Amaç: Araştırma gebelerin gebelikle ilgili konularda internet kullanımını değerlendirmek amacıyla
tanımlayıcı olarak yapılmıştır.
Yöntem: Araştırmanın örneklemini Aralık 2018-Şubat 2019 tarihleri arasında bir kamu
hastanesinin kadın doğum polikliniklerine başvuran toplam 433 gebe oluşturmuştur. Araştırmanın
verileri, gebelerin sosyo-demografik özellikleri ile gebelikle ilgili konularda internet kullanımına
yönelik sorulardan oluşan veri toplama formu ile toplanmıştır. Elde edilen veriler sayı, yüzde ve
ki-kare testi kullanılarak analiz edilmiştir.
Bulgular: Gebelerin yaş ortalaması 28,0 ± 5,6 olup, %62,1’i de çekirdek aile yapısına sahiptir.
Araştırmaya katılan gebelerin %72,5’inin gebelikle ilgili konulara yönelik internet kullandıkları,
bunların %64,3’ü gebelik belirtileri, %59,2’si gebelikte meydana gelen sorunlara yönelik öneriler,
%58,5’i gebelikte meydana gelen değişiklikleri araştırmak için kullandıkları saptanmıştır.
Gebelerin %31,2’i internet bilgilerini sağlık personeli ile paylaştıkları saptanmıştır. Gebelerin
öğrenim ve ekonomik durumları ile gebelikte internet kullanma arasında anlamlı bir ilişki olduğu
belirlenmiştir (p=0,00).
Sonuç: Araştırmamızda gebelerin yarıdan fazlasının gebeliğe yönelik konularda internet
kullandıkları ve büyük bir kısmının bu bilgilere güvendikleri belirlenmiştir.
|
Amaç: Bu çalışma hemşirelerin erişkin hastalara yönelik kardiyopulmoner resüsitasyon uygulama
konusundaki mevcut durumlarını değerlendirmek amacıyla gerçekleştirilmiştir.
Yöntem: Tanımlayıcı tipte olan bu araştırma iki eğitim ve araştırma hastanesinde Haziran-
Temmuz 2017 tarihleri arasında uygulanmıştır. Araştırma evrenini; eğitim ve araştırma
hastanelerinin erişkin acil ve yoğun bakım kliniklerinde çalışan toplam 245 hemşire, örneklemini
ise araştırmaya katılmayı kabul eden ve ulaşılabilen 204 hemşire oluşturmuştur. Araştırma verileri
hemşirelerin kişisel bilgilerini içeren ve 2015 American Heart Association (AHA) kılavuzu esas
alınarak hazırlanmış kardiyopulmoner resusitasyona yönelik bilgilerden oluşan anket formu ile
toplanmıştır.
Bulgular: Araştırmaya katılan ve kardiyopulmoner resüsitasyon eğitimi alan hemşirelerin eğitim
almayanlara göre, acil biriminde çalışan hemşirelerin yoğun bakım ünitesinde çalışanlara
göre kardiyopulmoner resüsitasyon konusunda daha yüksek düzeyde bilgiye sahip oldukları
görülmüştür (p<0,05). İleri yaşam desteği sertifikasına sahip hemşirelerin (%12,3, n=25) doğru
cevap sayısı ise sertifika sahibi olmayanlara göre yüksek bulunmuştur. Hemşirelerin sadece
%43,1’inin (n=88) 2015 AHA kılavuzundan haberdar olduğu saptanmıştır.
Sonuç:Çalışmamızda kardiyopulmoner resüsitasyona yönelik acil ve yoğun bakım hemşirelerinin
bilgi düzeylerinin yeterli olmadığı tespit edilmiştir. Bu eksikliğin, hizmet içi eğitim programları ile
giderilmesi ve hemşirelerin kardiyopulmoner resüsitasyona yönelik güncel bilgilerden haberdar
olmalarının sağlanması önerilmektedir.
|
Amaç: Bu araştırma sağlık bilimleri fakültesi öğrencilerinin hemşirelik mesleki imaj algısının
incelenmesi amacıyla yapılmıştır.
