Örgütsel prestij, hem örgüt çalışanlarının hem de müşterilerin üzerinde önemle durduğu konulardan biridir. Bunun en önemli nedenlerinden biri bireyin çalışmakta olduğu örgütü hakkında dış dünyanın düşüncelerine önem vermesidir. Örgütsel prestij çalışanın örgüte bakış açısını etkileyecek bu durumda çalışanın örgüt içindeki davranışlarının şekillenmesinde önemli bir etken olacaktır. Örgütsel özdeşleşme de bu davranışlardan bir tanesidir. Kurum ile çalışanın amaçlarının uyumlaştırılması ve bağlantı duygusunun sağlanması örgütsel özdeşleşmeyi tanımlamaktadır. Bu araştırma örgütsel prestijin örgütsel özdeşleşme üzerinde etkisini belirlemek amacıyla sağlık çalışanlarına uygulanmıştır. Araştırmanın örneklemini Konya ilinde 5 özel hastanede görev yapan 283 sağlık çalışanı oluşturmaktadır. Verilerin toplanmasında kişisel bilgi formu, Örgütsel Prestij Ölçeği ve Örgütsel Özdeşleşme Ölçeği kullanılmıştır. Verilerin istatistiksel analizinde Pearson korelasyon analizi, tek yönlü varyans analizi, bağımsız iki örneklem t testi, ve doğrusal regresyon analizinden faydalanılmıştır. Analizlerde sonuçlar %95’lik güven aralığında, 0,05 (p<0,05) anlamlılık düzeyinde değerlendirilmiştir. Bu çalışmada Örgütsel Prestij ve Örgütsel Özdeşleşme Ölçeklerinin Cronbach Alfa değerleri sırasıyla 0,627 ve 0,917; ölçek ortalamaları 3,35 ve 3,55 bulunmuştur. Sağlık çalışanlarının sadece meslek gruplarına göre örgütsel prestij ile örgütsel özdeşleşme düzeylerinde istatistiksel olarak anlamlı bir farklılık ve orta düzeyde anlamlı bir ilişki bulunmuştur.
|
Bu çalışmanın amacı üniversite öğrencilerinin Covid-19’un kontrolüne ve aşısına yönelik algı ve tutumlarının incelenmesidir. Ayrıca öğrencilerin bölümlerine, sağlık eğitimi alma durumlarına ve çevresinde Covid-19 vakası olma durumlarına göre de algı ve tutumları arasındaki farklılıklar incelenmiştir. Araştırmanın evrenini bir vakıf üniversitesindeki 730 öğrenci; örneklemini ise %95 güven aralığı esas alınarak 304 öğrenci oluşturmaktadır. Değişkenler arasındaki farklılıklar bağımsız örneklem T testi ile analiz edilmiştir. Araştırma bulgularında, öğrencilerin aşıya yönelik tutum ortalamaları 3,09±0,68; kontrol algı ortalamaları ise 2,82±0,53 olarak tespit edilmiştir. Öğrencilerin bölümlerine ve sağlık eğitimi alma durumlarına göre Covid-19 pandemisine yönelik kontrol algıları ve Covid-19 aşısına yönelik olumlu tutum alt boyutunun anlamlı olarak farklılık gösterdiği (p<0,05); olumsuz tutum alt boyutuna ve çevresinde Covid-19 tanısı konulan hasta olma durumuna göre ise istatistiksel olarak anlamlı bir farklılık göstermediği tespit edilmiştir. (p>0,05). Sonuç olarak; İnsan Kaynakları Yönetimi bölümü öğrencilerinin hastalığa karşı bilincinin artırılması ve aşılama karşıtı tutumlarının köreltilmesi için sağlık bilgisine olan ihtiyacı aşikardır. İnsan Kaynakları Yönetimi müfredatına sağlık bilgisi ve hastalık yönetimi ile ilgili dersler eklenebilir. Öğrenciler için bağışıklamaya yönelik eğitim, sempozyum ve paneller düzenlenebilir. Bunlar yardımıyla aşılamaya karşı asılsız bilgi kirliliği ortadan kaldırılmalı ve öğrenciler aşılamaya özendirilmelidir.
