Ekonomik büyümenin sağlanması ve istikrarlı hale getirilmesi, gelişmiş ve gelişmekte
olan ülkelerin önem verdiği konuların başında yer almaktadır. Bu açıdan bakıldığında,
literatürde ekonomik büyüme sürecinde beşeri sermayenin önemine vurgu yapan çalışmaların
eğitim ve sağlık alanına yoğunlaştığı görülmektedir. Bu araştırmada sağlığın ekonomik büyüme
üzerindeki etkisinin belirlenmesi amaçlanmaktadır. Araştırma kapsamında “sağlık
göstergelerinin ekonomik büyüme üzerindeki etkisi nedir?” sorusuna cevap aranmaktadır.
Araştırmada, sağlık göstergelerinin ekonomik büyüme üzerindeki etkisi bir panel veri analizi ile
test edilmektedir. Bu çerçevede Türkiye, Azerbaycan, Kazakistan, Kırgızistan, Özbekistan ve
Türkmenistan’ın 1995-2014 dönemi yıllık verileri kullanılmaktadır. Araştırmada sağlık
göstergelerinin ekonomik büyüme üzerindeki açıklayıcı etkisi kurulan dört ayrı modelde test
edilmektedir. Ekonomik gösterge değişkenleri olarak gayri safi yurtiçi hâsıla, hane halkı nihai
tüketim harcaması, ihracat, ithalat, işsizlik, dış borç stoku ve tüketici fiyat endeksi
kullanılmaktadır. Sağlık gösterge değişkenleri olarak ise kişi başına düşen sağlık harcaması,
bebek ölüm oranı, yenidoğan ölüm oranı, beş yaş altı çocuk ölüm oranı ve anne ölüm oranı
kurulan modellerin her birine dâhil edilmektedir. Modellerin tahmini için havuzlanmış en küçük
kareler metodu (Pooled OLS) kullanılmaktadır. Araştırmadan elde edilen bulgulara göre; çoklu
doğrusal bağlantı varsayımı vif (variance inflation factor) testi ile test edilmekte olup, panelin
geneli için ortalama vif değerleri modellerde çoklu doğrusal bağlantı sorunu olmadığını
göstermektedir. Değişen varyans varsayımı White testi ile test edilmekte olup, test sonucu
olasılık değerleri modellerde değişen varyans sorunu olmadığını göstermektedir. Birimler arası
otokorelasyon varsayımı Wooldridge testi ile test edilmekte olup, test sonucu elde edilen olasılık
değerleri modellerde otokorelasyon sorunu olmadığını göstermektedir. Sonuç olarak
araştırmada kurulan modellere göre sağlık göstergelerinin ekonomik büyüme üzerinde
istatistiksel olarak anlamlı bir etkisi tespit edilememiştir.
|
Bilgi çağı/bilgi toplumu olarak isimlendirilen 21’inci yüzyılda sosyo-kültürel ve ekonomik
yapılar hızla değişmekte, bilgi potansiyel güç ve zenginliğin temel kaynağı olarak kabul
edilmekte, ülke ekonomileri bilgi temelli büyüme modelleri üzerine kurulmaktadır. Bu yüzyılda,
üniversiteler sadece eğitim, öğretim ve araştırma faaliyetlerinde bulunan kurumlar olarak değil;
aynı zamanda bilgi ekonomisine katkı sağlayan ve bu bağlamda ülkelerin ekonomik gelişimini
doğrudan etkileyen kurumlar haline dönüşmüşlerdir. Bu doğrultuda yüksek öğretimde kalite
konusu giderek önem kazanmaktadır. Bologna Süreci, yükseköğretimde kalite güvencesi
sistemleri ağını oluşturup yaygınlaştırmayı temel hedef olarak benimsemiş ve bu hedef
günümüzde yükseköğretim alanının en önemli gündem maddesini oluşturmuştur. Bu bağlamda,
Türkiye’de üniversitelerin kurum iç değerlendirme raporu hazırlaması, 2015 yılında yönetmelik
ile 2017 yılında ise yasa ile zorunlu hale gelmiştir. Kurum iç değerlendirme raporlarının kalite
güvencesi, eğitim, öğretim, araştırma ve geliştirme ve yönetim sistemi olmak üzere dört temel
bölümden oluştuğu görülmektedir.
