üzerindeki etkisi meta analiz yöntemiyle ortaya koyulmaya çalışılmıştır. Bu amaçla öncelikle Yüksek Öğretim Kurulu Başkanlığı Ulusal Tez Merkezi veri tabanı taranmıştır. Tarama “dindarlık”, “dini inanç”, “dini yönelim”, “dini motivasyon”, “dini tutum” “religiosity”, “religious belief”, “religios oriention”, “religional motivations” ve “religious attitudes” anahtar kelimleri kullanılarak yapılmıştır. 24 Şubat 2020 tarihinde yapılan son tarama işlemi sonucunda anahtar kelimeleri içeren 1790 lisansüstü teze ulaşılmıştır. Ardından çalışmalar araştırmacılar tarafından önceden belirlenen kriterlere göre ele alınmıştır. 168 çalışmanın meta analiz için uygun veri içerdiği görülmüştür. Ancak çalışmaların 9 tanesi iki farklı veri içerdiğinden her bir veri farklı bir çalışma olarak araştırmaya dahil edilmiştir. Böylece araştırmaya dahil edilen çalışma sayısı 177 olmuştur. Çalışmaların 131 tanesi yüksek lisans tezi, 36’sı doktora tezi bir tanesi ise tıpta uzmanlık tezidir. Araştırma örneklemi 42494’si kadın (%50,9), 40966’sı erkek (% 49,1) olmak üzere toplam 83460 kişiden oluşmaktadır. Çalışmada etki büyüklüğü (Cohen d,) yayın yanlılığı ve heterojenlik testi The Comprehensive Meta-Analysis Software V.2 (CMA V.2 ) paket programı kullanılarak hesaplanmıştır. Rastgele etkiler modelinde yapılan meta analiz sonucunda; Thalheimer ve Cook’un (2002) sınıflandırmasına göre, cinsiyetin dindarlık üzerinde kadınlar lehine önemsiz düzeyde anlamlı etkisinin olduğu görülmüştür. (d= .064, p<.05). Araştırma sonuçları, ilgili literatür çerçevesinde tartışılmış ve öneriler sunulmuştur.
|
In this study, the validity of the five-factor model in developing and underdeveloped countries was investigated in 2012-2020, as well as the validity of the model to be created by using the inflation rate instead of the risk-free interest rate, and the answers to the questions of its comparison with the original model. In seeking an answer to this question, Pakistan, Malaysia, Indonesia and Turkey were selected as the countries with interest-sensitive investors. In the study, the Kuala Lumpur Composite Index (KLCI) for Malaysia, the Jakarta Islamic Index (JKII) for Indonesia, the Karachi Meezan Index (KMI) for Pakistan and the Participation Index (KATLM) for Turkey were selected for the study and analysis was carried out on the top 30 companies in the index.In terms of the created portfolios, it is seen that different portfolios are effective in terms of the highest excess return in selected countries. In fact, it has been observed that the portfolio with the highest extreme return in a country has the lowest return in the other country. It can only be said that the excessive return of small firms is greater than that of large firms. Looking at the fluctuation of excess returns, it is seen that Pakistan and Indonesia markets are risky, while Malaysia is the least risky. As a result of the analysis, evidence has been obtained that the original model has little advantage over the inflation model and that they are very close to each other. It can be said that the FF5F model is also effective in developing and underdeveloped country markets, and interest-sensitive investors can model using the inflation rate.
|
Morfolojisi “kök sistemi” üzerine kurulmuş Sâmî dil ailesinin bir üyesi olan Arapçada fiillerin kaynağını oluşturan kökler, sülâsî (üç kök harfli) ve rubâî (dört kök harfli) olmak üzere iki gruba ayrılmaktadır. Klasik ve modern Arapça sözlükler taranarak, fiil köklerinin hemen hepsi tespit edilmiş ve bir elemeden geçirilerek incelemeye tabi tutulacak fiil kökleri seçilmiştir. Sâmî kök sisteminin esasen üç harf üzerine dayalı olmasını göz önünde bulundurarak, bu eleme işleminde öncelikle rubâî (dört harfli) fiil kökleri inceleme dışında tutulmuştur. Sülasi (üç harfli) olanlardan da anlamları farklı fakat aynı harflerden oluşan kökler listeden çıkarılmıştır. Sonuçta incelemeye tabi tutulacak 5073 fiil kökü kalmıştır.İnceleme çerçevesinde, seçilen köklerde yer alan harflerin hem tek başına hem de “ikili kombinasyonlar” şeklinde bulunma sıklıkları tespit edilmiş, en sık kullanılan harf ve harf kombinasyonlarının özellikleri belirlenmeye çalışılmıştır. Tek başına harflerin birinci, ikinci ve üçüncü kök harf olarak bulunma sıklıkları; ikili kombinasyonların ise önce birinci-ikinci; sonra da ikinci-üçüncü kök harfler olarak bulunma sıklıkları belirlenmiştir. İnceleme sonucunda bazı harf kombinasyonlarının hiç kullanılmadığı görülmüştür. Toplam sayısı yüz yirmi beş olan bu hiç kullanılmayan kombinasyonlardaki harflerin çoğunluğunu ıslıklı ünsüzler (sibilant sound) oluşturmaktadır.İkili harf kombinasyonları içinde sadece ikinci ve üçüncü kök harfler olarak bulunan aynı harf çiftlerinin de tamamı tespit edilmiş; bunlardan en sık bulunanlar, en az bulunanlar ve hiç bulunmayanlar belirlenmiştir.