|
Hemşirelerin meslekte sürekli kaygı durumunu deneyimlemesinin ekip içi, hasta ve bakım verenlerle iletişimsel problem yaşamalarına ve hataların oluşmasına sebebiyet verebileceği öngörülmektedir. Bu nedenle bu araştırmada hemşirelik son sınıf öğrencilerinin iletişim becerileri ile sürekli kaygı durumlarının ve aralarındaki ilişkinin belirlenmesi amaçlanmıştır. Tanımlayıcı olan bu çalışmanın evrenini bir devlet üniversitesinin hemşirelik bölümünün son sınıfında okuyan ve araştırmaya katılmayı kabul eden öğrenciler oluşturmuştur. Araştırmanın verileri “Kişisel bilgi formu”, “İletişim Yeterlilik Ölçeği” ve “Sürekli Kaygı Envanteri” kullanılarak yüz yüze görüşme yöntemiyle toplanmıştır. Verilerin analizinde, aritmetik ortalama, standart sapma, ortanca, mod, yüzde, frekans, ve Spearman korelasyon analizi kullanılmıştır. Çalışmaya katılan öğrencilerin iletişim yeterlilikleri ile sürekli kaygı durumlarının orta seviyenin üzerinde olduğu ve öğrencilerin iletişim yeterliliği arttıkça sürekli kaygı düzeylerinin azaldığı saptanmıştır (p<0,05). Öğrencilerin iletişim yeterliklerini geliştirecek yenilikçi uygulamaların müfredat ve program içeriğine eklenmesinin gerekliliği önerilmektedir.
|
Gebelikte hepatit B, hepatit C, HIV ve sifiliz anneden bebeğe dikey ve yatay olarak bulaşabilir. Bu nedenle gebeler taranmalı ve saptanması halinde gerekli önlemler alınmalıdır. Trabzon İli ile ilgili ulusal ve uluslararası literatürde hepatit B, hepatit C, HIV ve sifiliz prevalansı ile ilgili bilgi bulunmamaktadır. Çalışmada amaç, Doğu Karadeniz Bölgesi’nin en büyük ili olan Trabzon’daki gebe popülasyonun Hepatit B, hepatit C, HIV ve sifiliz pozitifliğini araştırmaktır. Çalışma retrospektif dosya araştırması şeklinde planlanmıştır. Ocak 2016–Aralık 2018 yılları arasında Kliniğimizde ayaktan ya da yatarak tedavi almış gebe kadınlar dahil edilmiştir. Dosya taramasından yaş, gravida, VKİ, gebelik haftası, özgeçmiş, HBsAg, anti HBs, anti HCV, anti HIV ve RPR pozitifliği elde edildi. Veriler SPSS ortamına aktarılarak yaş gruplarına göre ortalama değerler hesaplandı ve ki kare test uygulandı. Toplam 10449 gebe dosya bilgilerine ulaşıldı. Yaş ortalaması 27,65±5,36, BMI 26,9±4,23 kg/m2 , gravida 2,3±0,21, gebelik haftası ortalama 24,12±3,54 olarak tespit edildi. HBsAg+ oranı %3,8, anti HBs oranı %49,5, anti HCV+ oranı %0,09, RPR oranı %0,19, anti HIV oranı %0,09, anti HIV pozitif çıkan gebelerin doğrulama testi pozitiflik oranı %0,02 idi. Anti HBs pozitifliği 18-25 yaş aralığında %75,9 olarak bulundu ve bu fark anlamlıydı (p<0.05). 18-25 yaş grubunda anti HBs pozitifliği diğer yaş gruplarına göre anlamlı yüksek bulundu. Trabzon bölgesinde gebelerdeki seropozitiflik Türkiye literatürü ile benzerdir.
|
Bu çalışmamızda afetler ile mücadele konusunda toplumun bilinç düzeyinin ve okuryazarlık düzeyinin ele alınmasını ve değerlendirilmesine önem verilmektedir. Çünkü toplumların okuryazarlık düzeyi yüksek olması, afetler ile başa çıkma ve afetin hazırlık evresinde önemli bir rol oynamaktadır. Bu çalışmanın amacı afet öncesinde hazırlık süresinde toplumun bilinç düzeylerindeki eksiklikleri ve davranış şekillerini belirlemektir. Bu çalışmamızda; Osmaniye ili merkez ilçesinde görev yapan ilkokul/ortaokul öğretmenlerinin doğal afet okuryazarlık düzeylerini belirlemek ve doğal afet okuryazarlığın alt faktörleri (davranış, duyusal eğilim ve bilgi) arasında çeşitli değişkenlerin etkisini ölçmektir. Araştırmanın verileri “Öğretmen Adaylarının Doğal Afet Okuryazarlık Düzeylerinin Belirlenmesi” isimli çalışmada geliştirilen anket formu kullanılarak toplanmıştır. Araştırmaya dâhil edilen katılımcıların doğal afet okuryazarlığı davranış düzeyi puan ortalamaları (Ort=1,67, SS=0,294) doğal afet okuryazarlığı duyusal eğilim düzeyi puan ortalamaları (Ort=1,85, SS=0,255) doğal afet okuryazarlığı bilgi düzeyi puan ortalamaları (Ort=87,62, SS=9,022) olarak bulunmuştur. Araştırma sonuçlarına göre öğretmenlerin çoğunluğu doğal afetlerle ilgi faaliyetlere katıldığını ve katılmak istediğini belirtmişlerdir. Bu sonuç bağlamında öğretmenlere doğal afetlerle ilgili seminer, konferans, eğitim ve tatbikat gibi faaliyetler düzenlenmelidir.