Bu çalışmada; 2007 yılında kurulan 2017 yılı bütçesi yüz milyon liranın ve öğrenci sayısı
on beş binin üzerinde olan Bingöl, Karabük, Karamanoğlu Mehmetbey, Kırklareli ve Nevşehir
Hacı Bektaş Veli üniversitelerinin kurum iç değerlendirme raporları eğitim perspektifinde
karşılaştırılmaya çalışılmıştır. Çalışmaya konu olan üniversiteler tarafından hazırlanan kurum iç
değerlendirme raporları eğitim öğretim açısından 22 başlığı ele almakta ve bu başlıklardan 15
tanesi çalışmaya konu olan tüm üniversiteler tarafından kabul edilmektedir
|
İlsever RAMİ
İlsever RAMİ
Altaylar ve Türkiye üzerine yaptığı bilimsel faaliyetler ile dünya çapında ün kazanan Rus
bilim insanı Pyetr Aleksandroviç Çihaçov‟un (1808-1890) Türkiye ile ilk tanışması 1835 yılında
gerçekleşir. 1847-1858 yılları arasında Osmanlı İmparatorluğu‟na yaptığı geziler sonucunda
sekiz ciltlik Asie Mineure (Anadolu) çalışması yayımlanır. Yazarın Anadolu topraklarının iklimi,
doğası, hayvan ve bitki örtüsüne ilişkin bilimsel verilerin yanı sıra bu topraklarda yaşayan
halkların tarihi, kültürel değerleri ve yaşamı ile ilgili bilgi içeren bu bilimsel mirasına
zamandaşları tarafından da büyük değer verilir.
Araştırmamızın konusunu oluşturan Çihaçov‟un Türkiye Mektupları adlı çalışması, ilk
defa 1858 yılında Fransız La Nord gazetesinde ve ancak 1960 yılında Rusçaya çevrilerek
Rusya‟da yayımlanır. Toplam 15 mektuptan oluşan Türkiye Mektupları eserinde Çihaçov,
Osmanlı‟nın daha önceki seyahatlerde konu edilmemiş bölgelerini tanıtmakta ve incelemektedir.
20 Haziran-17 Ağustos 1858 tarihleri arasında gerçekleşen, Giresun, Gümüşhane, Erzurum ve
Erzincan gibi şehirlerden geçen gezisi sırasında yazar, bu topraklarda yaşayan Rum, Ermeni ve
Kürt aşiretlerinin günlük yaşamı, gelenekleri ve bölgedeki başka halklar ve ülkeler ile olan
ilişkilerine ışık tutar. Aynı zamanda mektuplarda Osmanlı İmparatorluğu‟nun çeşitli devlet
daireleri ve yürüttükleri faaliyetler, İmparatorluğun mali durumu, devlet borçları, vergi sistemi ile
ilgili detaylı bilgiler yer almaktadır.
Çihaçov‟un Osmanlı İmparatorluğu‟nda geçirdiği süre Tanzimat reformlarıyla aynı
döneme denk gelmektedir. Dolayısıyla yazarın asıl amacı, bu reformların büyük şehirlerin yanı
sıra asıl, Türkiye‟nin uzak bölgelerinde nasıl gerçekleştirildiğini gözlemlemek ve anlatmaktır.
|
Bir toplumun örgütlenmiş sistemleri olan kurumlarına bakmak, toplumu ve onun ürettiği
kültürel ortamı çözümleyebilmek için oldukça önemlidir. Toplumsal işbölümünün bir sonucu olan
uzmanlaşmanın ve bunun getirdiği sistemleşmenin sağaltma kurumu bağlamında Türk
kültüründe yaklaşık olarak XI. yüzyıldan bu yana varlığını sürdürdüğünü söylemek mümkündür.
Çalışmada, içinde halkbilimi unsurlarına yer veren ve yazıldığı dönem ve öncesi
hakkında önemli bilgiler aktaran Divanü Lûgat-it-Türk örneklem olarak seçilmiş, adı geçen
eserde yer alan sağaltma pratikleri “işlevselci yaklaşım” bağlamında değerlendirilmiştir.
