Objective: In relation to torsion, mass appearance may occur
due to hemorrhage into the cyst, and blood supply of the over
tissue may not be well evaluated radiologically. For this
reason, the diagnosis of torsion and non-torsion MCT
continues to be a serious dilemma.
Material and Methods: The laboratory and imaging methods
of ovarian teratomas with or without torsion were compared
with the statistical method. The results were evaluated
statistically by using SPSS version 24. Normality checks were
performed with the Shapiro-Wilk test. The groups were
compared with the independent samples t-test. Statistical
significance was p <0.05.
Results: 40% of the cases with CRP level elevation, torsion
were significantly higher (> 5 mg / L). The most common
surgical approach was fertilization protective cystectomy
applied in 14 cases (77 %).
Conclusıon: The first choice in benign ovarian masses is
fertility protective surgery. CRP, WBC and CA19-9 can be a
marker, especially in torsion cases. The planning of the study
with prospective and large number of patients will be
appropriate.
|
Amaç: Yüksek miyopiye bağlı foveoskizisi (MF) olan
hastalarda pars plana vitrektomi (PPV) ve internal limitan
membran (İLM) soyulmasının uzun dönem sonuçlarını
değerlendirmek.
Gereç ve Yöntem: Geriye dönük olarak yapılan bu çalışmada
MF nedeniyle PPV ve İLM soyulması yapılan hastaların
dosyaları incelendi. En iyi düzeltilmiş görme keskinliği
(EİDGK) ve EİDGK’deki değişim değerlendirildi. Optik
koherens tomografi (OKT) kullanılarak ameliyat öncesi fovea
dekolmanı (FD) , ameliyat sonrası elipsoid zon defektinin
(EZD) varlığı, ameliyat öncesi ve sonrası santral makula
kalınlığında(SMK) değşim değerlendirildi.
Bulgular: Çalışmaya 20 hastanın 25 gözü dahil edildi.
Ameliyat öncesi EİDGK ortalama 1,41±0,32 logMAR (1,0-1,8
logMAR) iken, ameliyat sonrası EİDGK 0,87±0,41 logMAR
(0,3-1,8 logMAR) olarak bulundu. Ameliyat sonrası 20 gözde
(%80) görme keskinliğinde artış elde edilirken, 4 gözde (%16)
görme keskinliğinde değişiklik olmadığı ve 1 gözde (%4) ise
azalma olduğu görüldü.
Ameliyat öncesi (SMK) ortalama 683,8±155,4 µm iken,
ameliyat sonrası 262,6±46,5 µm olarak saptandı. Ameliyat
öncesi ile kıyaslandığında SMK’de ameliyat sonrası 1. yılda
anlamlı olarak azalma görüldü (p<0.001). Gözlerin 20’sinde
(%80) foveoskizis ameliyat sonrası 1. yılda anatomik olarak
tamamen düzelirken; 5 gözde (%20) OKT’de SMK’de azalma
ve foveoskiziste kısmi düzelme olduğu halde tam olarak
ortadan kaybolmadığı saptandı.
Sonuç: MF için uygulanan vitrektomi ve İLM soyulmasının
görme keskinliği artışı ve anatomik düzelme sağlamada etkili
ve güvenilir bir cerrahi yöntem olduğu sonucuna varıldı.
|
Ayhan KUL, Ömer ARAZ
Ayhan KUL, Ömer ARAZ
Introduction: The aim of this study was to assess
vitamin D levels in obstructive sleep apnea syndrome
(OSAS) and whether there is a relationship between the
severity of the disease and vitamin D.
Materials and Methods: In this retrospective study,
demographic data, serum 25-Hydroxycholecalciferol [25
(OH) D3], parathyroid hormone (PTH), calcium (Ca),
phosphate (P), magnesium (Mg) levels and disease
severity [mild, moderate and severe OSAS (AHI = 5-15,
16-30,> 30 / hour)] of patients diagnosed with OSAS by
using polysomnography [apnea-hypopnea index (AHI>
5/hour] and normal patients (AHI <5/hour)] were
evaluated based on hospital records.
Results: Of the 293 subjects whose records were
examined, 229 had OSAS (mean age 55.7 ± 11.3 years;
age range 26-86 years), whereas 64 subjects were normal
(mean age 55.4 ± 13.7 years; age range 24-78 years). 25
(OH) D3 level was significantly lower while BMI and
PTH levels were higher in OSAS patients compared to
the control group (p <0.05). 25 (OH) D3 levels were
significantly lower in patients with severe OSAS (p
<0.05). In addition, there was a weak negative
relationship between AHI and 25 (OH) D3 (p: 0.001, r: -
0.328), while a weak positive relationship was observed
between PTH (p: 0.001, r: 0.186) and BMI (p: 0.001, r:
0.208).
