Umut Belek ERŞEN
Umut Belek ERŞEN
Ana akım iktisat, toplumsal cinsiyeti göz ardı etmekte, bu yüzden ortaya koyduğu tahliller eksik kalmaktadır. İktisadın gerek ana aktörler olarak belirlediği unsurlar, gerek emeğe ilişkin tanımlar ve buna bağlı olarak kurduğu model ve teoriler hayatın içerisinde somut öneriler ortaya koyamamaktadır. Sadece eril yapı üzerine kurulan ana akım iktisat zaten eksik bir bakış açısına sahipken son yıllarda hızlı bir şekilde gelişen siyasi, toplumsal, ekonomik olaylar karşısında iyice yetersiz kalmaktadır. Tüm dünyada son zamanlarda meydana gelen gelişmeler -göçler, savaşlar, salgın vb- ekonomilerin dengesini bozarken siyasi yapıları da değiştirmekte, muhafazakâr partilerin ön plana çıkmasıyla geleneksel değerler gündeme gelmektedir. Ekonomiler krize giderken her krizde olduğu gibi en önce ve fazla etkilenen yine kadınlar olmakta, geleneksel değerlerin ön plana çıkması geleneksel kadın rolünü gündeme oturtmaktadır. Geleneksel cinsiyete dayalı iş bölümü ve buna bağlı olarak kadının ev içi çalışması artmakta ve kadının görünmeyen emeği görünmezliğini artarak sürdürmektedir. Gerek başka ekonomi arayışları için gerekse kadın emeğinin daha da artan değersizliğine çözüm oluşturabilmesi için feminist iktisadın çizdiği çerçeveye her zamankinden daha fazla ihtiyaç duyduğu düşünülmektedir. Bu çalışmada, geleneksel iş bölümünün kırılmasını engelleyen en önemli unsurlardan biri olan kadının görünmez emeğini-ev içi emeği merkeze alan feminist iktisat anlayışı ele alınacak ve ana akım iktisat yerine neden bu yaklaşıma ihtiyaç duyduğumuz ortaya konmaya çalışılacaktır. Feminist iktisadın ilkeleri doğrultusunda geliştirilen Mor Ekonomi anlayışına değinilecektir.
|
Elif ÇANĞA BAYER
Elif ÇANĞA BAYER
Sinemanın, toplumdan beslenen ve toplumu etkileyen bir sanat dalı ve iletişim aracı olduğu bilinmektedir. Sinemanın gücü, insanların zihninde belirli temsillere yönelik kavram ve göstergeler oluşturmasından kaynaklanmaktadır. Bununla birlikte, toplumda daha fazla varlık göstermeye başlayan robotlar ve makine öğrenimi düşünüldüğünde, çalışmada sinema temsillerinin, bu öğrenim süreci için veri olduğu kabul edilmektedir. Bu noktadan hareketle çalışmanın sorunsalı, insanların verileri ile beslenen yapay zekaya insalığın ne öğrettiğidir. Çalışmanın amacı, bilim-kurgu sinemasının türsel özelliklerini de gözeterek, filmlerdeki kadın robot temsilinin ortaya koyulması ve mevcut teknolojiler ile kesişim noktalarının saptanmasıdır. Bunun için niteliksel içerik analizi yöntemi ile 41 bilim-kurgu filmi analiz edilmiştir. Bu analiz yönteminin seçilmesiyle, sinema metinlerindeki ortak temsil noktalarının ortaya çıkarılması amaçlanmıştır. Çalışmanın sınırları, genel olarak IMDb üzerinden ‘bilim-kurgu’ ‘sinema filmi’ ve ‘6 ve üzeri puan’ kriterleri seçilerek yapılan filtrelendirme ile belirlenmiştir. İnceleme aşamasında, robot-insan ilişkilerinin nasıl kurgulandığı ve robotların toplumsal konumun ne olduğu sorularına cevap aranmıştır. İncelemeler sonucunda, filmlerde canlı-cansız ayrımı başta olmak üzere yaş, ırk ve cinsiyet farklılıklarından kaynaklanan toplumsal sorunların filmlerde de varlığını sürdürdüğü görülmüştür. Sonuç göstermiştir ki öğrenen makineler düşünüldüğünde, insanlığın robotlara ne öğretmesi gerektiği disiplinlerarası çalışmalarla ortaya konulması gereken çok yönlü ve önemli bir meseledir. Çalışmada, problemli temsiller, kurgusal metinler ve mevcut teknolojiler kıyaslanarak tartışıldığı için disiplinlerarası yeni araştırmalar için de faydalı olacağı düşünülmektedir.
