Amaç: Fibromiyalji sendromu patogenezi belirsizliğini koruyan bir
sendrom olup objektif tanı kriteri olmadığı gibi semptomların çeşitliliği
nedeniyle geç tanı alan hasta grubundan oluşturmaktadır. Bu çalışmada,
fibromiyaljide iki nokta diskirminasyonun tüm ekstremitelerdeki
yanıtlarını, nötrofil/lenfosit oranı (NLR), Numerik Derecelendirme Skalası
(NRS), Yaygın Ağrı İndeksi– Wide spread Pain Index (WPI) ölçeklerini
değerlendirmeyi amaçladık.
Yöntem: 26 fibromiyalji hastası ve 25 kontrol grubu olacak şekilde iki grup
oluşturuldu. American College of Rheumatology 2010 tanı kriterlerinin
2016 yılında revize edilmiş hali kullanılarak tanı konulmuş fibromiyalji
hastaları çalışmaya dahil edildi. Her iki grubun dört ekstremitede el
ve ayak dorsumundan bazal amplitüd ve somatosensoriyal temporal
diskirminasyon (STD) ölçümleri yapıldı, NLR ölçüldü. Ayrıca fibromiyalji
grubunda NRS ve WPI değerlerine bakıldı.
Bulgular: Fibromiyalji hastalarında STD değerleri dört ekstremitede de
kontrol grubuna göre istatiksel olarak anlamlı olacak şeklide belirgin
uzamış bulundu. WPI ve NRS’de dört ekstremiteden ölçülen STD
değerleri ile paralellik göstererek yüksek bulundu (p<0,05). NLR kontrol
grubuna göre istatiksel olarak anlamlı olmasa da artmış olarak bulundu.
Sonuç: Fibromiyalji hastalarında STD değerleri yüksekti. STD, Fibromiyalji
sendromlu hastalarda yardımcı tanı kriterleri arasında kullanılabilecek
test gibi gözükmekle beraber desteklenecek çalışmalara ihtiyaç vardır.
|
Amaç: Bu çalışmanın amacı tıp öğrencilerinin eğitim süreçlerinin ilk
iki yılında psikolojik sıkıntı ve depresif semptomlarındaki değişimleri
belirlemek ve diğer fakülte öğrencileri ile karşılaştırmaktır.
Yöntem: Tıp, İktisat ve Spor Bilimleri Fakültelerine 2017–2018 eğitim
yılında kayıt yaptıran tüm birinci sınıf öğrencilerine eğitime başladıkları ilk
hafta içerisinde, olası stresli yaşam olaylarını ve alışkanlıklarını sorgulayan,
aynı zamanda Genel Sağlık Anketi (GSA-12), Beck Depresyon Ölçeği
(BDÖ) sorularını içeren detaylı bir anket uygulandı. Aynı anket ikinci yılda
aynı öğrencilere tekrar uygulanarak değişim prospektif olarak incelendi.
Bulgular: Tıp öğrencilerinde başlangıçta 11,19 olan GSA-12 puan
ortalaması ikinci yılda 13,7’ye yükseldi (p<0,001). Psikolojik sıkıntı
prevalansı ilk yıl %53,8, ikinci yıl ise %61,8 olarak bulundu. BDÖ skor
ortalaması başlangıçta 8,04 iken ikinci yılda 10,10 olarak saptandı
(p<0,001). Depresif semptom prevalansı %8,8’den %19,5’e yükseldi.
Diğer fakülte öğrencilerinin GSA-12, BDÖ puan ortalaması, depresif
semptom ve psikolojik sıkıntı prevalansında anlamlı bir artış saptanmadı.
Tıp öğrencilerinde depresif semptom görülme insidansı %15,9 olarak
bulundu. Çok değişkenli analizler sonucunda, stresli yaşam olaylarından
“sosyal aktivitelerden memnuniyetsizlik” ve “psikolojik baskı ve şiddete
maruz kalma”nın hem GSA-12 hem de BDÖ puan ortalamaları ile
istatistiksel olarak ilişkili olduğu saptandı.
