Bu çalışmanın amacı halk şiiri geleneği ile Birhan Keskin şiirinin akrabalığını aşk ve doğa izlekleri çerçevesinde metinlerarası bir okumayla sorgulamaktır. Sonuç olarak Birhan Keskin çağdaş bir şair olarak geleneksel olanı poetikasının güçlü bir kaynağı olarak benimsemiş, halk şiirinin animist/ mistik/ aşkın ve akışkan anlayışını çağdaş Türk şiirine eklemlemiştir. Keskin, Yunus Emre ve Karacaoğlan’la yüksek düzeyde metinlerarası bir söyleşim içindedir. Halk şiiri geleneğinin doğaya öykünme ve doğanın sağaltıcı gücüne sığınma izlek ve motiflerini, döngüsel tarih ve arkaik kadınlık mitiyle birleştirmiştir. Keskin, şiirinin metafiziğini Türkçe mistik şiir üzerinden var etmiş, romantik aşkı ve doğayı yeniden yüceltmiştir. Birhan Keskin kadim olanı tekrar etmekle kalmamış, Türk halk şiirinin hiyerarşisiyle modern karşıtlığı arasında, ekofeminist bir köprü kurmaya çalışmıştır. Keskin’in geleneksel şiirle söyleşmesi kuşkusuz şiirine doyumsuz bir kültürel derinlik, söylemine tanıdık bir dilsel kolaylık sağlamıştır. Keskin’in şiiri, Akışkan modern şiirin de halk şiirinden nasıl yararlanıldığını göstermek açısından şiirin kültürel belleği lehine yol açıcı olmuştur.
|
Önce öykü yazarı kimliğiyle tanınan Seray Şahiner, 2014’te yayımlanan ilk romanı Antabus’un ardından “Reklamı Atla” adıyla denemelerini bir araya getirir. Yazarın ikinci romanı Kul ise 2017’de yayımlanır. Apartman merdivenlerini temizlemekle geçimini sağlayan Mercan’ın yaşamına odaklanan Kul, 2018’de Şahiner’e Orhan Kemal Roman Armağanı’nı kazandırır. Kul, yalnızlığı ve çaresizliği ile baş etmeye çalışırken umutlarına tutunan Mercan’ın yaşamındaki eksiklikleri, televizyonla kurduğu ilişkiyi, çekip gitmiş kocasıyla doğmamış çocuğuna duyduğu özlemi ve bu arada aradığı çareleri anlatan bir romandır. Mercan, emeğiyle geçinen ve fark edilmeden yaşamını sürdüren kadınların temsilcisi konumundadır. Bu makale; “Yukarıdakiler ve aşağıdakiler”, “Mercan’ın yalnızlığı ve televizyonla kucaklaşma”, “Sokağa çıkan Mercan’ın bireyselliğine yürüyüşü” ile “47. Orhan Kemal Roman Armağanı” alt başlıklı bölümlerden oluşmakta ve Mercan’ın kendi ayakları üzerinde durma çabasının kendine özgü niteliklerini ortaya koymayı amaçlamaktadır.
|
Bu çalışmada Jale Sancak’ın Uyanan Güzel romanının kadın karakteri Vahide’nin kendilik oluşturma süreci kendilik kuramı çerçevesinde içerik analizi yöntemiyle çözümlenmiştir. Jale Sancak, Uyanan Güzel romanında ataerkil toplum kıskacında kalan, şiddetin çeşitli boyutlarına maruz kalarak eve kapatılan, ötekileştirilip susturulan kadınların varoluş sancılarını sorgular. Jale Sancak, Uyanan Güzel romanında kadınların çocuklukta ataerkil düşünce kalıplarıyla çevrelenip toplumun otokontrolüne teslim edilen iç varlığına işaret eder. Kadının bireyleşmesinin mümkün olduğunu vurgulamak yönünde ataerkil sisteme karşı toplumsal bir farkındalık yaratma çabası içine girer. Romanda Vahide karakteri ile susturulan, hayalleri elinden alınan kadınlar için kendilik oluşturmanın zor olduğu ancak imkânsız da olmadığı olay örgüsü ve karakter sentezleriyle ortaya konmaktadır. Kadının erkeği dışlamadan, vicdan ve merhametini yitirmeden benliğini koruyarak mutluluğa uyanabileceği sezdirilmektedir. Kendi yaşamının iplerini eline alıp “kendi olarak” topluma gözlerini açan kadınların kamusal alanda da eyleme geçebildiği, böylelikle bütüncül bir kimliğe erişebildiği vurgulanmaktadır.