Yöntem: Tanımlayıcı tipte yapılan bu araştırmanın örneklemi Odyoloji, Beslenme-Diyetetik ve
Fizyoterapi-Rehabilitasyon bölümlerinde eğitim gören 120 öğrenciden oluşmaktadır. Verilerin
toplanmasında demografik verilere yönelik sorular ve hemşirelik imajına yönelik ifadelerden
oluşan anket formu kullanılmıştır. Verilerin analizinde sayı, yüzdelik hesaplamalar ve Ki-kare testi
kullanılmıştır
Bulgular: Öğrencilerin büyük çoğunluğu hemşirelik mesleğinin saygın, profesyonel ve değerli
bir meslek olduğunu ve hemşirelerin en az lisans düzeyinde eğitim almaları gerektiğini ifade
etmiştir. Ayrıca öğrencilerin büyük bir kısmı hemşirelik mesleğinin sadece kadınlara özgü bir
meslek olmadığını; hemşirelerin bilgi seviyesinin de en az doktorların bilgi seviyesi kadar önemli
olduğunu; ve hemşirelerin görevinin sadece enjeksiyon ve tansiyon ölçmekten ibaret olmadığını
belirtmişlerdir. Fakat bunun yanında öğrencilerin yarıya yakınının hemşireleri doktor yardımcısı
olarak gördükleri belirlenmiştir.
Sonuç: Öğrencilerin neredeyse yarısının hemşirelerin doktor yardımcısı olduğunu ifade etmeleri
dışında çalışmamıza katılan öğrencilerin algıladıkları hemşirelik imajının genel olarak iyi seviyede
olduğu görülmüştür
|
Time management means that using the time at an optimal level with minimal effort. Time
management plays an important role in ensuring the functioning of the active organization,
which makes the time management important especially in the areas that provide healthcare
services. Nowadays, ERAS (Enhaced Recovery After Surgery) protocols, are consists of evidence-
based findings and require multidisciplinary work, which have emerged with the development of
surgical and anesthesia techniques. Nurses play a vital role in both health care services as well
as ERAS protocols due to the structure of ERAS protocols, it is thought that nurses will use time
effectively.
The relationship between nursing and time management was emphasized primarily within the
scope of the study. In this direction, the time management process to be followed has been put
forward. Finally, the effects of ERAS protocols on time management were stated. So the main
purpose of this review is to highlight the effects of ERAS protocols on nurses time-effective
procedure
|
Amaç: 0-12 yaş çocuğu olan annelere uygulanan çocuk yolcu güvenliği programının sonuçlarını
değerlendirmekti.
Yöntem: Araştırma randomize olmayan gruplarda, ön test-son test kontrol gruplu, tekrarlayan
ölçümlü tasarımdır. Örneklemi İstanbul’da bir aile sağlığı merkezinden hizmet alan 0-12 yaş
çocuğu olan annelerden oluştu (deney grubu=46, kontrol grubu=46). Deney grubuna, çocuk oto
güvenlik koltuğu (ÇOGK) koruyuculuğu, türleri ve kullanımı ile ilgili bilgilerin yer aldığı, ortalama
15-25 dakika süren bireysel eğitim ve danışmanlık şeklinde Çocuk Yolcu Güvenliği (ÇYG) programı
uygulandı. Çocuk koltuğu kullanma durumu, kaza-yaralanma risk algısı ve ÇOGK bilgi düzeyi
incelendi. Sonuç değişkenleri girişim öncesi, girişim sonrası 3. ve 6. aylarda olmak üzere üç kez
ölçüldü ve karşılaştırıldı. Veriler, sayı, yüzdelik, ki-kare testi, t-testi, tekrarlı ölçümlerde varyans
analizi, Man-Whitney U ve Cohen’s d etki büyüklüğü ile değerlendirildi.