|
Özlem ÖZEN, Damla ÖTENKUŞ
Özlem ÖZEN, Damla ÖTENKUŞ
José Saramago’nun Körlük romanı, unutması zor çeşitli sahneleriyle insan tabiatını anlamak için mükemmel bir örnek sunar. Romanda ani gelen körlüğün sebep olduğu gerçek olamayacak kadar distopik olan ortam insanlığın karanlık taraflarının ortaya çıkmasının tetikleyicisi olmuştur. Zaten vahşi bir düzende yaşayan, tarihi sömürüler, açlık ve savaşlarla dolu olan insanlık, medeniyeti hala içselleştirememiş fakat öyle görünmeyi başarabilmiştir. Mecbur kaldığında medeniyeti bir kenara bırakarak bencilleşir çünkü artık önemli olan medeni görünmek değil, hayatta kalmaktır. Bütün tedbirsizliği, umursamazlığı ve otoriterliğiyle devletin, kolektif hareket etmeyi unutmasıyla gittikçe yalnızlaşan, umarsızlaşan modern bireyin de bu ortamın oluşmasında büyük bir payının olduğu okuyucunun gözlerinin önüne serilmekte olan roman bu açıdan çok başarılı bir toplumsal eleştiri ortaya koymaktadır. Bu çalışmada ele alınacak olan konu; Büyük Öteki diye adlandıracağımız, Sembolik düzende yer alan ve yardım talep edilen devlet ve din gibi kurumlar, karakterlerin Gerçek düzleme geçmesiyle anlamlarını yitirecek, körler bu kurumlardan umutlarını keseceklerdir. Bunun sonucunda, hayatta kalmanın tek yolunun birlikte hareket etmek olduğunu ve çıkış yolunu bulmanın sadece kendi ellerinde olduğunu kabulleneceklerdir. Bu kabulleniş süreci Gerçek düzlemde başlamıştır. Dolayısıyla makalede Körlük’te distopik bir anlatımla insanlığın ani gelişen körlükle birlikte Gerçek düzleme geçip kendi benliklerini tanımaları ve bu farkındalığa ulaşmadaki süreç Lacan’ın Gerçek (Réel) kavramı bağlamında incelenecektir.
|
İnsanoğlu geçmişten günümüze içinde bulunduğu toplumda hayatını idame etmek için aktif bir rol üstlenmiştir. Bireyler çalışma hayatı içinde özel yaşamı ile iş hayatı arasında denge unsurunu oluşturma ve ikisini bir şekilde yürütme çabası içerisindedir. Fakat bu dengenin sağlanması o kadar kolay olmamaktadır. Bu dengeyi bozan birçok etmenin varlığı dengesizliğe neden olmaktadır. Bu etmenlerden birinin de insanların çağımızın hastalığı olarak kabul edilen erteleme davranışına (prokrastinasyon) sahip olmaları veya bu davranışa eğilimli tutum sergilemeleridir. Bu davranış insanoğlunun işlerini farklı nedenlerle ertelemeye yönelmeleri ve geçici de olsa kendilerini rahat hissetmeleri olarak ifade edilebilir. Erteleme insanların günlük işlerinde, akademik hayatlarında ve hatta iş hayatlarında kendisini gösteren bir olgudur ve bu eylem kişilerin hayatlarını ciddi anlamda etkilemektedir. “Erteleme” ve “İş-Yaşam dengesi” değişkenleri üzerine yapılan çalışmalar farklı konularla ele alınmıştır. Yazında çoğunlukla erteleme üzerine yapılan çalışmalar akademik erteleme ile ilgilidir. Mevcut çalışmada ise akademik ertelemeden uzaklaşılarak Konya’da farklı alanlarda çalışan 148 kişinin oluşturduğu örneklem grubunun genel erteleme davranışlarının iş yaşam dengesine etkisinin olup olmadığı araştırılmıştır. Bu amaç doğrultusunda çalışanlarla online olarak anket çalışması yürütülmüştür. Örneklem grubundan elde edilen anketler SPSS 23 programı ile analiz edilmiştir. Hipotez testleri için regresyon analizi ve bağımsız örneklem t testi analizi yapılmıştır. Analizler sonucunda çalışanların genel erteleme davranışlarının iş yaşam dengeleri üzerine anlamlı bir etkiye sahip olduğu tespit edilmiştir. Bağımsız örneklem t testi sonucunda ise çalışanlarda erteleme davranışının medeni duruma göre farklılaştığı tespit edilmiştir. İş yaşam dengesi çalışılan sektöre göre anlamlı farklılık göstermektedir. Dolayısıyla H1, H4 ve H6 hipotezleri kabul edilmiştir.