|
Eğitim sistemleri canlı organizmalardır. Nefes alıp verirler. Bazen de krize girebilirler.Ancak sistemi oluşturan insan, anlam ve imkânlar etkili bir şekilde çalışabilirlerse krizler yenifırsatlara dönüşebilir. Eğitim sistemleri öncelikle devleti oluşturan bireylerin zihinlerindeinşa edilmelidir. Bir devlet veya toplum düzeyinde yapılan değerlendirmeler çoğu zamaneğitim sistemleri dikkate alınmadan yapılır. Bu nedenle değerlendirmeler çoğu zaman eksik,yanlış veya bütünlükten yoksundur. Eğitim bilimciler genel anlamda eğitim sistemine veonun bir alt kümesi olan okula odaklandıkları için sıklıkla ülke veya toplum düzeyindedeğerlendirmelere uzak kalabilirler. Hâlbuki eğitim sistemleri ve okullar nefeslerini içindebulundukları toplumdan alırlar ve topluma verirler. Eğitim sistemleri bir toplumu, devletisürekli yeniden ürettiği için onu anlamadan bir toplumu veya devleti anlamak mümkündeğildir. Bu amaçla makale insan, okul, eğitim sistemleri, toplum ve devlet ilişkisinianlamaya odaklanmıştır. Makale alan yazın taraması yöntemiyle hazırlanmıştır. Makale,eğitim sistemi üzerinde nihai bir kanaat oluşturmayı değil, öncelikle yeniden düşünmemiziamaçlamaktadır.
|
Uzaktan eğitim uygulamaları ile birlikte öğrenci ve öğretmenlerin aynı veya farklızamanlarda mekândan bağımsız olarak öğrenme süreçlerini gerçekleştirmesi mümkünolmaktadır. Bu araştırmanın amacı, okullaşma sürecinde uzaktan evde eğitime(homeschooling) geçiş sürecini incelemektir. Bu amaca yönelik olarak, öncelikle uzaktaneğitimin tarihsel gelişimine yönelik literatür ele alınmıştır. Daha sonra Dünya’nın maruzkaldığı Covid-19 pandemisi koşullarında MEB’in izlediği politika ve stratejilere yer verilmişve bu süreçte “sosyal mesafe”ye en uygun yöntem olarak tercih edilen ve uzaktan eğitimin birtürü olan çevrim içi öğrenme bağlamında değerlendirmeler yapılmıştır. Bu öğretim türününçeşitli faktörlere ve eğitim kademelerine göre etkisi incelenerek, çevrim içi eğitime ilişkinyeterlikler ifade edilmiş ve dezavantajlı aile çocuklarının eğitime erişimi konusundakiendişeler ele alınmıştır. Ayrıca bu çalışmada, pandemi dönemindeki öğrenme deneyimlerinineğitim sistemleri üzerinde kalıcı bir etkisi olabileceği ve gelecekte okullarda yüz yüze eğitimhizmetlerinin kesintiye uğraması durumunda, öğrenmenin sürekliliğini sağlamak içinuzaktan öğrenmeye yumuşak bir geçiş sağlamanın gerekli olduğuna yönelik çıkarımlaryapılmıştır.
|
Dijitalleşme günlük yaşamı her anlamda etkileyen bir süreç olarak çocuk ve gençlerinpsikososyal gelişimi ve eğitimi açısından ebeveynler ve öğretmenlerin rolleri vesorumluluklarında bir dönüşümü de beraberinde getirmektedir. Bu rol ve sorumluluklarındayandığı anlayış genç kuşağın dijital öğrenme ve gelişme olanaklarından maksimumdüzeyde faydalanmalarını desteklerken; onların dijital risklerden korunmasını sağlamaktır.Çünkü gelinen noktada, dijital medya ve bu amaçla kullanılan teknolojik araçlarçocukların ve gençlerin yaşamalarının ayrılmaz bir parçası olmaya başlamıştır. Dijitalokuryazarlığın önemine dikkat çekilerek, burada, dijitalleşme olgusunun çocuk ve gençlerinpsikososyal gelişimi ve eğitimine yönelik dönüştürücü etkisi, yine dijital çağın getirisi olanöğrenme olanakları ve riskler açısından, ebeveynlerin ve öğretmenlerin değişen rollerineodaklanılarak tartışılmaktadır. Bu noktada ebeveyn ve öğretmenlerin bütüncül bir dijitalokuryazarlık politikası kapsamında desteklenmesine yönelik ihtiyaç ifade edilmektedir.
|
Bu makalede 2002 yılı sonunda iktidara gelen Adalet ve Kalkınma Partisinin (AK Parti)uyguladığı Milli Eğitim Politikaları incelenmiştir. Çalışmada, konu ile ilgili literatürtaranarak, AK Parti’nin parti ve hükümet programları, Milli Eğitim Şuraları (MEŞ) veDevlet Planlama Teşkilatı Beş Yıllık Kalkınma Planları (DPT BYKP) ele alınmıştır. Analizsonucunda, AK Parti’nin ekonomik alanda benimsediği özelleştirme ile dini eğitimeyönelme anlayışlarının ortaya çıktığı gözlenmiş ve her kademede özel okul sayısı devletdestekli olarak arttırılmıştır. Özelleştirme sonucunda, varlıklı aileler daha nitelikli olduğudüşüncesi ile çocuklarını özel okullara göndermeyi tercih etmişlerdir. Bunun toplumsalsonucu olarak, “eğitimde fırsat eşitliği” bozulmuş, yoksul aile çocukları nitelikli eğitimdenyararlanamamış, bazıları sekiz yıllık eğitimden sonra sistem dışına çıkmıştır.
