Amaç: Bu çalışmada, otopsisi Adli Tıp Kurumu Trabzon Grup Başkanlığında yapılan ve uyutucu, uyuşturucu veya uyarıcı madde kullanımı sonucu ölen olgulara ait verilerin değerlendirilmesi ile orijin ve kesin ölüm nedenlerinin tespiti konusunda karşılaşılan sorunların tartışılması amaçlanmıştır. Gereç ve Yöntemler: Adli Tıp Kurumu Trabzon Grup Başkanlığında Ocak 2015 ve Aralık 2017 tarihleri arasında otopsisi yapılan 1.912 olguya ait raporlar incelendi ve uyutucu, uyuşturucu veya uyarıcı madde intoksikasyonu sonucu öldüğü tespit edilen 26 olguya ait yaş, cinsiyet, olay yeri ve otopsi bulguları, tespit edilen uyuşturucu maddelerin profilleri retrospektif olarak değerlendirildi. Bulgular: Tamamı erkek olan 26 olgunun yaş ortalaması 31,2±9,5 yıl idi. Olguların toksikolojik analiz sonuçları değerlendirildiğinde, örneklerde %57,7’lik (n=15) oran ile ilk sırada sentetik kannabinoidlerin (en sık *5F-ADB, *FUB-AMB) tespit edildiği görüldü. İç organların makroskobik ve mikroskobik incelemelerinde 13 (%50) olguda, kardiyak veya pulmoner patolojik bulgular (miyokardiyal nedbe, pnömoni, intraalveoler/interstisyel kanama, ödem) saptandı. Sonuç: Ölüm nedeni olarak uyuşturucu intoksikasyonu yönünde karar verilen vakalarda, en sık rastlanan grup sentetik kannabinoidler olmuştur. Değişen kimyasal yapıları dikkate alındığında, sentetik kannabinoidler başta olmak üzere uyutucu, uyuşturucu ve uyarıcı maddelerin analizine yönelik imkânlar artırılmalıdır.
|
Amaç: Kadına yönelik aile içi şiddetin, sağlıklı toplumun inşasıyla sıkı ilişkisi, şiddeti önlemeye yönelik uygulamaların belirlenmesinde, şiddet nedenlerinin ve örüntülerinin saptanmasında öncelikli bir yere sahiptir. Bu önemden hareketle çalışmada; 2011 yılında açılmaya başlayan ve günümüzde 80 ilde faaliyet gösteren Şiddet Önleme ve İzleme Merkezinden hizmet alan kadınların, aile içi şiddet yaşantıları değerlendirilmiştir. Gereç ve Yöntemler: Araştırma nicel yöntemle yapılmış, tanımlayıcı araştırma türündedir. Veriler, kuruma başvuran ve çalışmaya katılmaya gönüllü 111 müracaatçıyla konuyla ilgili literatür doğrultusunda oluşturulmuş bir anket formuyla toplanmıştır. Verilerin analizinde, SPSS 15 programı kullanılmıştır. Bulgular: Kadınların yaş ortalaması 30±9,7, %45,19’u ilk evliğini 18 yaşın altında yapmış %34,2’si görücü usulüyle evlenmiştir. Kadınların %89’unun para getiren bir işte çalışmamaktadır. Kadınlardan %53,1’i daha önce yaşadığı şiddeti kimseye anlatmamıştır. Sonuç: Kadınların kurumsal desteğe ihtiyaç hissetmeleri ve önemli bulmaları sevindirici bir bulgudur. Özel önlemlerle, politikalarla kadınların istihdam, eğitim olanaklarının ve şiddet ortamını terk edip kendi yaşamlarını kurma yönünde uzun süreli psikolojik, ekonomik ve sosyolojik kurumsal desteklerin artırılması gerekmektedir.