|
İnsanoğlu iletişime ilk başladığı zamandan beri iletişim araçları ve sembolleriyle kitleleri çeşitli mesajlarla manipüle edip, var olan düzenin dışına çıkılmaması sağlanmıştır. Günümüz kitle iletişim çağında, kitle iletişim araçlarının toplumları bilgilendirme ve yönlendirme de önemli bir yeri olduğu aşikardır. Endüstrileşmeyle birlikte diğer emtia olarak satılan kapitalizmin metaları gibi kültür endüstrisinin ürettiği ürünlerde bu kapita-list sistemin ürünleri gibi alınıp satılmaya başlanmıştır. Kültür endüstrisi tarafından üretilen ürünler yol gösterici bir gücün egemenliği altında kontrol edilir. Bu üretilen ürünleri tüketen kitleler de bu ürünler aracı-lığıyla yol gösterici gücün kurallarının dışına çıkarılmaz. Kültür endüstrisinin ürünlerini tüketen kitleler bu ürünleri bir sakinleşme sıkıntılardan uzaklaşma aracı olarak kullanırlar. Bu endüstri, sistemin sunduğu ürün-leri satın aldırmak için, sürekli olarak sunulan ürünlerle, insanların bilincinde satın alma arzusunu sürdür-meyi amaçlamaktadır. Bu endüstri içerisinde sinema, televizyon veya birbirinin benzeri ürünler kitlelere tek düze bir görünüm kazandıran kültür endüstrisinin ürünleri olarak görülmektedir. Sinema da bu endüstri sisteminin içerisinde, kitleri etkileme ve yönlendirme aracı olarak toplumlar üzerinde önemli bir konuma sahiptir. Kitleler, rasyonel ussalık (benimsetme) tarafından yönlendirilmiş, otonomlaştırılmış ve bu otonom-laştırmanın sinema aracılığıyla aktarılmasının daha da etkili olabileceği görülmüştür. Sinema sayesinde top-lumlara bir düşünce, ideoloji benimsettirilip o düşüncenin ideolojinin dışına çıkarttırılmamıştır. Sinema insan-lara nasıl yaşanması gerektiğini göstermeye çalışmıştır. Merkez ülke olarak adlandırılan ülkeler (ABD vd.), ürettikleri kültür ürünlerini (sinema vb.), diğer üçüncü dünya ülkelerine pazarlaması hem kendi ussallaştı-rılmış düşüncesini hem de ekonomik boyutu bakımdan önemlidir. Sinema, izleyicisini kendine bağlar. Sınırla-rın dışına çıkarttırmamak için filmde izlediğinin normal yaşantıda da sürdüğünü göstererek izleyiciyi kendisi-ne tabi kılar ve bir yanılsama sunar. Sinema bu endüstri içinde bir sanat aracı olarak görülmez tam tersine manipüle etme ve yanılgı yaratma ve gerçeküstü olayları gerçekmiş gibi benimsetme aracı olarak görülür. Çalışmada nitel araştırma kapsamında literatür taraması yapılmıştır. Çalışmayı daha anlaşılır kılmak için çeşit-li filmler görselleriyle birlikte açıklanmaya çalışılmıştır. Kültür endüstrisi içerisinde bulunan sinemanın top-lumların bilinç düzeyini nasıl şekillendirdiğini, manipüle ettiğini değerlendiren bu çalışma, alanda konu hak-kındaki kaynak yetersizliğini gidereceği düşünülmektedir
|
Mesut GÜZEL, Murat YEŞİL
Mesut GÜZEL, Murat YEŞİL
Günümüzde sosyal medyada geçirilen zaman, insanların gündelik yaşamının önemli bir bölümünü oluşturmaktadır. Sosyal medya, iletişim ve sosyalleşme işlevinin yanında her konuda çeşitli bilginin paylaşıldığı oldukça büyük bir veri kaynağıdır. Rekreasyon alanlarında ziyaretçi tercihlerinin belirlenmesine yönelik olarak birçok geleneksel yöntem izlenmesine karşın sosyal medya verilerinin bu amaçla kullanılması oldukça yeni bir olgudur. Çekildiği noktanın coğrafi konumu bilinen fotoğraflar ve sosyal medya platformlarında mekânlar ile ilgili yapılan yorumlar sayesinde, ziyaretçilerin tercih ve görüşleri ile ilgili önemli bilgiler elde edilmektedir. Bu bağlamda çalışmanın temel amacı; Ordu ili rekreasyon alanlarında ziyaretçi tercih ve eğilimlerinin sosyal medya verileri ışığında incelenmesidir. Bu amaç doğrultusunda, ikisi kent ormanı ve ikisi tabiat parkı statüsünde dört rekreasyon alanı seçilmiştir. Bu alanlarla ilgili veriler dört sosyal medya platformundan toplanmıştır. Ardından, 2012 yılından günümüze dek konum belirtilerek paylaşılan 8.205 fotoğraf ve 2.646 yorum değerlendirilmiştir. Buna göre; incelenen dört rekreasyon alanı içinde sosyal medyada en fazla bilineni Ulugöl Tabiat Parkı’dır. Ayrıca rekreasyon alanlarında, özellikle yoğun kullanımın olduğu yaz aylarında fotoğraf paylaşımları artmakla beraber Ulugöl Tabiat Parkı’nda önemli bir sonbahar kullanımının bulunduğu da görülmüştür.
