Vaaz bütün dinlerde dinin akide, ahlak, emir ve yasaklarını inananlarına tebliğ etmek için en önemli araçlardan bir tanesidir. Dinlerin mensupları dinlerine ait bilgileri ve ahlaki öğretileri sadece okuyarak değil, aynı zamanda vaazlar aracılığıyla da öğrenmişlerdir. Bu bağlamda Hıristiyanlık’ta da vaaz, dinin anlaşılmasında ve anlatımında büyük bir öneme sahiptir. Her ne kadar Yeni Ahit’te doğrudan vaaz ile ilgili çok fazla bilgi bulunmasa da tarihi süreç içerisindeki uygulamaları ile Hıristiyanlık vaaz ve usulü ile ilgili olarak geniş bir müktesebata sahip olmuştur. İsa, sadece kendisi vaaz etmemiş, aynı zamanda havarilerini de vaaz etmek için görevlendirmiştir. Hıristiyanlık’ta vaaz, referanslarını Kutsal Kitap’tan alan, Kutsal Kitap’ı tefsir mahiyetinde açıklama ve izahları içeren bir hitabet türüdür. Vaaz görevi bütün Hıristiyan mezheplerince 325 İznik Konsili ile birlikte uygulanmasına karar verilmiştir. Vaizlik görevi Katoliklik ve Ortodoksluk’ta piskopos, papaz gibi ruhban sınıfı tarafından yerine getirilirken, Protestanlık’ta ise din adamı sınıfındaki kişilerin dışındakiler tarafından da icra edilmektedir. Bu çalışmamızda Hıristiyanlık’taki vaaz ve vaizlik kültürünü mezheplerin bakış açısından ziyade Yeni Ahit bağlamında incelemeye çalıştık. Zira Yeni Ahit vaaz ve vaizlikte metotla ilgili zengin bir materyal sunmaktadır. Genellikle vaaz ve vaizlikle ilgili müktesebat zaman içerisindeki uygulamalar ile ortaya çıkmıştır.
|
Kur’ân’ın nüzûl gayesi yeryüzünde tevhid inancını te’sis edip insanları dünya ve âhiret saadetine ulaştırmaktır. Bu gayeyi birtakım kural ve kaidelerle gerçekleştiren Kur’ân, bu süreçte en büyük vazifeyi peygamberlere vermiştir. Dinler tarihi ve mukaddes kitaplardaki bilgilere göre bütün peygamberler insanların karşısına mu’cizelerle çıkmışlardır. Peygamberlerin getirdikleri mu’cizeler, ilâhî bir kudrete dayanan, insan gücünün üstündeki olaylardır. Hz. Muhammed de her peygamber gibi birtakım mu’cizelerle insanların karşısına çıkmıştır. Onun en büyük mu’cizesi ise kendisine inzâl olunan Kur’ân’dır. Kur’ân’da yer alan mu’cizelerin bir kısmı insanların his ve duygularına hitap ederken diğer bir kısmı ise onların akıl, fikir ve mantığına hitap etmektedir. Kur’ân’ın i’câz yönü daha çok dil konusuna ve geleceğe yönelik olarak ilmî konulara yöneliktir. Kur’ân; düşünen, akıl sahibi olan insanların, ibret, hikmet, öğüt ve benzeri mu’cize ifade eden bilgilerden faydalanmalarını talep etmektedir. Çünkü kişi akıl ve düşüncesini harekete geçirmekle doğrulara ulaşabilmektedir. Bu da Kur’ân’ın mu’cizelerle dolu olduğunu ortaya koymaktadır. Kur’ân’daki mu’cizeler konusunda çalışmalarda bulunan âlimler, kendilerine göre tasnifler yapmış ve yorumlarda bulunmuşlardır. Telif edilen bu çalışmalarda Kur’ân’ın; dil ve belagat yönünden i’câzı, ilmî i’câzı, geçmiş ve gelecekten haber verme yönünden i’câzı, ortaya koyduğu insan hak ve hukuku istikametindeki i’câzı ve benzeri konularda çeşitli görüşler ileri sürülmüş, bu konularda açıklamalar yapılmıştır. Biz ise bu çalışmada gelecekten haber verme yönünden Kur’ân’ın i’câzı üzerinde durmaya çalışacağız.