|
Amaç: Bu çalışmada, 2017 ve 2019 yılları arasında İstanbul ilinde Kartal Dr. Lütfi Kırdar Şehir Hastanesi sağlık kuruluna silah ruhsatı alabilmek için yapılmış başvuruların değerlendirilmesi ve bu bireylerin kişilik profillerinin incelenmesi amaçlanmıştır. Gereç ve Yöntemler: Araştırmanın evrenini 18 yaş üzeri silah ruhsatı alabilmek amacıyla 2017 ve 2019 yılları arasında Kartal Dr. Lütfi Kırdar Şehir Hastanesi sağlık kuruluna başvurmuş 1.209 yetişkin birey oluşturmaktadır. Hastane sistemi üzerinden ulaşılabilen retrospektif veriler üzerinden, bireylerin yaş ve cinsiyet gibi sosyodemografik özellikleri değerlendirilmiş ve kişilik profillerinin değerlendirilmesi amacıyla ilgili tarihlerdeki sağlık kuruluna yapılan silah ruhsatı başvurularından istenen Minnesota Çok Yönlü Kişilik Envanteri [Minnesota Multiphasic Personality Inventory (MMPI)] değerlendirilmesi yapılmıştır. Bulgular: Çalışmada, silah ruhsatı başvurularının yıllara göre artış gösterdiği görülmüştür. MMPI testi istenmiş bireylerin yaş ile K, Depresyon (D), Erkeklik-Kadınlık (Mf), Paranoya (Pa) ve Sosyal İçe Dönme (Si) alt ölçekleri arasında istatistiksel olarak anlamlı bir farklılık bulunmuştur. MMPI testi istenmiş bireylerin cinsiyetleriyle F, K, Hipokondriasis (Hs), D, Histeri (Hy), Psikotik Sapma (Pd), Mf, Pa, Psikasteni (Pt), Şizofreni (Sc) ve Si alt ölçekleri arasında istatistiksel olarak anlamlı bir fark bulunmuştur. MMPI istenmiş gruptan başvuru sonucu olumlu olan ve MMPI skorlarına ulaşılabilmiş bireyler (n=768) ve olumsuz olan (n=18) gruplar karşılaştırıldığında ise 2 grup arasındaki geçerlilik ve klinik alt testlerinde anlamlı bir farklılık bulunamamıştır. Sonuç: Yapılan çalışma ile yıllara göre silah ruhsatı başvurularının arttığı bilgisine ulaşılmıştır. Çalışmamız bulgularına göre silah ruhsatı başvurusunda bulunanlara daha çok fiziksel engellilik sebebi ile olumsuz raporu verilmekte, başvuru sonucu olumsuz ve olumlu olan gruplar arasında MMPI sonuçlarına göre bir fark görülmemektedir.
|
Amaç: Bazı kişilik özellikleri suç işleme davranışı için önemli birer risk faktörüdür. Çalışmalar, 2 değişken arasındaki ilişkinin ortaya konulmasında projektif testlerin kullanılmasının yararlı olduğu üzerinde durmaktadır. Bu nedenle bu çalışmanın amacı, suç işlemiş bireyler ile suç işlememiş bireylerin bazı kişilik özellikleri ile çizdikleri resmin sosyal özellikleri, vücut özellikleri, kullanılan giyim/aksesuar, yapısal ve biçimsel göstergeler, çelişki göstergeleri, cinsiyet karmaşası ve cinsiyet yönelimi gibi yapılar açısından farklılaşıp farklılaşmadığını incelemektir. Gereç ve Yöntemler: Bu çalışma, iki grubun karşılaştırıldığı betimsel bir araştırmadır. Bu çalışma, 18-55 yaş arasında 73 suç geçmişi olan ve 72 suç geçmişi olmayan 145 erkek katılımcıyla yapılmıştır. Bulgular: Çalışmanın sonuçlarına göre suç işlemiş olan bireylerin suç işlememiş bireylere göre giyime özgü daha az detay verdikleri, cep, düğme, kemer, kravat ya da ayakkabı gibi aksesuarları daha az kullandıkları bulunmuştur. Yine suç işlemiş bireylerin saç, sakal, bıyık gibi cinsiyet aidiyetine yönelik göstergeleri daha az çizdikleri, cinsiyet yönelimine işaret eden resmin cinsiyetinin belirgin olması gibi göstergeleri suç işlememiş bireylere göre anlamlı olarak daha az kullandıkları görülmüştür. Suç işlemiş bireylerin çizimlerinde içe kapanıklık, saldırganlık, impulsif davranışlara eğilim ve cinsiyet yönelimlerinde bozulma gibi değerlendirmelere ilişkin göstergelerin varlığı alan yazın bulgularıyla tutarlı bulunmuştur. Sonuç: Suç işlemiş bireylerin, saldırgan davranışlarını kontrol etmelerine ve benlik saygılarının yükseltilmesinde yardımcı olacak çalışmaların suça yönelmeyi azaltmada önemli olduğu görülmüştür. Bu nedenle ceza infaz kurumlarında psikososyal eğitim çalışmalarının özellikle şiddete yönelim davranışlarına yönelik farkındalık ve duyarlılık geliştirilmesine, bireylerin benlik saygılarının güçlendirilmesi ve salıverilme öncesi olumlu davranış değişikliğini sağlamaya yönelik temellendirilmesi gerektiği düşünülmektedir.