Değerlendirme sonunda sağaltma işlemlerinin eski Türk inanç ve uygulamalarında sistemleşmiş
bir yapıya sahip olduğu tespit edilmiştir. Bununla birlikte sağaltma pratiklerinin Anadolu’daki
yansımaları da incelenmiştir.
Divanü Lûgat-it-Türk’ten hareketle sağaltma uygulamalarının Türk kültürü içindeki
yerinin, öneminin ve işlevlerinin saptanmaya çalışıldığı bu makalede sağaltma yöntem ve
teknikleri toplumsal ihtiyaçlardan doğan “sosyal bir kurum” olarak değerlendirilmiştir.
İşlevleri açısından sağaltma uygulamalarına bakıldığında söz konusu pratikleri
düzenleyen ve yöneten aktörün bağlamında halk hekimi olan, bağlamında yönetici olan,
bağlamında bilge öğretici olan kamlar olduğu görülmüştür. Belli bir sisteme sahip olup kamların
görev alanı içinde yer alan sağaltmaların Türk kültürünün temel ihtiyaçlarını karşılayan bir yapı
gösterdiği tespit edilmiştir. Bu bağlamda “sağaltma” kavramı, halk hekimliğinin kullanım
alanından genişletilerek kamlar etrafında toplanan bazı uygulamalar için de kullanılmıştır.
Sonuç olarak çalışmada, yaklaşık olarak XI. yüzyılda kam ve benzeri aktörler temelinde
şekillenen sağaltma uygulamalarının dönemin belli ihtiyaçlarına cevap verdiği; Divanü Lûgat-itTürk’ten
günümüze değin kamlık kurumu temelinde oluşan sağaltımın sosyal, ekonomik,
biyolojik ve kültürel anlamda toplumun temel ihtiyaçlarını karşıladığı sonucuna ulaşılmıştır.
|
İçinde bulunduğumuz çağın kültürü inovasyon kültürüdür. Hızla değişen ve gelişen
dünyada işletmelerin rekabette üstünlük sağlayabilmelerinin en etkili yolu inovasyondur.
İnovasyon ürünlerde ve tüm süreçlerde yenilik olarak ifade edilebilir. İnovasyon farklı olmaktır.
İnovasyon dünyayı, olayları, durumları farklı görmeyi gerektirir. Fırsatları fark etmek ve tehditleri
fırsata dönüştürmek farklı görmekle sağlanabilir. Bu bağlamda inovasyon açısından esas
üzerinde durulması gereken konu, kurumda bütün çalışanların inovasyon yapmasını
destekleyecek bir kültür oluşturmaktır. İnovasyon kültürü, yeni fikirlerin üretildiği, değer verildiği
ve desteklendiği bir kültürdür. İşletmelerde inovasyon kültürü oluşması ve yaygınlaşması için
öncelikle tepe yöneticilerin bunu benimsemesi ve desteklemesi gerekir. Farklı bir kültür ve
anlayış gerektiren inovasyon, geniş bir vizyon oluşturan ve bu vizyonu paylaşan, entelektüel
teşvikle yaratıcılığı destekleyen, esinsel motivasyonla çalışanları harekete geçirerek gerekli
inovasyonu gerçekleştirebilen dönüştürücü liderliği gerektirmektedir. Dönüştürücü liderlik,
toplumsal kalkınmanın itici gücü olarak inovasyon için ayrı bir önem taşımaktadır. Bu noktadan
hareketle bu çalışmanın amacı, Manisa Organize Sanayi Bölgesinde faaliyet gösteren büyük
ölçekli işletmeler kapsamında (Türkiye’nin ilk 500 büyük sanayi kuruluşu arasında yer alan)
yöneticilerin dönüştürücü liderlik özelliklerini hangi düzeyde taşıdıklarını ve inovasyon kültürünü
hangi düzeyde yaygınlaştırdıklarını ortaya koyarak dönüştürücü liderliğin inovasyon düzeyi ve
inovasyon kültürüne etkisini incelemektir. Yapılan istatistiksel analiz sonucunda dönüştürücü
liderliğin inovasyon düzeyi ve inovasyon kültürü üzerinde olumlu ve anlamlı etkisi olduğu
görülmüştür.
|
Sağlık kaygısı kavramı ilk kez Salkovskis ve Warwick (1986) tarafından tanımlanan,
kişinin somatik belirtilerini yanlış yorumlamasına bağlı olarak ciddi bir hastalığı olduğuna ya da
olacağına ilişkin bir inancının olması ve sağlıkla ilgili aşırı kaygı duymasıdır. Sağlık kaygısı
temelinde iki yapıdan oluşmaktadır. Bunlardan birincisi hastalık inancı diğeri hastalık fobisidir.