|
Araştırmanın amacı akademisyenlerde kas iskelet sistemi rahatsızlıklarının yaygınlığını belirlemek ve iş gerilimi ile ilişkisini değerlendirmektir. Kesitsel nitelikteki araştırma, bir kamu üniversitesinin tüm kampüslerinde görev yapan 289 öğretim elemanıyla 29.09.2017- 28.12.2017’de Tanıtıcı Özellikler Formu, İskandinav Kas İskelet Sistemi Anketi, İş Gerilimi Formu ve Dünya Sağlık Örgütü Psiko-Sosyal İyilik Hali Ölçeği kullanılarak yüz yüze görüşme yoluyla gerçekleştirilmiştir. Veriler bir bilgisayar programı yardımı ile tanımlayıcı istatistikler ile T test, Ki-kare testi, korelasyon analizi ve Binary Lojistik Regresyon Analizi kullanılarak değerlendirilmiştir. Katılımcıların yaşı 39,09±1,02, %55,4’ü kadın, %30,8’i araştırma görevlisidir. Akademisyenler son bir ayda en sık boyun ağrısı (%34,9) yaşamıştır. Kas iskelet sistemi sorunu olanlarda işle ilişkili fiziksel risk, iş yükü, iş gerilimi puan ortalamaları yüksektir ve yaşam kalitesi kötüdür (p<0,05). İş gerilimi puan ortalamaları, araştırma görevlisi olarak çalışanlarda; boyun, bel ağrısı ve somatizasyon eğilimi olanlarda daha yüksektir. İş geriliminin artışıyla sağlık hizmeti kullanımı artmaktadır (p<0,05). Akademisyenler arasında KİSS yaygındır. İş gerilimi yüksek olanlarda kas iskelet sistemi rahatsızlıkları fazla, yaşam kalitesi daha kötü ve sağlık hizmetlerine başvuru daha sıktır. Çalışma yükünün azaltılması, fiziksel ve psikososyal risk faktörleri ile ilişkili olarak diğer öğretim elemanlarından daha yüksek rahatsızlık oranlarına sahip araştırma görevlilerinin ve somatizasyon eğilimi yüksek olanların çalışan sağlığı programlarında öncelikli olarak ele alınması önerilir.
|
COVID-19 pandemisi tüm dünyada ülkelerin sağlık sistemleri ve politikalarını etkilemiş ve etkilemeye de devam etmektedir. Küresel bir salgın olarak COVID19 hem sağlık politikalarının uygulanabilirliğini hem de sağlık hizmetlerini yeniden gözden geçirme ve yeni politikalara geçiş imkânı sunmaktadır. Bu çalışmada, Türkiye, Çin, ABD ve Fransa’nın sağlık sistemleri ve politikalarının COVID-19 bağlamında değerlendirilip geliştirilebilecek hususların belirlenmesi amaçlanmıştır ve her ülkenin sağlık sistemi ve politikaları ana hatları ile incelenmiş, sağlık sistemleri, bütün vatandaşlarının sağlık güvencesine sahip olmaları ve sağlık hizmetine ulaşabilmesi çerçevesinde analiz edilmiştir. Çin, Fransa ve Türkiye’deki kapsayıcı sağlık güvencesi COVID-19 pandemisi ile etkin mücadelede genel anlamda yeterli görülmüştür. ABD’de ise sağlık güvencesinden yoksun olan nüfusun çokluğu nedeniyle, kapsayıcılığın yeterli seviyede olmadığı vurgulanabilir. Bu küresel salgının, ülkelerin sadece sağlık sistemlerini etkilemediği, aynı zamanda toplumsal hayatı ve ekonomiyi de etkilediği göz önüne alındığında, ilgili ülkeler gerekli önlemleri alma yolunda çeşitli adımlar atmıştır. Sağlık sisteminin yeniden gözden geçirilmesine sebebiyet veren COVID19 pandemisi devlet düzeyinde yönetişim ve liderlik yönüyle de ön plana çıkmıştır. Bu çerçevede merkezi yönetim ile yerel otoriteler birbiriyle uyumlu politika izledikleri sürece salgınla mücadelede başarılı olmuş, nitekim Fransa’da iki otorite arasındaki uyuşmazlıklar COVID-19 politikalarının yetersiz ve etkisiz kalmasına sebep olmuştur. COVID-19 pandemisi, sağlığın sadece sunulan hizmetlerin kapsayıcılığı ve hizmetlere ulaşım olarak değerlendirilemeyeceği, hem sosyo-ekonomik hem de birtakım toplumsal faktörler ile geliştirilmesi gerektiğini hatırlatmıştır.