|
Amaç: Bu çalışmada; ebeveyn niteliği, ebeveynlerin evlilik uyumu ve aile işlevselliğinin, ergenlerin davranış problemlerine etkisinin araştırılması amaçlanmıştır. Gereç ve Yöntemler: Çalışmaya, 12- 18 yaş arası 242 ergen ve anne babaları (toplam 726 kişi) katılmıştır. Ergenler, Kısa Semptom Envanteri-Ergen Formu, Aile Değerlendirme Ölçeği ve Ana Babaya Bağlanma Ölçeği’ni tamamlamıştır. Her bir ebeveyn, bireysel olarak Çift Uyum Ölçeği’ni tamamlamıştır. Çalışmaya katılan ergen ve ebeveynleri hakkındaki demografik soruları içeren demografik bilgi formu, ebeveynler tarafından birlikte cevaplandırılmıştır. Bulgular: Ergen toplam davranış sorunları puanı ile anne ve baba ilgisi arasında pozitif (p<0,01); anne ve baba aşırı kontrolü arasında negatif (p<0,01) yönlü anlamlı ilişkiler bulunmuştur. Ergenlerin toplam davranış sorunları puanı ile anne evlilik uyumu ve genel aile işlevselliği pozitif ilişkilidir (p<0,01). Baba evlilik uyumu, ergen davranış sorunları ile ilişkili bulunmamıştır (p>0,05). Ebeveyn ilgisi, baba aşırı kontrolü ve genel aile işlevselliğinin, ergenlerin davranış problemlerini yordadığı görülmektedir (p<0,001). Sonuç: Araştırmada, anne baba ilgisi, annenin evlilik uyumu ve sağlıklı aile işlevselliği arttıkça, ergenin yaşadığı davranış problemlerinin azaldığı gözlenmiştir.