Conclusion: OSAS patients have vitamin D deficiency,
and patients especially with severe OSAS have lower
vitamin D deficiency. Therefore, We think that making
up of vitamin D deficiency in these patients may be
beneficial in reducing the severity of the disease.
|
Ali ÇİFT, Can BENLİOĞLU
Ali ÇİFT, Can BENLİOĞLU
Objective: To evaluate the results of retrograde intrarenal
surgery (RIRC) performed in our clinic in cases with renal
stones.
Materials and Methods: The results of 90 patients that
underwent RIRC between June 2016 and January 2019 were
evaluated retrospectively. The demographic data and the
preoperative and postoperative clinical characteristics of the
patients were examined.
Results: The mean age of 90 patients that underwent RIRC
(41 men/49 women) was 43.35 (21-84) years, and the mean
stone size was 16.22 (10-28) mm. The operation was
performed under general anesthesia in 38 patients (42.22%)
and spinal anesthesia in 52 (57.78%). The mean operation
duration was 61.76 (30-115) min, and the mean stone
fragmentation time was 48.33 (15-95) min. In 23 patients
(25.55%), a double-J stent was inserted into the ureter since
the kidney could not be reached due to stenosis. In 75 patients
(83.33%), a double-J stent was placed at the end of the
operation. The mean hospital stay was 1.08 (1-3) days. The
stone-free rate was 71.12%. Of the cases with residual stones,
21 (23.32%) underwent an additional intervention and five
(5.55%) were followed up without further intervention.
Complications were observed in 13 patients (14.44%) and
evaluated according to the modified Clavien classification.
Conclusion: In the presence of adequate equipment and
experience, RIRC is an effective and safe procedure with high
success, low complication and minimal morbidity rates in the
treatment of renal stones.
|
Kemal AYENGİN, Veli AVCI
Kemal AYENGİN, Veli AVCI
Amaç: Tiroid kanserleri en sık görülen endokrin doku
malignitelerindendir. Son yıllarda tüm dünyada çocukluk
çağında gittikçe artan oranlarda görülmektedir. Bu çalışmada
amaç kliniğimizde cerrahi işlem uygulanan tiroid hastalarında
tiroid nodül hacminin, çapının ve multisentrisitenin malignite
üzerine etkisini araştırmaktır.
Gereç ve Yöntem: 2014-2019 yılları arasında troid nodülü
nedeni ile total tiroidektomi ve/veya lobektomi uygulanan 1-
17 yaş arası toplam 20 çocuk hasta değerlendirildi. Hastaların
yaş, cinsiyet, nodül çapı, hacmi ve multisentrisitenin malignite
üzerine etkisi açısından geriye dönük incelendi.
Bulgular: Çalışmadaki hastaların 15’i kız, 5’i erkekti.
Hastaneye başvuru yaşı ortalama 14 yıl, nodül çapı malignlerde
3 cm, benignlerde 2 cm iken; nodül hacmi hem malign hem de
benignlerde 7,8 cm3 bulundu. Cerrahi işlem sonrası patoloji
sonuçlarına göre multisentrisite dokuz hastada mevcuttu. Bu
dokuz hastanın yedisi malign, ikisi benign karekterdeydi.
Sonuç: Çalışmada artmış nodül çapı, hacmi ve
multisentrisitenin malignite riskini arttırmadığı görüldü. Bu
yüzden tiroid cerrahisinde işleme karar verilirken nodülün
çapı, hacmi ve multisentrisitenin maligniteyi tahmin etmek
veya cerrahi rezeksiyona karar vermek için kullanılamayacağı
kanısındayız
|
Murat GÜNDAY
Murat GÜNDAY
Bu olgu sunumunda üç gün önce göğüs ağrısı şikayeti
başlayan, tanısı geciken, kliniğimizde tip 1 aort diseksiyonu
tanısı alan hastanın başarılı bir şekilde yapılan tubuler greft
implantasyonu ile tedavisi aktarılmıştır.
|
Konstipasyon, gastrointestinal sistemin fonksiyonel
bozuklukları arasında yer alan, her yaştan bireyi etkileyen,
sağlığı tehdit eden önemli bir semptomdur. Günümüzde
konstipasyon görülme oranı toplumlara göre %2-34 arasında
değişmektedir. Ülkemizde popülasyona dayalı yapılan
araştırma sonuçlarına göre konstipasyonun görülme oranı
%22-40 arasında değişmektedir. Son yıllarda sağlık bakımında
farmakolojik olmayan yöntemler yaygın olarak
kullanılmaktadır. Bu yöntemlerden biri olan akupresur, ağrıyı
azaltmak, gevşemeyi ve rahatlamayı sağlamak, gastrointestinal
motiliteyi arttırmak, semptomları azaltmak için bedende
akupunktur meridyenleri ve meridyenler üzerinde bulunan
belli noktalara pres-bası ve ovma benzeri manipülasyonlarla
yapılan uygulamadır. Birçok farklı hastalık ve semptomda
sıklıkla kullanılan akupresurun kullanım alanlarından biride
konstipasyon sorunudur. Yapılan çalışmalarda akupresurun
konstipasyon üzerine olumlu etkilerinin olduğu belirlenmiştir.