Bulgular: Katılımcıların tümü evli, çoğu lise mezunu, tek çocuklu, çalışmayan annelerdi. Yarıya
yakını her zaman emniyet kemeri kullanmaktaydı. Girişimden 3 ve 6 ay sonra çocuk oto güvenlik
koltuğu kullanma oranı deney grubundaki annelerde (%41,3; %45,7) anlamlı olarak daha yüksek
bulundu (p<.05). Davranış değişimi aşamaları incelendiğinde, 3. ayda deney grubunun %50’si,
kontrol grubunun %21,7’si çocuk koltuğu kullanım davranışında en az bir aşama “ilerleme”
gösterdi. Kontrol grubu ile karşılaştırıldığında, deney grubundaki annelerin araç ile seyahat
sırasında kaza-yaralanma risk algı puan ortalaması ve ÇOGK bilgi düzeyi anlamlı olarak daha
yüksek bulundu (p<0,05).
Sonuç: Ebeveynlere yönelik yapılacak çocuk yolcu güvenliği eğitim çalışmaları ile çocuk koltuğu
kullanımı arttırılabilir.
|
Objective: This study was planned to determine the learning needs and expectations of general
surgery patients and their views on the education provided.
Method: 145 patients hospitalized in the general surgery clinic of a training and research hospital
between December 2014-February 2015 constituted the population of this descriptive and cross-
sectional study. The sample of the study consisted of 105 patients who met the inclusion criteria
with a sampling error of 0.05.
The “Personal Information Form” consisting of 12 questions and the “Patient Learning Needs
Scale (PLNS)” were used as the data collection tools. Data analysis was performed in SPPS 20
(IBM Corp. Released 2011, Armonk, NY: IBM Corp.) statistical program with descriptive analysis,
independent samples t-test, one-way analysis of variance and advanced analyses.
Results: In the study in which 52.4% of the participants were over the age of 50 and 55.2%
of them were female, the majority indicated that the most effective education methods were
verbal expression (51.4%) and practical expression (50.5%). It was determined that 60% and all
of the participants wanted to be educated and informed before admission to the hospital and at
discharge, respectively. According to the mean total PLNS score (208.39±12.50), it was determined
that the learning needs of the patients were high. When the subscale scores of the scale were
evaluated, it was determined that the patients had higher learning needs in the dimensions of
“treatment and complications” (39.09±2.43), “ activities of living” (36.01±3.91), “ medications”
(34.66±2.54), however, the dimension with the lowest learning needs was “ feelings related to
condition” (19.12±1.92).
Conclusion: The results of the study indicated that surgical patients had high learning needs
before discharge. Accurate diagnosis of patients’ learning needs and expectations is important
since it will increase the quality and effectiveness of discharge education.
|
nfertilite tedavisi, çiftler için çok yıpratıcı, stresli ve uzun zaman alan bir süreci kapsamaktadır.
Bu zorlu tedavi süreci çiftlerin aşırı stres ve anksiyete yaşamalarına neden olmaktadır. Bu nedenle
infertilite tedavisi alan çiftlerin tıbbi tedaviye ek olarak emosyonel ve psikososyal durumlarının da
değerlendirilmesi ve desteklenmesi gerekmektedir. Tedavi süreci içinde çiftlerin iletişim kuracağı
temel sağlık profesyonellleri hemşirelerdir ve tedavinin çeşitli aşamalarında koordinasyonu ve
çiftin tedaviye olan bağlılıklarının sağlanmasında hemşirelerin tıbbı bakım rolü ile birlikte eğitim/
danışmanlık, araştırıcı, ve destekleyici gibi önemli rolleri vardır. Sonuç olarak; bu önemli rolleri
üstlenen hemşireler infertilite tedavi sürecine sosyal destek kavramını entegre ederek sürecin
başarılı bir şekilde sürdürülmesinde önemli katkılar sağlayacaktır.
|
İnsanın var olduğu günden beri var olan madencilik tüm dünya da içerdiği yaşamsal tehditler
nedeniyle çok tehlikeli mesleklerin başında gösterilmektedir. Madencilik yangın, su baskınları, gaz
ve toz patlamaları, göçükler, kazalar, hastalanma ve ölüm riskini bünyesinde barındırmaktadır. Bu
olumsuz çalışma koşulları bazı ruh sağlığı problemlerinin sebebi ya da hazırlayıcısı olabilmektedir.