|
AFAD personelleri yoğun çalışma temposu, uzun çalışma saatleri, fazla iş yükü sebebiyle yüksek strese maruz kalmaktadırlar. Bu şartlar göz önünde bulundurulduğunda, çalışma koşullarının personeli psikolojik anlamda zaman zaman yorduğu düşünülmektedir. Bu bağlamda, Suriye insani krizi nedeniyle yoğun göç almış bölgelerde Adıyaman, Gaziantep, Kilis İl Afet ve Acil Durum Müdürlüklerinde görev yapan personellerinin iş doyumu, örgütsel sessizlik ve tükenmişlik düzeylerinin belirlenmesi ve iş doyumunun tükenmişlik üzerine etkisinde örgütsel sessizliğin aracılık etkisini belirlemeyi amaçlamıştır. Nicel araştırma deseni olan çalışmamız 101 çalışan ile yürütülmüştür. Araştırmada ‘‘Tanıtıcı Bilgi Formu’’, ‘‘İş Doyumu Ölçeği’’, ‘‘Tükenmişlik Ölçeği’’ ve ‘‘Örgütsel Sessizlik Ölçeği’’ kullanılmıştır. Araştırma sonucuna göre iş doyumu ile tükenmişlik arasındaki ilişkide örgütsel sessizliğin kısmi aracılık etkisi olup, örgütsel sessizlik bu iki olgu arasındaki negatif ilişkiyi zayıf da olsa etkisini azaltmaktadır.
|
This study was conducted as a descriptive study to determine the relationship between quality of work life, burnout and spiritual well-being in intensive care nurses. The research has been carried out on 211 nurses who work in the intensive care units in three public hospitals located in Turkey's Eastern Anatolia Region. In data collection, a form containing questions about the socio-demographic characteristics of individuals (age, gender, education level, marital status, economic status and receiving spiritual care education), “Spiritual Well-being Scale”, “Nursing Work Life Scale” and “Maslach Burnout Scale” were used. T test was used for independent variables in the analysis of the data. In addition, the effect of independent variables on the dependent variable in numerical data was made using multiple regression analysis. In this study, it was determined that the spiritual well-being and emotional exhaustion levels of the nurses were above the middle level, and the mean scores of the nurses' quality of life, depersonalization and personal accomplishment were below the middle level. As a result, it was found that as the spiritual well-being levels of nurses working in intensive care increased, their burnout levels decreased and their work life quality increased. In addition, it was found that nurses who received spiritual care training had higher work life quality and lower burnout levels than nurses who did not receive training.
|
Bu araştırma üniversite öğrencilerinin disleksi hastalığı hakkındaki bilgi düzeylerinin belirlenmesi amacıyla yapılmıştır. Tanımlayıcı türdeki araştırmanın evrenini Gümüşhane Üniversitesi öğrencileri oluşturdu. Araştırmada 1500 öğrenciye ulaşılmıştır ve veri toplama formu olarak araştırmacılar tarafından hazırlanan anket formu kullanılmıştır. Araştırmaya katılan öğrencilerin yaş ortalaması 21.21±1.95’dir. Öğrencilerin %40,7’si sağlık bilimleri fakültesinde öğrenim görmektedir ve öğrencilerin %42.6’sını disleksi hakkında bilgi sahibi olduğu saptanmıştır. Öğrencilerden disleksiyi tanımlamaları istendiğinde %49.1’i disleksiyi öğrenme bozukluğu olarak tanımlarken, %24.9’u sosyal iletişimde bozukluk, %17,7’si zeka geriliği, %4,7’si bedensel engel %3.7’si de işitsel engel olarak tanımlamıştır. Araştırmamız sonucunda öğrencilerin çoğunluğunun disleksi kavramını duymadıkları ve disleksi ile ilgili herhangi bir kitap okumadıkları belirlenmiştir. Disleksi konusunda farkındalık kampanyaları sayısının artırılarak disleksi araştırmalarının geniş örneklemlerde yapılması ve sonuçlar doğrultusunda disleksi konusunda stratejik planlamalar yapılması önerilmektedir. Ayrıca Türkiye’de disleksi ile ilgili sistematik araştırmalar yapılmalı, güçlük çeken öğrencilerin ihtiyaçları doğrultusunda bireyselleştirilmiş etkinlikler ve programlar hazırlanmalıdır.
|