Hastalık inancı, bireyin hâlihazırda bir hastalığı olduğu ya da gelecekte bir hastalığa
yakalanacağı konusundaki sık sık ve güçlü bir şekilde gelen inancın bireyi alıkoymasıdır.
Hastalık fobisi de, şu anda bir hastalığa yakalanma korkusu olarak tanımlanmaktadır. Bu
durum, bir hastalığa yakalanma durumundan korkma ya da daha genel bir ifadeyle yalnızca
fiziksel olarak hasta olma korkusunu içermektedir.
Bu çalışma; bir devlet üniversitesi öğrencilerinin sağlık kaygı düzeylerini belirlemek
amacıyla hazırlanmıştır. Süleyman Demirel Üniversitesi öğrencilerinin sağlık kaygı düzeylerini
ölçmeye ilişkin Salkovskis ve arkadaşları (2002) tarafından geliştirilen ve Aydemir ile arkadaşları
(2013) tarafından Türkçeye uyarlanan Sağlık Anksiyete Ölçeği’nden yararlanılmıştır. Çalışma,
bir devlet üniversitesinde öğrenci olan 353 katılımcı üzerinde gerçekleşmiştir. Öğrencilerin yaşı,
aylık geliri, barınma durumu, babalarının meslek durumu, bulunduğu bölüm ve sınıf ile sağlık
kaygı düzeyleri arasında anlamlı bir ilişki bulunamamıştır. Sağlık kaygı düzeyi ile öğrencilerin
kendilerine verdikleri genel sağlık durumu puanlaması, babalarının eğitim durumu, annelerinin
meslek ve eğitim durumu arasında anlamlı bir ilişki olduğu tespit edilmiştir. Ayrıca, kadınların
sağlık kaygı düzeylerinin erkeklerin sağlık kaygı düzeylerine göre yüksek olduğu görülmüştür.
Araştırma sonuçları doğrultusunda; öğrencilerin %53,8’nin sağlık kaygı düzeyleri düşük ve
%47,2’sinin sağlık kaygı düzeyleri yüksek olarak tespit edilmiştir.
|
Kurulduğu günden günümüze kadar Dünya‟nın en güzel ve etkili şehri olan Ġstanbul, her
zaman insanların ilgisini çekmiştir. Roma Ġmparatorluğu‟nun başkenti olduğu günden bugüne
kadar hep güzelliğiyle anılmıştır. Gerek konumu, iklimi, doğal limanları ve pek çok özelliği ile
tarih boyunca pek çok seyyah ve coğrafyacı eserinde Ġstanbul‟la ilgili bilgilere yer vermiştir. Üç
imparatorluğa başkentlik etmiş olan Ġstanbul, Doğu Roma, Bizans ve Osmanlı
Ġmparatorluklarının en zengin şehri olmasını da sağlamıştır. Bu çalışmanın amacı Ġslam
coğrafyacılarının Bizans dönemi Ġstanbul‟una dair izlenimlerini ortaya koymaktır. Bu amacı
gerçekleştirmek amacıyla 10 ile 14. yüzyıllar arasında yazılmış olan Arapça eserler
incelenmiştir. Ġslam coğrafyacı ve seyyahların eserlerinde surlar ve Ayasofya ayrıca önemli yer
tutmaktadır. Araştırmanın sonucunda Ġstanbul surları, kapıları, hipodrom, Ayasofya Kilisesi ve
çevresine dair verilere ulaşılmıştır. Ġstanbul surları oldukça karmaşıktır ve her dönem bakımdan
geçirilmiştir. Ġstanbul denince akla gelen bir diğer Bizans dönemi eseri de Ayasofya Kilisesi‟dir. I.