|
Öjenik hareket, uygulamalarını nesli ıslah etmek amacıyla biyolojik ve genetik temellere dayandırarak, iyi ırkın çoğalmasını, kötü ırkın çoğalmasının engellenmesini ve bu şekilde ıslah edilmiş ari bir ırk oluşturulması fikrini savunmaktadır. Nesli ıslah etmek için de engelliler, hastalar, suçlular gibi grupların toplumdan tecrit edilmesi, kısırlaştırılması ve hatta yok edilmesi gerektiği savunulmaktadır. Bu fikir, ulus devletlerinin oluşmasıyla bazı devletler tarafından da desteklenmiştir. Ancak öjenik hareketin, ileri sürdüğü fikirlerin sınırlarının oldukça geniş olması sebebiyle ırkçılıkla bütünleşerek, tehlikeli boyutlara ulaşması kaçınılmaz olmuştur. Bu çalışmada ise bir yandan iyi bir nesil oluşturma gibi pozitif bir fikri öne süren, diğer yandan insanların temel haklarının yok sayılmasına kadar giden uygulamaları savunan öjeni hareketinin hukuki, genetik ve psikolojik açıdan değerlendirilmesi amaçlanmaktadır. Çalışmada, öncelikle öjenik hareketin görünüş biçimlerinin evrensel hukukta nasıl yorumlandığı ve yerel mevzuatta nasıl bir düzenlemeyle karşılaşıldığı incelenmiştir. Bunun yanında, modern hukuk açısından öjenik çalışmalara ilişkin düzenlemelerin ne yönde evirildiğine değinilmiştir. Öjeni hareketinin motivasyon kaynağında, “patolojik narsizm” ve “antisosyal yapı”ya işaret eden, “amaçtaki mükemmele ulaşmak ve bunun için de saldırganlığa başvurmayı hak görme”nin olduğu düşünülmektedir. Bu bağlamda çalışmanın psikolojik boyutunda, öjenizmin motivasyonunu anlamak için antisosyal yapı ve narsistik yapının incelenmesi düşünülmüştür. Öjenik hareketlerin genetik sürecine bakıldığında, nesli ıslah etme ve kusurlu sayılan genlerin taşınmasını önleme amacıyla yapılan müdahaleler görülmüş ve bunlar negatif öjeniye dâhil edilmiştir. Öte yandan, genetik araştırmaların ilerlemesiyle beraber pozitif öjeni kapsamında, genetik bilginin insan üremesi bağlamında nasıl kullanılabileceğine de değinilmiştir.
|
Aile içinde yaşayan bireylerin sevgi, güvenlik ve korunma ihtiyaçlarını karşılamanın yanı sıra toplumsallaşma ve sosyalleşme süreçlerinde de önemlidir. Diğer taraftan aile üyeleri için tehlikeli ve bazı durumlarda ölümcül de olabilmektedir. Aile içi şiddetin en uç boyutu olarak değerlendirilebilecek olan aile içi cinayet olguları insanlık tarihi kadar eski, bir o kadar da tüyler ürperticidir. Aile içi cinayetlerde mağdur ya da fail çocuk olunca, toplumsal bir örselenme ve infiale yol açmaktadır. Aile içerisindeki cinayetler farklı psikososyal stresörlere bağlı olarak ortaya çıkabilmelerinin yanı sıra aile üyelerinin sahip oldukları ruhsal bozukluklar da önemli etkenler arasında sayılabilir. Özellikle aile içi çocuk cinayetlerinin oluşmasında bazı risk faktörleri bulunmaktadır. Bu risk faktörlerini; ebeveynlere bağlı riskler, aile yapısı, aile çevresi, toplumsal ve kültürel normlara bağlı riskler olarak sınıflamak mümkündür. Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti (KKTC) nispeten küçük popülasyonu ve az sayıdaki şiddet olayı ile yaşanılması güvenli sayılabilecek bir ülkedir. 2010 yılından bu yana KKTC’de fail ve/veya mağdurun çocuk olduğu 4 cinayet; maternal filisid, paternal filisid ve çifte parisid şeklinde gerçekleşmiştir. KKTC'de gerçekleşen bu dört cinayet olgusu ilgili alan yazın ışığında tartışılmıştır. Sonuç olarak özellikle yetersiz ekonomik kaynaklar, parçalanmış ailelerde yetişmiş olmak, çocukların anne-babanın ilgisinin kaybedileceği ya da bölüneceği ile ilgili endişeler, eski eşten intikam alma isteği, sosyal yalıtılmışlık, alkol/madde kötüye kullanımı gibi etkenlerin maternal ve paternal filisid olgularında öne çıktığı ve son olarak da çifte parisid olgusunda da ateşli silahlara erişimin kolaylığının cinayetlere yol açtığı görülmüştür.
