Bu çalışma, aynı isimli bir bilimsel araştırma projesinin verilerine dayanılarak hazırlanmış-tır. Proje, aralarında yeterince arkadaşlık ilişkisi olmayan, birbirlerinden uzak duran ve bir-birleri hakkında önyargıları olduğu tespit edilen yerli ve göçmen ortaöğretim öğrencilerini bir araya getirmeyi hedeflemiştir. Bunun için “dil öğrenme/öğretme etkinlikleri” araç ola-rak kullanılmıştır. Birbirlerine ana dillerini öğretecek yerli ve göçmen öğrencilerin, birlikte vakit geçirecekleri, arkadaş olacakları ve birbirleri hakkındaki önyargılarını aşacakları var-sayılmıştır. Dil etkinlikleri öncesinde, esnasında ve bittikten sonra öğrencilerin birlikte va-kit geçirme ve arkadaşlık düzeyleri, anlamacı ve keşfedici bir bilimsel metodolojiye uygun olarak, “enformel sohbet tarzı görüşme” ve “gözlem” teknikleri kullanılarak anlaşılmaya ça-lışılmıştır. Sonuçta öğrencilerin arkadaşlık düzeylerinin geliştiği gözlenmiştir. Kız ve erkek öğrenciler, göçmen ve Türk öğrenciler, lise ve ortaokul öğrencileri arasında ciddi farklar olduğu da anlaşılmıştır. Kızların erkeklere, göçmen öğrencilerin Türk öğrencilere, liselilerin ortaokullulara oranla daha çok gelişim sergilediği görülmüştür. Ancak genel olarak, tüm gruplarda bir ilerleme gözlendiğinden, entegrasyon için akranlarla sosyalleşmenin ve özel-likle dil ile ilgili etkinliklerin ne kadar önemli olabileceği sonucuna ulaşılmıştır.
|
Bu çalışmanın amacı, Niccolo Machiavelli’nin İtalya’nın başında görmek istediği “Prens” tipiyle kendi merceğinden görüp değerlendirdiği “sultan” karakteri arasın-daki örtüşmelere dikkat çekmektir. Çalışmada, devlet adamlığı vasfı da bulunan Floransalı yazarın Osmanlı’nın en satvetli ve kudretli zamanını idrak eden bir düşü-nür olarak bu güce kayıtsız kalamayacağı varsayılmıştır. Öncelikle yazarın, Osmanlı İslam düşüncesi ile açık ya da muhtemel teması çeşitli araştırmalara işaret edilerek ispatlanmaya çalışılmıştır. Sonrasında Machiavelli’nin “Prens” eserini kurgularken İslam Osmanlı tecrübesinin entelektüel, siyasi, idari, askeri ve dini yapısından neler almış olabileceği tartışılarak, Prens ile Machiavelli’nin muhayyilesindeki sultan ara-sındaki benzerliklere işaret edilmiştir. Sonuç olarak Prens’in bir anlamda Osmanlı sultanının İtalya koşullarına uyarlanmış şekli olabileceği iddia edilmiştir.
|
1960 yılında kurulan Kıbrıslı Türklerin ve Rumların ortak devletinin 1963 yılında Rumlar tarafından işlemez hale getirilmesi ile gelişen Kıbrıs sorunu son yıllarda Doğu Akdeniz’de büyük miktarlara varan hidrokarbon kaynakların keşfi ile farklı bir sürece girmiştir. Kıbrıslı Türkleri olduğu kadar Türkiye’yi de doğrudan ilgilendiren bölgeye ilişkin Güney Kıbrıs Rum Yönetimi’nin (GKRY) enerji politikaları önem arz etmektedir. Bu çerçevede çalışmada öncelikle GKRY’nin 1963 sonrası adım adım oluşturma-ya yöneldiği hidrokarbon mevzuatı incelenmiştir. İkinci olarak GKRY’nin deniz yetki alanlarını belirlemeye yönelik gayretleri ve uluslararası şirketlerin de bölgeye dahil olmasını sağlayan hidrokarbon ihaleleri analiz edilmiştir. Son olarak Rum yönetimi-nin Türkiye ve KKTC’nin geliştirdiği karşı adımlara reaksiyonu ve ilgili diğer ülkeler ile AB’nin yaklaşımı ortaya konmuştur.