Sonuç: Tıp fakültesi eğitiminin ilk yılında, öğrencilerin ruh sağlığının
olumsuz yönde etkilendiği saptanmıştır. Ruhsal hastalık riski altındaki tıp
öğrencilerine yönelik farkındalığın artırılması ve ruh sağlığını koruyacak
müdahalelerinin planlanması önerilir.
|
Amaç: Multipl skleroz ilerleyici engellilik durumunun önde gelen
sebeplerinden birisidir. Multipl Skleroz Bilgi Anketi (MSBA) bireyin
kendisinin doldurduğu, hastanın Multipl Skleroz hastalığı hakkındaki
bilgi düzeyini ölçen bir envanterdir. Bu çalışmanın amacı, MSBA’nin Türk
hastalarda geçerlilik ve güvenilirliğinin değerlendirilmesidir.
Yöntem: Üniversite hastanemizde düzenlenmiş olan hasta eğitim
toplantısına katılmış olan Multipl Skleroz hastaları çalışmaya dâhil
edilmiştir.
Bulgular: Elli sekiz hasta, anketi eğitim toplantısından önce ve sonra
olmak üzere iki kez doldurarak çalışmaya katılmıştır. İlk ankette doğru
yanıtlanan ortalama soru sayısı 12,8 (5,2) iken eğitim toplantısı sonrası
bu sayı 18,7 (3,2)’ye yükselmiştir. Bu değişim istatistiksel olarak anlamlı
bulunmuştur (p<0,01).
Sonuç: Hastalığın genel özellikleri ile ilgili soruların doğru yanıtlanma oranı,
tanı ve tedavi seçeneklerine dair sorulara oranla daha yüksek saptanmıştır.
Bu bulgu hastaların hastalığın genel özellikleri ve hastalığı başlatmış
olabilecek faktörlere duydukları merak ile açıklanabilir. Tanı ve tedavi
stratejileri ile ilgili soruların daha az doğru yanıtlanmış olması, hastanın
bu konuları karmaşık bulması ve karar verme sürecini sağlık çalışanlarına
bırakmasına bağlı olabilir. Ayrıca hekimler de zaman ve kaynak yetersizliği
nedeni ile bu konularda hastalara yeterli bilgi veremiyor olabilir. Multipl
Skleroz tedavisi için geliştirilen yeni moleküller de, hastaların tedavi
seçenekleri ve karar verme sürecini takip etmelerini zorlaştırmaktadır. Bu
sonuçlar eğitimin çok önemli olduğu ve hastalarımızın tedavi seçenekleri
başta olmak üzere Multipl Skleroz hakkında eğitici materyallere ve
kaynaklara ihtiyacı olduğunu göstermektedir. Eğitim seminerinden sonra
hastaların doğru yanıtladığı soru sayısındaki artış, bu kanıyı destekler
niteliktedir (p<0,01). MSBA’nin Türkçe versiyonu hastaların bilgisini
ölçmede geçerli ve güvenilir bir envanterdir
|
Herpes simpleks ensefaliti (HSE) ve anti-N-metil-D-aspartat reseptör
(anti-NMDAR) ensefaliti birlikteliği bilinen antitelerdir. Ancak her
ikisi de otoimmün etiyolojide olmasına rağmen, nöromiyelitis optika
spektrum hastalığı (NMOSD) ve anti-NMDAR ensefalitinin ilişkisi iyi
açıklanamamıştır. NMOSD ve Sjogren sendromunun bir arada bulunduğu
vakamızda ek olarak gelişen post-herpetik anti-NMDAR ensefalitini
literature sunmaktayız. Hastamızda NMOSD için immunsupresif ilaç
uygulaması sonrası HSE tanısı MRG ve klinik bulgular ile konuldu.