Konstantin‟in Hıristiyanlığı kabulünden sonra Ġstanbul‟un sadece siyasi bir merkez olarak değil,
aynı zamanda dini bir merkez olmuştur. Dünya‟nın ilk katedrali olarak kabul edilen Ayasofya
tarih boyunca çeşitli olaylara şahitlik etmiştir. Bizans döneminde Ayasofya‟nın sadece dini bir
merkez olmayıp, siyasi ve toplumsal bir merkez olduğu anlaşılmıştır. Bununla beraber Ayasofya
ve Hipodromda kutlanan bayramlar, kutlama hazırlıkları, keşiş imparator ve manastırlarla ilgili
çarpıcı sonuçlar bulunmaktadır.
|
Modernistlerin yaklaşımlarına göre milliyetçilik, makro-yapısal güçlerin yukarıdan inşa
ettiği ve ulus-devletleri oluşturan bir ideolojidir. Buna karşılık, yeni milliyetçilik yaklaşımlarından
Micheal Billig‟in banal milliyetçilik yaklaşımı, milliyetçiliği sıradan insanların gündelik
eylemlerinin, umutlarının, arzularının, kanılarının, ihtiyaçlarının ve çıkarlarının bir ürünü olarak
görmeyi önermektedir. Her millet kendi ortak geçmiş ve hatıralarına sahiptir. Fakat, milletlerin ve
milliyetçiliğin banal yeniden üretiminde hatırlama ve unutmanın karmaşık bir diyalektiği bulunur.
Kolektif bir hatırlama aynı zamanda kolektif bir unutma biçimidir. Kamusal alanlarda dalgalanan
binlerce milli bayrak, sürekli milliyeti hatırlatırken çoğu kez farkına varılmaz ve unutulur.
Milliyetçiliğin gündelik üretimi sürekli ve bilinçsizce olduğundan, ulusal bir anma törenindeki
kolektif hatırlamadan farklıdır. Bu perspektifi kullanarak bu çalışma, gündelik eylemler ve
söylemlerin uluslararası ilişkilerde bize karşı onlar ayrımını oluşturan kimlik politikalarının
inşasında önemli bir rol oynadığını iddia etmektedir. Billig‟in banal milliyetçilik kavramıyla,
Edward Said‟in oryantalizm kavramlarını kullanarak banal oryantalizm kavramını türetmektedir.
Oryantalizm, Doğu‟nun ve Doğulunun Avrupalı Batı deneyiminde ve imgelemindeki özel yerini
ifade etmektedir. Bu çalışma, Avrupalıların Türkler hakkındaki düşünme ve görme biçimlerine
farkında olmadan yüzyıllardır şekil veren imgelemleri ortaya koymaktadır. Bu amaçla, makale
Türklerin gündelik hayatı hakkındaki edebi ve sanatsal literatürü inceleyerek Osmanlı dönemi
Avrupa imgesindeki Türklük ve Türk kimliğinin yerini saptamaktadır. Araştırma sonucunda
Avrupa kolektif hafızasındaki açığa çıkarılan çelişkili ve önyargılı ifadelerle, Türk milletine ilişkin
bütüncül yaklaşımların Avrupa ve Türkiye bütünleşme ve dışlama ilişkilerinde belirli kimlik
politikalarına hizmet ettiğini göstermektedir.