|
Nida Anıl KAZANÇ
Nida Anıl KAZANÇ
19. yüzyıl, sanat algısının ve tanımının yeniden değerlendirilip, evrildiği bir dönemdir. Sosyal ve ekonomik değişimler, gelişen teknoloji, birey ve toplumun özgürlük tanımlarını yeniden anlamlandırmaları bu çerçevede atılan adımlar, o zamana dek kabul görmüş sanat tanımı, estetik değerler, sanat toplulukları ve faaliyetleri üzerinde yapıcı, bir o kadar da yıkıcı etkilere sebep olmuştur. Viyana’da bulunan Künstlerhaus Birliği’nden kopmalar da söz konusu etkinin bir sonucudur. Birliğin bünyesindeki sanatçılardan bazıları; Alfred Roller, Kolomon Moser, Josef Maria Olbrich ve topluluğun önderi pozisyonundaki Gustav Klimt yenilik ve özgürlük arayışı mottosuyla Künstlerhaus’tan ayrılıp, ayrılık anlamına gelen Secession akımıyla yeni bir çatı altında toplanmışlardır.Tam bağımsız bir sanat ortamını, evrensel değerlerde disiplinler arası iş birliğini savunan; sanat eserinin sergilenebilmesi için onay ve kabul kriterlerini reddeden bir grup sanatçının oluşturduğu birlik Viyana merkezli olarak faaliyetlerine başlamıştır. Bu düşüncelerle oluşan birliğin kendini ifade edip, temsil edilebileceği bir yayın organına ihtiyaçları vardı ki, Ver Sacrum dergisi bu amaçla 1898 yılında basılmaya başladı ve 1903 yılına dek bu akımın tanıtımını ve sözcülüğünü yaptı. Sanat tarihi kronolojisinde birçok sanat hareketinin, yayın organları aracılığıyla kitlelere ulaşma gayreti içerisinde olduğu bilinmektedir. Bu çalışmada ise, Secession akımı ve bu akımı temsil eden Ver Sacrum dergisinin dönem içerisindeki etkileşimi nitel bir dille anlatılmış. Yayınlanan sayılar betimleyici bir anlayışla irdelenerek ilgili döneme ışık tutulmaya çalışılmış ve “akım-yayın” anlamında iyi bir işbirliği yaptıkları sonucuna ulaşılmıştır.
|
Yunus Emre, Türk edebiyatının dönemleri göz önünde tutulduğunda etkisi her devirde az çok hissedilmiş bir şahsiyettir. Hayatı hakkındaki sis perdesi tam manasıyla açıklığa kavuşmamakla birlikte 1240-1320 yılları arasında yaşadığı kabul edilir. Sade sayılabilecek bir dille samimi duygularla şiirlerini kaleme alan şair, gönül dünyasındakileri ve tasavvuf öğretilerini söz kalıbına döker. Dönemindeki bazı isimlerin Farsçaya tevessül etmelerine rağmen kendisinin eserini Türkçe ile yazması kayda değerdir. Edebiyatımızda bilinen en eski Türkçe Divan ona aittir. 13. yüzyıl gibi erken sayılabilecek bir zaman diliminde Anadolu coğrafyasında Türkçe Divan ve Risâletü’n-Nushiyye mesnevisi ile şair olarak edebiyat sahasına çıkması bile onun şiirini incelemeye yeterli bir sebeptir.