Bunun üzerine HSE, NMDAR ensefalitini tetikledi. Birçok yazar, hareket
bozuklukları, psikiyatrik belirtiler ve bilişsel işlev bozukluğunun varlığıyla
herpes ensefaliti üzerinde anti-NMDAR ensefalitinin indüksiyonunu
göstermiştir. Bizim hastamızda bifazik hastalık aktivitesi olmadan;
semptomların devamı, yeni MRG bulguları ve anti-NMDAR antikorunun
pozitifliği anti-NMDAR ensefaliti tanısını doğruladı. Hastamız
nöroimmünolojide hastanın yakın takibinin önemini gösteren bir
vakadır.
|
Amaç: Bipolar bozukluk tanılı hastalarda motor beceri eksikliği ve bilişsel
işlev bozukluğu vardır. Bu eksikliklerin hastalığın nörogelişimsel süreci
ile ilgili olduğunu düşündürmektedir. Bu çalışmanın amacı, mani ve
remisyon dönemlerinde bipolar bozukluk tanılı hastaların el yazısında
değişiklik olup olmadığını incelemektir.
Yöntem: Olgulardan biri tedavi öncesi ve diğeri taburcu olduktan hemen
sonra olmak üzere iki el yazısı ve imza örneği alındı. İlk örnek, hastaların
ilaç tedavisi öncesi manik atak ile hastaneye kaldırıldığı dönemde
alınmış, ikinci örnek ise taburculuk kararı alındığında, hastanın remisyon
döneminde alınmıştır. Manik dönem ve remisyon dönemdeki el yazısı
değişimleri incelendi.
Bulgular: İki dönem arasındaki el yazısı incelendiğinde mani döneminde
yazının boyutunda, kalem baskısında, kelimelerin uzunluğunda, kelimeler
arasındaki boşluklarda ve eksik ve yanlış noktalama işaretlerinde artış
olduğu belirlendi. Manik döneme ait spesifik tanı için veya antipsikotik
dozu konusunda herhangi bir el yazısı ölçümünde farklılık yoktu, ancak
antipsikotik kullananlarda tremor sayısı yüksek bulundu (p<0,05).
Değişiklik gösteren parametrelerin çoğu Young Mani Ölçeği (YMRS)
puanlarıyla ilişkili bulundu.
Sonuç: Bu çalışmanın sonucunda, mani dönemindeki bipolar hastaların
el yazısında ciddi değişiklikler tespit edildi. Bu değişimler, hastaların
taburculuk kararları verilirken ve bipolar bir hastadaki manik atağa geçiş
zamanını tahmin etmek için kullanılabilir. Ayrıca manik hastalarda el
yazısı parametrelerini etkileyen en önemli özelliğin alım YMRS skorları
olduğu bulunmuştur
|
Amaç: Progresif başlangıçlı Multipl Sklerozlu (MS) hastaların klinik ve
sosyo-demografik profillerini tanımlamak ve özürlülüğün belirleyicilerini
araştırmak.
Yöntem: Bu çalışma bir üniversite hastanesinde yürütülen retrospektif bir
çalışmadır. Çalışmaya başlangıçta progresif klinik seyri olan MS hastaları
dahil edildi. İlk analizde, kohortun klinik ve demografik özellikleri
tanımlandı. İkinci analizde yaş, cinsiyet, seyir sırasındaki klinik aktivite,
başlangıçtaki klinik semptomlar ve beyin omurilik sıvısı analizlerinin seyir
üzerindeki etkileri değerlendirildi.
Bulgular: Seyir sırasındaki klinik aktivite, ileri yaş, erkek cinsiyet,
başlangıçta medulla spinalis tutulumu ve ilk nörolojik muayenede
paraparezin saptanması kötü prognostik faktör olarak bulundu.
Sonuç: Bu araştırma, Avrupa veya Amerika toplumlarında yapılan
çalışmaların bulgularını doğrulamaktadır. Bu bulguların tekrarlanması
ve etnik veya coğrafi farklılıkların hastalık üzerindeki etkilerini daha iyi
anlaşılması için daha fazla çalışmaya ihtiyaç vardır.
|
Amaç: Enerji içecekleri tüketimi ilişkili önemli sağlık sorunları ile
yükseliştedir. İlave olarak, alkolle birlikte en çok tercih edilen ürünlerden
biridir. Bu çalışmada enerji içeceği ve alkolle birlikte alınan enerji
içeceğinin (AmED) epileptik nöbetler üzerindeki etkileri araştırıldı.