|
Bu çalışmanın amacı, 2018’den itibaren uygulanmaya başlanan Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi (4-8) Öğretim Programı’nda yer alan bilişsel kazanımları Yenilenmiş Bloom Taksonomisi’ne göre analiz etmektir. Bu amaç çerçevesinde programda yer alan 103 kazanım incelenmiş ve analiz edilmiştir. Çalışma nitel türde ve tarama modelindedir. Çalışmada verilerin toplanmasında doküman incelemesi tekniği kullanılmıştır. Çalışmanın verileri Talim ve Terbiye Kurulu’nun 19.01.2018 tarihli ve 2 sayılı kararıyla 2018-2019 öğretim yılından itibaren uygulanmasına karar verilen Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi Dersi (4-8) Öğretim Programı’ndan elde edilmiştir. Programda toplam 125 kazanım yer almaktadır. Bu kazanımların 103’ü bilişsel, 22’si duyuşsaldır. Çalışmanın örneklemi, programda yer alan bilişsel alana ait 103 kazanımdan oluşmaktadır. Bu kazanımlar Yenilenmiş Bloom Taksonomi’sinin tablosu kullanılarak incelenmiş ve analiz edilmiştir. Çalışmada elde edilen bulgulara göre taksonominin her iki boyutunda da kazanımların alt düzey basamaklarda yoğunlaştığı tespit edilmiştir. Kazanımların büyük çoğunluğunun bilgi boyutunda olgusal bilgi ve kavramsal bilgi basamaklarında; bilişsel süreç boyutunda ise hatırlama ve anlama basamaklarında olduğu görülmüştür.
|
Türk sosyal ve siyasal olayları içinde önemli bir yeri olan Şeyh Bedreddin Simâvî (ö. 823/1420), XIV. ile XV. yüzyıllarda yaşamış, önemli fıkıhçı ve sûfilerden biridir. Vahdet-i vücûd fikrini savunan Şeyh Bedreddin’in, âsî ve bürokratik bir kimliği vardır. Şeyh Bedreddin, fıkıh ve tasavvuf alanında temayüz etmiş bir âlimdir. Ancak adının karıştığı isyanlar nedeniyle ilmî kişiliği yeterince ele alınamamış, dolayısıyla da onun aktivist kişiliği ön plana çıkmıştır. Diğer taraftan Şeyh Bedreddin, İslâm inancına getirdiği farklı yorumlardan dolayı dikkatleri üzerine çekmiştir. Şeyh Bedreddin’in Tefsir, Fıkıh, Nahiv ve Tasavvuf gibi alanlarda birçok eseri bulunmaktadır. Vâridât adlı eseri ise Tasavvuf literatüründe en çok tartışılan kitaplar arasında yer almaktadır. Bu eserde kelâmî görüşlerini dile getiren Şeyh Bedreddin, insanların itikatlarını bozduğu, özellikle de kıyamet ve cismanî haşrı inkâr ettiği gerekçesiyle Osmanlı uleması tarafından ciddi eleştirilere maruz kalmış ve zındıklıkla itham edilmiştir. Bu çalışmanın amacı, Şeyh Bedreddin’in, Vâridât adlı eseri bağlamında kelâmî görüşlerini tespit etmektir. Bu çalışmada Şeyh Bedreddin’in Vâridât’ını, vahdet-i vücûd anlayışıyla yazdığı, mutlak varlık, âhiret, melek, cin, şeytan, cennet, cehennem gibi vb. kelâmî konuları âyet ve hadisler bağlamında farklı bir bakış açıyla yorumladığı ve zamanla İslâm inancının dışına çıkan bâtınî fikirlere sahip bir duruş sergilediği tespit edilmiştir.