|
Elza Alışova DEMİRDAĞ
Elza Alışova DEMİRDAĞ
Karşılaştırmalı dil çalışmaları, Türk lehçeleri arasında zamanla oluşan farklılıkların
ortaya çıkarılmasında yaygın olarak kullanılan bir yöntemdir. Bu yöntem sayesinde aynı kökten
gelen lehçelerdeki farklılıklar ve benzerlikler tespit edilmektedir. Bu çalışmada, Batı/Oğuz
Grubuna dahil olan Türkiye Türkçesinde ve Azerbaycan Türkçesinde geniş zaman kipinin işlevi
araştırılmıştır. Her ne kadar iki lehçe arasında karşılaştırmalı çalışmalar yapılmış olsa da hem
Türk dilbilgisinde, hem de Azerbaycan dilbilgisinde bazı konuların tekrardan ele alınarak
incelenmesi gerekmektedir. Çalışmada, öncelikle Türkiye Türkçesinde geniş zaman kipinin
ayrıntılı özellikleri belirtilmiş, çekimleri gösterilmiş ve işlevi açıklanmıştır. Daha sonra geniş
zaman kipinin Azerbaycan Türkçesindeki yeri araştırılmıştır. Hem Türk hem de Azerbaycan
dilbilgisi kitaplarında geniş zaman ile ilgili tanımlar ele alınmıştır. Konu ile ilgili Türkiye‟de
Azerbaycan Türkçesinin grameri üzerine yazılmış kitaplar incelenmiş ve bu kitaplarda geniş
zaman kipi ile ilgili araştırmalar değerlendirilmiştir. Değerlendirme yapılırken her iki dilde geniş
zaman kipinin tarihsel gelişimi araştırılmıştır. Türkiye Türkçesinden farklı olarak Azerbaycan
Türkçesinde geniş zaman teriminin mevcut olmadığına, geniş zaman kipinin ayrıca kip olarak
değil, gelecek zaman kipinin içinde öğrenildiğine dikkat çekilmiştir. Azerbaycan Türkçesinde
Eski Türkçede hem şimdiki, hem de geniş zamanı bildiren eklerin sınırlarının ayrıldığına, –ır, -ir,
-ur, -ür ekiyle yapılan şekillerin şimdiki zamana, -ar, -er ekiyle yapılan şekillerin ise belirsiz
gelecek zamana tahsis edildiğine dikkat çekilmiştir. Türkiye Türkçesinde ise şimdiki zaman için
yeni bir ekin –yor- ekinin ortaya çıkması sonucu eskiden hem şimdiki, hem de geniş zamanı
karşılayan ekler günümüz Türkçesinde geniş zaman ekleri olarak ayrılmıştır. Araştırmada her
iki lehçede geniş zaman kipinin işleviyle ilgili mevcut olan farklılıklar ve benzerlikler açıklanmış
ve karşılaştırılma yapılmıştır. Araştırma bedii metinlerden seçilen örneklerle desteklenmiştir. Bu
çalışma karşılaştırmalı dil çalışmalarına katkı sağlamak amacıyla hazırlanmıştır.
|
Bu çalışmada Hakan Günday’ın 2011 yılında yayımlanan Az başlıklı eseri tahlil
edilmektedir. Hakan Günday, eserleri yeraltı bağlamında değerlendirilip değerlendirilemeyeceği
konusunda farklı görüşler ileri sürülen bir yazardır. Çalışmada bahsi geçen bu farklı görüşlerden
bahsedilmiştir. Fakat çalışma, Hakan Günday ve yeraltı kavramları arasındaki ilişkiye arka plan
resmi olması açısından, dünyada yeraltı edebiyatı kavramının doğuş zeminine yönelik tahlillerle
başlamaktadır. Ardından söz konusu kavramın ülkemizdeki seyri, öncüler ve eserler dikkate
alınarak izlenmiştir. Bu bölümde Hakan Günday ve Küçük Ġskender özel olarak ele alınmıştır.
Varılan netice sonucu, yeraltı edebiyatı kavramının henüz sınır ve özellikleri tam anlamıyla
çizilmiş bir kavram olmadığı ileri sürülmüştür. Bu nedenle de çalışmada Az’ın yeraltı edebiyatı
kapsamına girip girmediği değil, Az’a yeraltından nelerin yansıdığı araştırılmıştır.
Söz konusu yansımalar için, önce yeraltı türünün biçim, içerik ve dil açısından hangi
farklı yaklaşımlarla desteklendiği tahlil edilmiştir. Ardından Az’ın ana akımın dışında kalmasını
sağlayan unsurları olarak; biçim, muhteva, dil gibi bileşenleri üzerinde durulmuştur. Bu aşamada
eserin muhtevasını yeraltından besleyen; illegal oluşumlar, cinsel sapkınlıklar, şiddet,
uyuşturucu gibi konu başlıkları ayrıca ele alınmıştır. Ana akım dışında kalmak, var olan düzene
eleştiri getirmek anlamında olduğu için de çalışmada son olarak Az’ın eleştirel boyutunun
ögeleri tahlil edilmiştir. Bu tahlil roman kahramanlarının öç alma duygusu beraberinde,
arınabildiklerini ortaya koymuştur. Bu noktada ilginç olan, arınmanın Oğuz Atay ismi ile
gerçekleşmesidir.
|