Yöntem: Yetişkin dişi (250–350 g) Wistar sıçanları beş gruba ayrıldı (her
grup için n=8). Kafein (3,43 mg/kg) intraperitoneal (IP) yoldan, alkol (3,4
g/kg), enerji içeceği (10,71 ml/kg) ve AmED intragastrik entübasyon
yoluyla 14 gün süreyle verildi. Deneyin birinci, yedinci ve on dördüncü
günlerinde sıçanlara pentilentetrazol (PTZ) (60 mg/kg IP) enjekte
edildi. Nöbetlerin başlangıç zamanı ve şiddeti PTZ’den hemen sonra
değerlendirildi.
Bulgular: Hem kafein hem de enerji içeceği, nöbetlerin başlama
süresinde önemli bir azalmaya neden olmuştur. Enerji içeceği alan
grupta, yedinci (p=0,045) ve on dördüncü günde (p=0,048) kafeinden
önemli ölçüde daha kısa bir nöbet başlangıç süresi izlenmiştir. Enerji
içeceği, PTZ’nin neden olduğu nöbetlerin şiddetini istatistiksel olarak
anlamlı ölçüde artırmıştır (pdeğerleri<0,01). Kafein ayrıca birinci (p=0,013) ve
on dördüncü (p=0,047) günde nöbetlerin şiddetinde istatistiksel olarak
anlamlı bir artışa neden olmuştur. Alkol ve AmED, nöbetlerin başlangıç
zamanını sırasıyla yedinci (p=0,028 ve p=0,016) ve on dördüncü (p=0,039
ve p=0,04) günde istatistikçe anlamlı ölçüde kısaltmıştır. Hem alkol hem
de AmED, tüm gözlem aralıklarında PTZ kaynaklı nöbetlerin şiddetini
istatistiksel olarak anlamlı ölçüde azaltmıştır (pdeğerleri<0,0001).
Sonuç: Sonuçlarımız enerji içeceği ve AmED’in PTZ’nin neden olduğu
nöbetler üzerinde bazı olumsuz etkiler yarattığını göstermektedir.
Epilepsili hastalarda ve nöbet geçirmeye yatkın kişilerde kullanımları
tehlikeli olabilir.
|
Amaç: Otizm spektrum bozukluğuna (OSB) sahip olan çocuklarda mizaç
farklılıkları gösterilmiştir; buna rağmen, mizacın OSB şiddeti ve eşlik eden
psikiyatrik belirtilerle ilişkisi henüz çalışılmamıştır.
Yöntem: Elli sekiz OSB tanılı çocuğun mizacını hastalık şiddeti ve
psikiyatrik semptomlar açısından değerlendirdik ve bunları tipik olarak
gelişmiş 58 çocukla karşılaştırdık. Çocuk Davranış Listesi-Kısa Formu
ve çocukların psikiyatrik semptomlarını değerlendirmek için Güçler ve
Güçlükler Anketi uygulandı. OSB şiddet düzeylerini değerlendirmek için
Çocukluk Otizmi Derecelendirme Ölçeği kullanıldı.
Bulgular: Olumsuz duygulanım, çaba gerektiren kontrol ve algısal
duyarlılık puanları OSB tanılı çocuklarda daha düşük bulundu ve hastalığın
şiddeti ile azaldığı tespit edildi. Çaba gerektiren kontrolün davranışsal
problemler, akran problemleri ve toplam güçlükler ile ters korele olduğu
bulundu. Ayrıca kızgınlık/düş kırıklığı, davranış ve akran problemleri ve
toplam güçlük skoru için öngördürücü olarak bulunmuştur.
Sonuç: Bu öncü bulguları doğrulamak ve genişletmek için daha fazla
çalışmaya ihtiyaç vardır.
|
Amaç: Bu çalışmada Antisosyal Kişilik Bozukluğu (AKB) hastalarında
periferik inflamatuar parametrelerden; lökosit hücre düzeyleri, kırmızı
kan hücresi dağılım genişliği (RDW), ortalama platelet hacmi (MPV),
nötrofil lenfosit oranı (NLO), platelet lenfosit oranı (PLO), monosit
lenfosit oranı (MLO), bazofil lenfosit oranı (BLO) değerlerinin sağlıklı
kontroller ile karşılaştırılarak incelenmesi amaçlanmıştır.