|
1946 yılında kurulan Demokrat Parti, iktidara gelmeden önce demokratikleşme vaatlerinde bulunmuştur. Bu vaatlerden bir kısmı da basına yönelik olmuştur. O dönem basın kuruluşlarının birçoğu da bu vaatlere karşılık vererek Demokrat Parti’yi desteklemiştir. İktidara geldikten sonra değiştirilen Basın Kanunu ile gazeteciler ve basın kuruluşları bir süre özgürce gazetecilik yapabilmişlerdir. Ancak ilerleyen dönemlerde çıkarılan farklı yasalar ve Basın Kanunu üzerinde yapılan değişiklikler vasıtasıyla gazetecilerin özgürce yayın yapma olanağı ortadan kalkmıştır. Demokrat Parti döneminde birçok gazetecinin hapse girdiği ve birçok basın kuruluşunun çeşitli sürelerle kapatıldığı bilinmektedir. Bu çalışmanın konusu olan Akis Dergisi de 1954 yılında yayın hayatına başlamıştır. İlk sayılarda tarafsız bir yayıncılık politikası izlemiştir. Ancak ilerleyen dönemlerde muhalif bir yayın politikası izleyen Akis Dergisi, gündem belirlemeye başlamıştır. Bu çalışmanın amacı Akis Dergisi’nin nasıl muhalif bir yayın politikasına geçtiğini ve özellikle 1960 yılının başından 27 Mayıs Darbesine kadar geçen süreçte nasıl gündem belirlediğini göstermeye çalışmaktır.
|
Türkiye son altmış yıl içinde ikisinde askerlerin yönetime el koyduğu, ikisinde ise iktidarın değiştiği dört ‘başarılı’ askeri müdahale yaşamıştır. Bunlara, Albay Talat Aydemir’in müdahale girişimleri ve 15 Temmuz kalkışması da dâhil edilirse, ülke üç başarısız askeri müdahale girişimine sahne olmuştur. Türk Silahlı Kuvvetleri askeri müdahaleler aracılığıyla Türk siyasi yaşamında etkili bir karakter olmayı başarmıştır. Ordunun siyasi hayattaki nüfuzu ekonomik hayatta da karşımıza çık-maktadır. Bu çalışmada Türk ordusu ve sermaye arasındaki ilişki siyasi süreçler dâhilinde ele alınılmıştır. Bu bağlamda çalışmada Türk ordusu ve sermaye arasındaki ilişkiye Ordu Yardımlaşma Kurumu (OYAK) ve diğer askeri vakıf şirketleri yönetim kurulları üzerinden bakılmıştır. Bu şirketlerdeki yönetim kurullarındaki emekli üst rütbeli subayların dağılımı ve asker/sivil oranlarındaki değişme üzerinden Türk Silahlı Kuvvetleri ve siyaset ilişkisi incelenmiştir.
|
Abdulkadir ŞENKAL
Abdulkadir ŞENKAL
Küreselleşme, diğer faktörlerin yanı sıra hızlı teknoloji transferleri, hızlı yatırım temposu ve küresel bilgi erişimi ile tetiklenen daha yüksek büyüme, istihdam seviyeleri, yaşam standartları ve sosyal koruma için potansiyel olarak geliştirilmiş mali açıdan kayda değer bir pozitif potansiyele sahiptir. Bununla birlikte, faydaları ülkeler içinde ve arasında eşit olmayan bir şekilde dağılmıştır. Bu durum hem gelişmiş ve hem de gelişmekte olan ülkeler açısından ciddi sorunlar ortaya çıkarmaktadır. Dolayısıyla sosyal koruma, küreselleşme sürecinde ciddi açıklara neden olan bir kavramdır. Yirminci yüzyılın başlarında Batı ülkeleri tarafından yeni sosyal koruma programları benimsenmeye başlandıkça toplumsal refaha olan ihtiyacın kapsam ve önemi daha fazla tartışılır hale gelmiştir. Bu tartışmalar, II. Dünya Savaşı’ndan sonraki yıllarda yoğunlaşmış ve hem gelişmiş hem de gelişmekte olan ülkelerde yaygınlaşarak fonlama, hedefler, yönetim ve kapsamı etkileyen konular şeklinde ortaya çıkmıştır.
|