|
Osmanlı padişahları tarafından Mekke ve Medine’ye gönderilen hediyeler kayıt altına alınmış ve bu yardımlarla ilgili bilgileri içeren defterlere Surre Defterleri adı verilmiştir. Mekke ve Medine Müslümanlar için önemli şehirlerdir. Bu nedenle Müslüman yöneticiler tarafından bu kutsal beldelere ayni ve nakdi yardımlar yapılmıştır. Medine’nin Osmanlı hâkimiyetinden geçmesinden sonra, Osmanlı padişahları bu şehre sürekli olarak surre göndermişlerdir. Ayrıca, kurulan bazı vakıfların vakıf şartlarında Medine’ye yardım gönderilmesi şart koşulmuştur. Bunlardan biri de IV. Mehmed’in annesi Valide Sultan tarafından kurulan vakıftır. Valide Sultan’ın 1663 yılında kurduğu vakfın vakfiyesinde İstanbul ve Medine’de kurulan vakıfların yönetimi, vakıf çalışanları ve ücretleri gibi bilgiler yer almaktadır. Bu makalede, Surre Defterleri içerisinde yer alan 96 numaralı defter incelenecektir. Bu defterden elde edilen bilgiler doğrultusunda Valide Sultan Vakfı’ndan 1663 yılında Medine’ye gönderilen surre örneğinde, Osmanlı’da vakıf ve hayırseverlik değerlendirilecektir.
|
Mustafa Lutfî el-Menfalûtî 19. yüzyılda yetişmiş, özelde Mısır genelde ise Arap edebiyatının öncü isimlerindendir. Kendine has yazım tarzı ve üslubuyla döneminin yazarları arasında öne çıkan yazarlardandır. Bu haliyle içinde yaşadığı toplumu ve kendinden sonra gelen pek çok yazarı etkilemeyi başarmış ve bir dönem Mısır edebiyatında silinmez izler bırakmıştır. Menfalûtî insanlığın daha iyi ve güzele ulaşması için kalemini aracı kılmış, kurguladığı öyküler ve yazdığı eserlerle insanları iyiye, doğruya ve dinî değerlere yöneltmeye çalışmıştır. Eserlerinde genelde sosyal konuları işlemiş, toplumun sorunlarının sesi olmaya çalışmıştır. Bu açıdan Menfalûtî’nin sosyal gerçekçi bir yazar olduğunu söylemek mümkündür. “Yevmu’l-Hisâb/Hesap Günü” öyküsü Mustafa Lutfî el-Menfalûtî’nin en-Nazarât adlı eserinde yer alan bir öyküdür. Menfalûtî’nin yaşadığı toplumda gördüğü yanlışları dile getirdiği öykü rüya şeklinde kurgulanmış olup dinî, ahlaki ve sosyal mesajlar verme amacı taşımaktadır. Modern dönemle beraber Mısır’ın Avrupaî reformlarla Avrupa kültürünün etkisine girmesi ve dinî-kültürel açıdan yozlaşmaya yüz tutması Menfalûtî’yi eserlerinde bu konuları işlemeye yöneltmiştir. “Yevmu’l-Hisâb/Hesap Günü” öyküsü özelinde görüldüğü üzere Menfalûtî, yazılarında halkına karşı sorumluluk bilinciyle hareket etmiş ve didaktik eserler ortaya koymuştur. Eserlerinde görülen karamsarlık ve duygu yoğunluğu hali yazılarının karakteristik özelliklerindendir. Bu makalede Mustafa Lutfî el-Menfalûtî’nin hayatı hakkında bilgi verilmiş ve “Yevmu’l-Hisâb/Hesap Günü” adlı öyküsünün çeşitli yönlerden analizi yapılmıştır.