Yöntem: Çalışmamıza AKB tanılı 48 hasta ve hastalarla eşleştirilmiş sağlıklı
kontrol grubunu oluşturan 52 kişi alındı. Katılımcılardan aç karnına ve
günün aynı saatine denk gelecek zamanlarda venöz kan örneği alındı.
Tüm katılımcılara; sosyodemografik veri formu, Beck Depresyon Ölçeği
(BDÖ), Beck Anksiyete Ölçeği (BAÖ), Barratt Dürtüsellik Ölçeği (BIS-11),
Buss-Durkee Saldırganlık Ölçeği (BDSÖ) uygulandı.
Sonuçlar: Hastalarda RDW ve bazofil hücre düzeyleri, kontrollerden
anlamlı olarak yüksek idi (sırasıyla p=0,005, p=0,038). BLO, alkol kullanımı
olan katılımcılarda kullanmayanlara göre anlamlı olarak yüksek bulundu
(p=0,016). Diğer laboratuvar parametreleri ve MPV, NLO, PLO, MLO
değerlerinde hasta ve kontrol grubu arasında anlamlı bir fark saptanmadı.
Hastalarda BDÖ, BAÖ, BIS-11, motor dürtüsellik alt boyutu ve BDSÖ,
fiziksel saldırganlık, öfke duyma, düşmanlık duyma, sözel saldırganlık alt
boyutlarının puanları ve ölçeğin genel toplamında saldırganlık düzeyleri
kontrollerden anlamlı olarak yüksek bulundu (sırasıyla p<0,001, p<0,001,
p<0,001, p<0,001, p<0,001, p=0,003, p=0,001, p<0,001). Laboratuar
parametrelerinden RDW, bazofil, monosit, lenfosit düzeyleri ile ölçekler
arasında pozitif yönde, MPV düzeyleri ile depresyon ve dürtüsellik
düzeyleri arasında negatif yönde korelasyon saptandı.
Sonuç: Çalışmamızın sonucunda, AKB etyopatogenezinde inflamasyonun
etkili olabileceği düşünülmüştür. Ayrıca AKB hastalarında semptomların
şiddeti ile RDW, bazofil gibi bazı inflamatuar parametrelerin düzeyi
arasında anlamlı bir ilişki olduğu görülmüştür.
|
Ailevi transtiretin amiloidoz (aATTR), transtiretin (TTR) genindeki
mutasyonlar sonucunda ortaya çıkmaktadır. Hastalığın ana bulgusu
otonom tutulumun da eşlik ettiği ilerleyici duysal ve motor polinöropatidir.
Ancak hastalık nadiren atipik klinik tablolar ile başlayabilir. Elli üç yaşında
erkek hasta, bacaklardan başlayan ilerleyici güç kaybı sebebiyle lomber
spinal stenoz tanısı konularak opere edildi. İki yıl sonra güç kaybı tekrar
ilerlemeye başlayan hastanın yakınmalarına polinöropati ile ilişkili
bulgular da eklendi. Elektrofizyolojik incelemelerde otonom tutulumun
da eşlik ettiği duysal ve motor polinöropati bulguları izlendi. Sural sinir
biyopsisinde amiloid birikimi görüldü. TTR genetik analizinde Glu89Gln
mutasyonu saptandı. Hastalığın tanısının konmasından iki yıl sonra
spinal stenoz nedeniyle hasta ikinci kez opere edildi. Ligamentum flavum
patolojik incelemesinde amiloid birikimi izlendi. Takipleri sırasında,
hastalıkta nadir olarak görülen, laringeal amiloidoz tanısı koyuldu. Hasta,
şikayetlerinin başlangıcından yedi yıl sonra, kardiyak tutulum nedeniyle
kaybedildi. Hastamız, özellikle Glu89Gln mutasyonu sonucunda gelişen
aATTR’nin atipik klinik bulgular ile başlayabileceğini göstermiştir.
Tekrarlayıcı lomber spinal stenoz varlığında aATTR düşünülmelidir.
|