|
Atilla YAYLA, Charlotta STERN
Atilla YAYLA, Charlotta STERN
|
İmparatorluk düzeninin son bulmasının ardından oluşan iktidar boşluğu, Cumhuriyet yönetimi tarafından doldurulmuştur. Yeni rejim, imparatorluk bakiyesi olan tecrübeleri tasfiye etme ve farklı bir düzen kurma arayışı içerisinde olmuştur. Bir modernleşme deneyimi olarak Kemalist siyasetin en dikkat çekici görünümlerinden birisi kadın kimliğidir. Cumhuriyet yönetimi, geri kalmışlığın ve ilericiliğin anlamını kadınlara yükleyecek ve kadın kimliği siyasetin merkezi öğelerinden birisi olacaktır. Bu çalışmada, öncelikle, Osmanlı tecrübesi ele alınacak ve bu tecrübenin varlığı “unutma” başlığı altında tespit edilecektir. İkinci aşamada yeni rejimin karşılaştığı kadın deneyimlerinin resmi siyaset ile olan güç ilişkisi “bastırma” başlığı altında incelendikten sonra üçüncü aşamada, araçsallaştırma başlığında rejimin kadınlara yüklediği politik misyon tetkik edilecektir.
|
2011 yılından bu yana devam eden Suriye İç Savaşı, pek çok bölgesel ve küresel aktörün müdahalesine maruz kalmıştır. Bazı terör örgütleri, bu dönemde ortaya çıkan otorite boşluğu ve kaos ortamından faydalanarak Suriye’de etkin hale gelmiş ve önemli toprak kazanımları elde etmiştir. Bunların başında PKK/YPG terör örgütü gelmektedir. YPG ve özellikle de onun kadınlardan oluşan birimi YPJ, ana akım Batı medyasında epey olumlu bir şekilde tasvir edilmiştir. YPJ bir taraftan terör örgütü DEAŞ’ın antitezi olarak yüceltilmiş; diğer taraftan ütopik bir feminizm kurgusu üzerinden kahramanlaştırılmıştır. Olumlu ve övgü dolu medya çerçevelemesi Batılı aktörlerin YPJ’yle ve onun ana çatısını oluşturan YPG terör örgütüyle iş birliği yapmasını meşrulaştırmıştır. Bu medya çerçevelemesi, aynı zamanda Batı toplumlarının farklı kesimlerinin değişen derecelerde radikalleşmesinde rol oynamıştır. Bazı kesimler sempatizan haline gelmiş; bazıları siyasi ve mali olarak destek vermiş; bazıları ise YPJ’ye gönüllü militan olarak katılacak kadar ileri gidebilmiştir.
|
Makale; küresel dünyada üniversitenin anlamını tartışmakta ve bu anlam çerçevesinde üniversitelerin işlevlerini irdelemektedir. Küresel dünyada yeni bir işlev edinen üniver- site anlayışının Türkiye’deki yansımalarına bakmakta, Türkiye’deki üniversitelerin kü- resel perspektifle yerini sorgulamaktadır. Sayısal çokluk, kalite, standartlar üzerinden eleştirilen taşra üniversitelerinin durumuna bu bakış içinde özel bir alan açmaktadır. Oluşturulan teorik zemin, üniversite konusunda yürütülen literatür tartışmalarına da- yanmaktadır. Özellikle (i) üniversiteleri sınıflandırma girişimlerine ağırlık vermekte, bu sınıflandırmaların güçlü yönlerini önemsemekte, (ii) sınıflandırmalar açısından Türki- ye’deki üniversiteler hakkında yapılan tartışmaları göz önünde bulundurmaktadır. Tar- tışmaların sonucunda üniversitelerin daha iyi anlaşılması ile işlevsel farklılaşma arasın- da paralellik kurmakta ve bunun için yeni bir yaklaşım tarzı önermektedir. Bu yaklaşım, üniversitelerin “bir şey” iken “her şey” olma serüvenini öne çıkarmakta ve sonuçta “her- şeyleşme” sürecindeki temel parametrelerini anlamaya çalışmaktadır. Anahtar Kelimeler: Üniversite, Üçüncü Nesil Üniversite, Taşra Üniversiteleri, Küresel- leşme, Yerelleşme.