|
Hz. Peygamber (s.a.s) Kur’ân-ı Kerim’in talimini sahâbesine yedi harf ruhsatı çerçevesinde yapmıştır. Dolayısıyla her sahâbî aynı kıraati talim etmemiş ve her biri kendi kıraatini bir diğer sahâbînin öğrendiği kıraatle karıştırmadan Kur’ân-ı Kerim’i tilavet etmiştir. Tatbik edilen bu usûl, kıraat ilminin müstakil bir disiplin olmasından sonra kaleme alınan eserlerde yer alan tarîklerin birbirine karışmasını engellemek için de uygulanmıştır. İşte bu yönteme ‘tahrîrât’ adı verilmiştir. Kıraat ilminin en bakir alanlarından olan tahrîrât, İbnü’l-Cezerī’nin (öl. 833/1429) en-Neşr fi’l-ḳırāʾāti’l-ʿaşr ve Ṭayyibetü’n-neşr fi’l-ḳırāʾāti’l-ʿaşr adlı eserlerinde yaklaşık bin tarîke yer vermesi sebebiyle aşere-i kübrâ üzerine yoğunlaşmıştır. Zira bu iki eserin içerdiği tarîk sayısının fazla olması tahrîrâtla alakalı daha fazla konuya yer verilmesini gerektirmiştir. Ancak dar çerçevede de olsa yedi kıraat ve aşere-i suğrâ ile alakalı tahrîrât edebiyatı ortaya çıkmıştır. Bu çalışmada Ḳāsım b. Fīrruh eş-Şāṭıbī’nin (öl. 590/1194) yazdığı ve yedi kıraat tedrisatının temel eserlerinden olan Ḥirzü’l-emānī ve vechü’t-tehānī üzerine kaleme alınmış tahrîrât eserlerinin tespiti ve tahlili amaçlanmıştır. Bu bağlamda ayrıca Ḥirzü’l-emānī özelinde kaleme alınan tahrîrât eserlerinin içeriği “eimmeten” (أئمة), “yebsuṭ” (يبسط) ve “besṭaten” (بسطة) örnekleri üzerinden değerlendirilerek ilgili eserlerin bir bütünlük arz edip etmediğinin ortaya konulması hedeflenmiştir.
|
Bu makale, İslam metafiziğinin Türkçe imkânı hakkında yapılan çalışmalardan birisidir. Özgün adıyla bir meta-varlık çalışmasıdır ve Kaşgarlı Mahmut’un Dîvânu Lügâti’t-Türk adlı eserine odaklanmaktadır. Eser, bir sözlüktür ve grameri barındırmakta, Arapça örnekliğinde Türkçeyi anlatmaktadır. Onun bu anlatımları, içinde felsefî bakıştan izler barındırmaktadır. İşte bu çalışmada, eserde yer alan felsefî izler ile ontoloji kavramları tespit edilmektedir. Kaşgarlı Mahmut’un dile bakışı, düalizmden monizme yükselen, oradan metafiziğe ulaşan bir bakıştır denilebilir. Onun meselesi, dil, dilin ilkeleri ve unsurlarıdır. Kaşgarlı, dili düalist bir ilkeyle temellendirir. Bu iki ilkeden biri isim, diğeri fiildir. Fiil, isme verilen bir sıfattır. İsim ise kendisinden fiil ortaya çıkan (hudûs) kimsedir. Buna göre fiil, etkin öznedir, teknik Arapça terimle el-ismü’l-fâildir. İsm-i mefûl, fiilden tesir almış isimdir. Zaman, alet, mekân isimleri, etkin özneyle ilişkili olarak var olan isimlerdir. Kaşgarlı Mahmut isim monizmi içerisinde ontik kavramlara da yer vermektedir. Var (bar), öz’ün fiilidir. Bu fiil, öz’ün sıfatıdır. Arapça mukabili kâne’dir, zıddı olan leyse’nin Türkçe mukabili ‘yok’tur. Bir diğer dilci Endülüsî’ye göre bar, “mevcû”dun, yok “madûm”un mukabilidir. Kaşgarlı ontolojisinde bir diğer varlık fiili turur fiilidir. Bu fiil, -dır, -dur bağ fiilidir. Kaşgarlı’nın monizmini ortaya koyan kavramı ise “ol” kavramıdır. Ol hem ismin, yani etkin-öz’ün hem yüklemin yani öz-fiilin yerine kullanılan bir kavramdır.