Bu makalede yaşadığı çağdan şiirleriyle tüm insanlığa seslenen Yunus’un Divan’da ve Risâletü’n-Nushiyye’de hazine kavramını ne şekilde ele aldığı, ona hangi anlamlar yüklendiği örnek beyitlerle incelendi. Hazine mefhumunun “genc”, “hazne” ve “hazine” kelimeleri ile ifade edildiği tespit edildi. Bu kavramın tasavvuf öğretisi çerçevesinde şiirlerde imge olarak kullanıldığı görüldü. Ayrıca şairin imgelerin teşkilinde sosyal hayatta hazine ile ilgili inanışlardan hareket ettiği söylenebilir. Bu çalışma ile Yunus Emre gibi büyük bir şairin hazine kavramı ile ilgili tasavvurları ortaya konuldu. Böylece Yunus Emre ile ilgili araştırmalara katkı sunulması hedeflendi.
|
Yunus Emre, Anadolu’da Oğuz ağzına dayalı yazı dilinin oluşmasında şiirleriyle önemli bir rol oynamış Türk halk şairidir. Bu yazı dili sonraları genel tabirle Eski Anadolu Türkçesi olarak adlandırılmıştır. İşte, Yunus Emre, Eski Anadolu Türkçesinin ilk dönemi olan Selçuklu Dönemi’nde yaşamış bir şairdir. Dolayısıyla onun şiirleri Oğuzcanın Anadolu’daki ilk yazılı kaynaklarından kabul edilir. Bu açıdan da özellikle Divanı’ndaki şiirlerin gerek ses, şekil, söz dizimi gerekse de anlambilim açılarından pek çok değerlendirmesi yapılmıştır. Bunların hepsi de Oğuzcanın ilk yazılı dönemi için önemli bilgiler ortaya koymuştur. Bu çalışmada dil bilgisinin araştırma konularından olan sözcük türleri konusu içerisindeki çekim edatları Yunus Emre Divanı’ndaki durumu bakımından incelenmiştir. Çekim edatlarının çalışma konusu olarak seçilmesinin sebebi, bunların Türkçedeki dil bilgisel anlamlı sözcükler içerisinde önemli bir yer tutmasıdır. Bugüne kadar yapılan çalışmalarda Yunus Emre Divanı’ndaki çekim edatlarının dil bilgisel anlamları bakımından ayrıntılı olarak incelenmediği görülmüştür. Yunus Emre’nin şiirleri üzerinden Oğuzcanın 13-14. yüzyıldaki çekim edatlarını tespit edip bunlar üzerinde yapı ve anlam değerlendirmeleri yapmak Türkçenin çekim edatları hakkında bir tablonun oluşmasını sağlamıştır. Böylece de Oğuzcanın söz konusu yüzyıllardaki durumu Yunus Emre Divanı üzerinden çekim edatları açısından ortaya konmaya çalışılmıştır.
|
İnsanın “erginlik” ve insanlığın “aydınlanma” durumunun gerçekleşmesi yani “insanın aklını başkasının rehberliği olmaksızın kullanabilmesi” doğru bilgilerle donanmış olmasına bağlıdır. Bunu sağlayacak olan ise insan yetiştirme yöntemleri ve eğitim sistemleridir. İnsan yetiştirme sistemleriyle bunlara ilişkin felsefi tutum ve yaklaşımlar sürekli etkileşim içerisinde olmuşlardır. Filozoflar, toplumun birçok sorunu içinde eğitimle ilgili de birtakım düşünceler öne sürmüşlerdir. Toplumların eğitim ile ilgili anlayış ve uygulamalarının değerlendirilmesi, sağlıklı bir eğitim geleneğinin oluşturulması ve değişen şartlara uyumunun sağlanması gibi açılardan eğitim düşünür ve filozofların görüşleri önemli bir yere sahiptir. Bu bağlamda Yükseköğretim ve burada verilecek eğitim “insan eğitilmesi gereken tek varlıktır” anlayışına sahip Immanuel Kant açısından henüz aydınlanmamış çağın aydınlanmış çağa dönüşmesi için önemli bir işlev ve konuma sahiptir. Dolayısıyla bu çalışmada Kant’ın hem bir akademisyen ve Aydınlanma dönemi filozofu hem de Jean-Jacques Rousseau gibi aydınlanma pedagojisinin temsilcilerinin düşüncelerinden etkilenmiş olması nedeniyle onun “Hochschuldidaktik” yani Yükseköğretimde “öğretim yöntemleri ve farkındalığı”yla ilgili düşüncelerinin tespiti ve değerlendirilmesi ortaya konulmaya çalışılmıştır.
|