Hemşirelerin hastanede sık karşılaştığı semptomlar arasında
yer alan konstipasyon sorununu yönetebilmeleri için
farmakolojik olmayan yöntemler hakkında bilgi sahibi olmaları
gerekmektedir. Bu makalede konstipasyonun önlenmesinde ve
giderilmesinde etkili olduğu bilinen akupresur yöntemi
incelenmiştir.
|
|
Objective: Computerized tomography (CT) is one of the
most common diagnostic imaging methods used in all hospital
admissions. The frequency of ordering CT scans has been
rapidly increasing since its first use. Due to the X-rays,
increased CT scans has been a concerns primarily for patients,
and then for healthcare professionals who offer this service.
In this study we aim to by determining the number and
distribution of all CT scans performed in our hospital prevent
the CT demands other than clinical necessity and to decrease
the X-ray dose that the society is exposed to.
Materials and Method: Between January 1, 2013 and
December 31, 2019, the number of CT scans performed in
our hospital was determined according to the departments and
compared with the number of patients.
Results: While the number of patients admitted to the
emergency room (ER) is 30.90% of the total number of
patients, the number of CTs performed in ER was 35.92% of
the total number of CTs. CT scan was performed in 5.05% of
the total number of patients who admitted to the hospital and
this figure was 5.88% in ER patients. Changes in the number
of CT scans are statistically significant (p<0.005).
Conclusion: Even though the changes in CT scan numbers
were statistically significant, the results were not found to be
clinically significant as there was no proportionally increasing
demand according to the years. We link this positive result to
the measures we have taken.
|
Amaç: Ölüm hızlarında yaş dağılımının etkisini ortadan
kaldırmak için standartlaştırma teknikleri kullanılmaktadır. Tıp
dünyasının COVID-19'a bağlı ölüm riskinin yaşa göre
etkilendiği gözlemlerinden yola çıkılan bu çalışmada amaç,
farklı demografik yapılara sahip bazı ülkelerin COVID-19 ile
ilişkili ölüm hızlarını standartlaştırarak karşılaştırmaktır.
Gereç ve Yöntem: Dokuz ülkenin benzer tarihlerdeki
COVID-19 ölüm verileri analiz edilmiştir. Yaşa özgü
ölüm sayılarının veya oranlarının kullanıldığı ülkeler
Avustralya, Kanada, İtalya, Hollanda, Polonya, Güney
Kore, İspanya, İsviçre ve Amerika Birleşik Devletleri‟dir.
Verilere direkt standartlaştırma (direct standardization)
yöntemi uygulanmış ve 9 ülke için hem kaba ölüm hızları
(KÖH), hem de standart ölüm hızları (SÖH) ve yaş
bantlarına göre ölüm hızları hesaplanmıştır.
Hesaplamalarda ölüm hızlarını standartlaştırmak için
Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ) tarafından önerilen standart
popülasyon kullanılmıştır. Ülkeler için yaş bantlarındaki
nüfus tahmini Ekonomik Kalkınma ve İşbirliği Örgütü
(Organisation for Economic Co-operation and
Development-OECD) veri platformundan elde edilmiştir.
Bulgular: Bulgular incelendiğinde, İspanya ve İtalya
(grubun en yaşlı ülkeleri) dışında KÖHrank ve SÖHrank
değerleri tüm ülkeler için aynıdır. Ancak, iki ülke
arasındaki ölüm hızlarının karşılaştırılması
hedeflendiğinde, bu karşılaştırma KÖH ile yanıltıcı
olabilir. Örnek olarak, İtalya ve ABD'ye ait KÖH
değerleri İtalya ölüm hızının (milyonda 334.5) ABD ölüm
hızından(milyonda 50.3) 7 kat fazla olduğunu
göstermektedir, ancak bu oran SÖH değerleri dikkate
alındığında (sırası ile 129.7 ve 29.3) 4 olmaktadır. Benzer
olarak, İtalya ve Avustralya'ya ait KÖH oranı 127 iken,
SÖH değerleri dikkate alındığında bu oran 86'dır.
Sonuç: Toplumlardaki ölüm hızları toplumun yaş
yapısından etkilenir. Yaşın etkisini ortadan kaldırması
avantajı nedeniyle ülkeler arasındaki ölüm hızları
karşılaştırması SÖH kullanılarak yapılmalıdır.
|