|
اللغة هي الوسيلة التي تستخدمها الشعوب للتعبير عن حاجاتها وفكرها وثقافتها، ولا شك في أنّ الاحتكاك بين الشعوب يفضي إلى تأثير اللغات على بعضها البعض، وينتج عنه ما يعرف بالتلاقح اللغوي، ولا ضير في التلاقح اللغوي بين اللغات في العالم، خصوصًا إذا كان مع لغة حكمت العالم الإسلامي عدة قرون؛ ألا وهي لغة الخلافة العثمانية. إذ تعد اللغة التركية من اللغات القديمة والمهمة في المنطقة والعالم، والتي أثرت وتأثرت باللغة العربية ولهجاتها، وكان تأثيرها في اللهجة العراقية كبيرًا وواضحًا، ولم يقتصر أثر اللغة التركية في اللهجة العراقية على الألفاظ، بل تعدى إلى تراكيبها، وهذا التأثير ناتج من عدة عوامل أهمها: بقاء العراق تحت حكم الخلافة العثمانية عدة قرون، وكذلك التجاور بين البلدين والعلاقات التجارية، والثقافية. ولاتزال هذه الكلمات والتراكيب حاضرة بعد عدة قرون من حكم الخلافة العثمانية للبلاد العربية.تهدفُ هذه الدراسة إلى بيان العلاقة بين اللغة التركية واللهجة العراقية، ومدى تأثير اللغة التركية في اللهجة العراقية المعاصرة من خلال إحصاء الكلمات والأساليب التركية الموجودة في اللهجة العراقية في الوقت الحاضر، وقد تبيّن من خلال الدراسة أن للغة التركيّة تأثيرًا كبيرًا على اللغة العربية ولهجاتها، وخاصّة اللهجة العراقيّة؛ فقد وقفنا على أكثر من مئةِ كلمةٍ تركيّةٍ حاضرة في اللهجة العراقية، إضافة إلى بعض الأساليب والتراكيب التركية التي تكاد أن تكون قياسية في اللهجة العراقية، ولم يقتصر هذا التأثير
|
Fahreddin er-Râzî (ö. 606/1210), İslâmî ilimlerin zirveye çıktığı 12. yüzyılda yaşayan ve dönemindeki hemen her ilmî alanda eserler ortaya koyacak kadar engin bir ilmî müktesebâta sahip velüd bir âlimdir. Ömrünün son döneminde kaleme alıp bütün ilmî birikimini sergilediği tefsiri Mefâtîhu’l-gayb, kelâm, felsefe, Arap dili ve belâgati, fıkıh ve usûlü, tıp ve astronomi başta olmak üzere çok sayıda konuyu ihtiva eden geniş hacimli bir eserdir. Tefsir, Arap diliyle ilgili önemli ölçüde malumat içermesiyle de önem arz etmektedir. Râzî, âyetleri yorumlarken mesellerden fazlasıyla istifade etmiş ve konuyla ilgili önemli açıklamalarda bulunmuştur. Emsâlü’l-Kur’ân, “İlâhî hakikatlerin hatırlatılması, verilmek istenen mesajın zihinlerde daha iyi yer edecek şekilde tasvir edilmesi amacıyla âyetlerde kullanılan örneklendirmeye dayalı ifade biçimlerini konu edinen ilim dalıdır” şeklinde tanımlanabilir. Emsâl ve Kur’ân terkibinden oluşan söz konusu ilim, meseller boyutuyla daha çok belâgat ilminin, Kur’ân boyutuyla daha çok tefsir ilminin ihtisas alanına girmektedir. Fahreddin er-Râzî, her iki alanda da yetkin olan ve eserler ortaya koyan bir âlimdir. Râzî’nin, tefsirinde âyetleri yorumlarken ve kelimeleri çeşitli şekillerde açıklarken, satır aralarında ayrıntılı şekilde ele aldığı meseller konusuna yaklaşımının ve konuyla ilgili açıklamalarının tespiti çalışmanın amacını oluşturmaktadır. Klasik bir eserde, belirli alanda bilgi edinmeye dayalı olması hasebiyle çalışmada ağırlıklı olarak deskriptif yöntem uygulanmıştır. Bunun yanında elde edilen malumatın değerlendirilmesi esnasında ise analitik yöntemden istifade edilmiştir.
|