|
Sosyal inşacı yaklaşımlardan biri olan sosyal temsiller kuramı barış, savaş ve çatış- manın doğası, süreci ve sonuçlarının anlaşılmasına katkı sunmaktadır. Bu çalışmada sosyal temsiller kuramı çerçevesinde yürütülen barış, savaş ve çatışma ile ilişkili çalışmalar bağlamsal etkiler göz önünde bulundurarak incelenmiştir. Hem nitel hem de nicel araştırmaların bulgularının incelendiği bu çalışmada barış ve savaş temsil- lerinde cinsiyete ve yaşa göre ayrışmalar olduğu; aynı zamanda tarihsel, politik ve kültürel bağlamlara özgü olarak barış ve savaş temsillerinin içeriklerinin toplumsal gruplara ve uluslara göre farklılaştığı ve dönemsel olaylardan etkilenerek değiştiği sonucuna ulaşılmıştır. Öte yandan incelenen boylamsal çalışmalarda sosyal temsil- lerin özünün büyük ölçüde korunduğu, çevresel elementlerde güncel toplumsal tar- tışmalara bağlı olarak değişimler olduğu dikkati çekmektedir. Bu yönüyle barış ve savaş temsilleri tarihsel süreç içerisinde nesiller boyu aktarılan özelliklere sahip olsa da, zamanın koşullarından etkilenerek dinamik bir yapı da sergilemektedir. Anahtar Kelimeler: Sosyal Temsiller Kuramı, Barış, Savaş, Çatışma, Gruplararası Farklılıklar, Bağlamsal Etkiler.
|
Hartmann ahlâkî özgürlüğün açıklanmasında Kant’ın irade özgürlüğü hakkında- ki görüşlerini eleştirirken aynı doğrultuda benzer bir yaklaşımla pozitif özgürlüğü (belirlenmemişlik/undeterminiert), negatif özgürlükten (özel tipte belirlenmişlik/plus determination) ayırmak suretiyle yeni bir özgürlük yorumuna ulaşmak istemiştir. O, aksiyolojik belirlenimin değer ilişkisinden yola çıkarak insanın, ontolojik belirlenmiş- liğini aksiyolojik açıdan aşabileceğini ve buna bağlı olarak da aşkın bir determinas- yon formu içinde değer duygusuna dayalı olarak kendisine amaçlar koyabileceğini ve böylece özgür olabileceğini savunmuştur. Ayrıca o, Alman idealistlerinin özgürlük hakkındaki mutlak tinin sonsuz etkinliği şeklindeki özgürlüğü bir geist varlığına bağla- yan görüşlerine karşı özgürlüğü, hukuksal özgürlük, ahlaki özgürlük, bireysel özgürlük, içsel ve dışsal özgürlük, eylem ve irade özgürlüğü gibi farklı boyutlarda ele alarak onu insana ait bir değer olarak görmüştür.
|
Avrupa tarihinde sömürgecilik anlayışının gelişiminde önemli bir yeri olan ırkçı dü- şünce yapısı, medenileşme seviyesinin altında kabul edilen sömürge halklarına yö- nelik uygulanan ayrımcı ve dışlayıcı davranış ile tutumların arkasındaki temel moti- vasyon kaynağını oluşturmuştur. Hristiyanlık ve antik Yunan medeniyeti çerçevesinde şekillendiği kabul edilen Avrupa kültürünün, diğer kültürlerden ve medeniyetlerden üstünlüğünü kendine referans almış olan ırkçılık yaklaşımı Kıta’da özellikle 18. Yüz- yıl’ın sonlarından itibaren etkisini hissettirmeye başlamıştır. Başta fen bilimleri alanında olmak üzere pek çok bilimsel çalışmayı da etkilemiş olan söz konusu ırkçı düşünceler, İskoçyalı bir hukukçu olan James Lorimer’in çalışmalarında temel çıkış noktasını oluşturmuştur. Uluslararası hukukun temelde gelişmeci/ilerlemeci uluslar olarak adlandırdığı Avrupalı devletlerin hukuku olduğunu savunmuş olan Lorimer, Av- rupa kıtasının dışındaki devletleri ve ulusları ise genel olarak barbar ve yabani/vah- şi olarak nitelemiştir. Özelde kadın erkek eşitliğine genelde ise insanlar arasındaki eşitlik düşüncesine karşı olan Lorimer, uluslararası hukukun eril nitelikteki devletlerin bir ürünü olduğunu ve bu çerçevede insanlığın genel gelişiminin de eril bir nitelik arz ettiğini savunmuştur. Lorimer’in 19. Yüzyıl’da ortaya koyduğu söz konusu düşünceler, Avrupa’da günümüzde özellikle göçmenleri ve azınlıkları hedef alan kültürel ırkçılık yaklaşımı çerçevesinde yeniden gündeme gelmekte ve tartışılmaktadır.
|