|
Usulcüler lafız üzerinden hükme ulaşmak için farklı delâlet yollarından söz etmişolsalar da, şu dört delâlet şekli üzerinde ittifak etmişlerdir: İbarenin delâleti,işaretin delâleti, nassın delâleti, iktizanın delâleti. Fıkıh usulü eserlerindeibarenin, nassın ve iktizanın delâletleri konuları oldukça açık bir şekilde ortayakonmuştur. Ancak işaretin delâleti konusunun bu denli açık ve net olarak ortayakonulduğunu söyleyemeyiz. Bu çalışmanın amacı kavram olarak ortayaçıkışından günümüze gelinceye kadar işaretin delâleti kavramının tanımı veözellikleri hakkındaki farklı görüşleri analiz ederek bir sonuca ulaşmaktır.Cessâs ve Ebü’l-Hüseyin el-Basrî isim vermeden işaretin delâletininmahiyetinden söz etmiş olsalar da, ilk tanımı yapan usulcü Debûsî’dir. Sonradangelen fukaha usulcüleri bu tanım üzerinde önemli bir değişiklik yapmamışlardır.Mütekellimîn usulcülerinden “işaretin delâleti” kavramına eserlerinde ilk defayer veren kişi Gazzâlî’dir. Yaklaşık olarak o da işaretin delâletini fukahausulcüleri gibi tanımlamıştır. Ancak Gazzâlî ile birlikte mantık ilmi fıkıh usulünegirdiği için artık tanım ve anlatımlarda mantık terimleri de kullanılmayabaşlanmış; bu çerçevede işaretin delâletinin iltizamî delâlet kabilinden olduğuifade edilmiştir. Nitel araştırma özelliğini taşıyan bu çalışmamızda dokümanteranaliz yöntemi kullanılmış olup; ilk dönem kaynaklardan itibaren temel fıkıhusulü eserleri ile son dönemlerde konu üzerinde gerçekleştirilmiş araştırmalartaranarak elde edilen veriler analiz edilmiştir. Böylece bize göre işaretindelâletinin tanımı ve özellikleri konusunda tatmin edici bir sonuca ulaşılmıştır.
|
Karşıt fikirlerin ve delillerin ortaya konulması esasına dayalı olarak yazılmışreddiyeler, İslâm düşünce tarihinin en gözde eserleri arasında yer alır. İslâmdüşüncesinin teşekkül döneminde daha çok kelam, fıkıh ve dilbilim ağırlıklı olanbu tür, zamanla tefsir gibi diğer alanlarda da görülür. Bu alanın en meşhur eseriİbnü’l-Müneyyir’in (ö. 683/1284), 7. asırdan itibaren İslam dünyasında ciddi birşöhret kazanan, Zemahşerî’ye (ö. 538/1144) ait el-Keşşâf’ın i‘tizâlî görüşlerinitenkit ettiği el-İntisâf’ıdır. Zemahşerî’nin el-Keşşâf’ından sonra Fahreddin erRâzî’nin (ö. 606/1210) kaleme aldığı Mefâtîgu’l-gayb, tefsir tarihinin en kaydadeğer eserlerinden biridir. Râzî, kendinden önceki tefsir mirasını gerek rivayetgerekse dirayet yönüyle cem, tahkik ve tenkit etmenin yanı sıra re’y ve içtihadadayalı yorumlarıyla da dikkati çeken bir müfessirdir. Müfessirin kelamî-felsefîfıkhî pek çok re’y ve içtihadını içeren Mefâtihu’l-gayb, tefsir ilminin sınırlarınıaştığı ve dinin temel konularında şüpheler uyandırdığı gerekçesiyle eleştirioklarının hedefi olmuştur. Gerek Râzî’nin hayatı ve eserlerinin anlatıldığıbiyografik kitaplarda gerekse tefsirler ve tefsirlere dair kaleme alınmış literatüriçinde Râzî’ye yönelik bu tür tenkitlere rastlamak mümkündür. Bu aradaNecmeddin et-Tûfî’nin (ö. 716/1316) tefsir usulüne dair kaleme aldığı el-İksîr fîkavâ‘idi ‘ilmi’t-tefsîr adlı eserinin satır arasında Şemseddîn eş-Şârimsâhî (ö.669/1271) tarafından Râzî’nin tefsirine yönelik el-Meâhiz ‘alâ Mafâtîhı’l-gaybadlı bir reddiye yazıldığı ortaya çıkmaktadır. Ancak tefsirde reddiye türünün deilk örneklerinden birini oluşturan Şemseddin eş-Şârimsâhî’nin bu eseri, şimdiyekadar neredeyse hiçbir çalışmaya konu olmamıştır. Bu makalede, kaynaklardamevcut olan sınırlı sayıdaki verilerden hareketle söz konusu eserin yazılmasınaetki eden dönemsel koşullar, eserin içeriği, tefsir tarihindeki yeri ve etkileri gibihususlar ele alınıp incelenmiştir.
|