Ruh sağlığı çalışmalarında ekibin vazgeçilmez bir parçası olan psikiyatri hemşireleri, pek çok riskle
karşı karşıya kalan maden işçilerinin ruh sağlığına yönelik ihtiyaçların tespiti ve işçilerinin çalışma
koşullarından kaynaklı sağlık sorunlarına yönelik koruyucu girişimlerin planlayıcısı ve uygulayıcısı
konumundadırlar. Bu çalışmada yeraltı madenciliğinin ruh sağlığı üzerine etkileri ve bunların
psikiyatri hemşireliği açısından değerlendirilmesi amaçlanmıştır.
|
Amaç: Bu çalışma karaciğer nakli sonrası pediatrik yoğun bakım ünitesinde (PYBÜ) izlenen
çocuklarda basınç yaralanmalarının prevelansının ve özelliklerinin belirlenmesi amacıyla
planlandı.
Yöntem: Bir Üniversite Hastanesi’ nin PYBÜ’ nin ilk hasta kabulüne başladığı günden araştırmanın
yapıldığı tarihe kadar karaciğer nakli sonrası üniteye yatmış olan, tedavisi sırasında 30 gün - 18
yaş aralığında olan, kurumun kullandığı veri sistemi ve arşivde yer alan dosyalarına ulaşılabilen
hastalar örnekleme dahil edildi. Veriler, çocuğun sağlık öyküsünün ve basınç yaralanmasının
değerlendirmesinin yer aldığı formlar kullanılarak retrospektif olarak incelendi ve sistematize
edildi.
Bulgular: Örneklem kriterlerine uyan 14 hastanın PYBÜ’ de izlendiği belirlendi. Olguların PYBÜ’ de
kalış süresi ortalaması 6, 6 gündür. Primer tıbbi tanıları % 50’ sinin karaciğer fibroz ve sirozudur.
Tüm hastaların basınç yaralanması değerlendirmesi yapıldığında 3 hastanın toplam 12 basınç
yaralanması mevcuttu. Oluşan basınç yaralanmalarının evresi incelendiğinde % 58, 3 ’ünün 2.
evre olduğu bulundu. Basınç yaralanması bölgeleri en fazla koksiks (% 33, 3)’ tedir. Oluşan basınç
yaralanmalarının % 66, 6’ sının kullanılan kateterler nedeni ile olduğu belirlendi.
Sonuç: Basınç yaralanmaları önlenebilir olmalarına rağmen riskli özelliklere sahip çocuk
popülasyonunda hala sık görülen önemli bir sağlık sorunudur.
|
Purpose: Research is made to be a descriptive study to identify traditional practices of increase
breast milk of mothers with children 0-24 months.
Methods: This research was conducted between November-December 2013. The universe of study
is made to constitute by Inonu University Turgut Ozal Medical Center Pediatric Outpatient Clinic,
newborn and mother admitted to the Intensive Care Unit admissions the mothers with children
0-24 months. It is consisted of 220 mothers determined by the power analysis sample. Mean
and Standard deviation values have been calculated and this was use data for the evaluation of
percentage.
Results: The research covered 23.6±6.3 years, the average age of mothers and 88.6% of babies
breast feeding present during the investigation was found. Mother of 44.1% give breastmilk after
birth as the first breastfeed, mother of 49.1% give food, mother of 45.5% start to breast feed
the babies after birth the first hour after borning, mother of 32.3% breast feed the baby when
the baby cries and mother 44.5% intend to continue to breast feed in fants Mothers believe that
nutrients in most legumes (90.0%), the water in all drinks (95.9%) increase in breast feeding.
Mothers believe that their milk increases with traditional practices. Mostly applications for
nutrition and fluid intake is located.
Conclusions: For efficient and last longer than expected for the period of breastfeeding during
pregnancy, traditional structures and beliefs should be taken in to consideration and training
should be done regularly and mothers should be informed.
|