|
Omentum, geçmişte biyolojik olarak önemsiz bir doku olarak kabul edilmiştir. Ancak yüzyılın başlarından itibaren cerrahlar ve bazı bilim insanlarınca vücuttaki en büyük seröz membran olarak önemli fizyolojik ve terapötik potansiyeli bulunan bir doku/organ olarak nitelendirilmektedir. Ülkemizde ise travmatik olaylarda omentum yaralanmaları işlev zayıflaması/yitirilmesi yönünden, medikolegal değerlendirme rehberinde yer almamaktadır. Olgumuz, 43 yaşında erkek. Kesici-delici aletle yaralanması sonucu omentum majus, kısmi rezeke edilir. Anabilim dalımızda yapılan medikolegal değerlendirme, omentum bir organ olarak kabul edilerek yapıldı. Amacımız; dinamik bir doku/organ olduğu yönünde son yıllarda birçok yayın yapılan ancak klasik kitaplarda hâlâ bir organ olarak yeterince yer bulamayan omentumu, medikolegal değerlendirmede tartışmaya açmak, bu konuda camiada farkındalık yaratmak ve geleceğe yönelik öngörülerde bulunmaktır.
|
Ebeveynlerin sosyal medya platformlarında çocuklarına ait fotoğraf, video ve kişisel bilgileri içeren gönderiler aracılığıyla paylaşımlar yapmasına İngilizce “paylaşma (share)” ve “ebeveynlik (parenting)” kavramlarının birleşiminden oluşturulan bir kavram olan “sharenting”/“paylaşan ebeveynlik” denir. Sosyal medya platformlarında, ebeveynler yaptıkları paylaşımların içeriklerini çoğunlukla çocuklarına ait özel günlerden (doğum günleri ve mezuniyet törenleri gibi), ameliyat ve hastalıklar gibi çocuklarının sağlık durumlarından, çocuklarıyla birlikte yaptıkları sosyal faaliyetlerden oluşturmaktadır. Paylaşan ebeveynlik olgusunda ebeveynlerin genel motivasyonlarının, hayatlarındaki önemli insanlarla sosyal ve duygusal bağlılığı geliştirme arzusu ve izlenim yönetimi ihtiyaçları (kendilerini sosyal medyada nasıl sunacaklarına dair ihtiyaçları) olduğu görüşü kabul görmektedir. Ayrıca ebeveynlerde görülen internet bağımlılığı da paylaşan ebeveynlik kapsamında, paylaşımlar yapılmasında etkilidir. Paylaşan ebeveynlik fenomeni, ebeveynler için psikolojik olarak iyi hissetme, aile ve toplum tarafından desteklenme ve sosyal medya platformlarında kendini var etme gibi olumlu sonuçlar sağlasa da çocuklar açısından özelikle gelişimsel sorunlar, psikolojik iyilik hâlinde bozulma, dijital kimlik hırsızlığına maruz kalma ve ebeveyn-çocuk ilişkisinin bozulması gibi yıkıcı sonuçları olabilmektedir. Paylaşan ebeveynlik konusu, klinik ve gelişim psikolojisi perspektifinden çocuk yetiştirme tarzları ve dijital ebeveynlik kavramı açısından çalışılmakta ve her 2 alanla da doğrudan bağlantılı olduğu görülmektedir. Bu kapsamda, dijital ebeveynlik kavramı beraberinde dijital okuryazarlık kavramının da çalışılmasını zorunlu kılmaktadır. Paylaşan ebeveynlik fenomeninin sonucu olarak, çocukların yaşayabileceği gelişimsel sorunlar, psikolojik iyilik hâlinin bozulması, dijital kimlik hırsızlığına maruz kalma ve ebeveyn-çocuk ilişkisinin bozulması gibi yıkıcı sonuçların önlenebilmesi için ebeveynlerin bu konu ile ilgili olarak bilgilendirilmesinin ve ebeveynlerin dijital ebeveynlik alanında yeterlilik gösterebilmeleri için eğitilmelerinin önemli birer müdahale yolu olduğu değerlendirilmektedir.
|
Çocuk istismarı, önemli bir halk sağlığı problemi olmaya devam etmektedir. Genellikle çocuğun en yakınları tarafından yapılan, bu nedenle tespit edilmesi ve tedavisi zor olan çocuk istismarı, uzun dönemde ciddi toplumsal problemlere neden olmaktadır. Bu yazıda, fiziksel ve duygusal istismarın bir arada görüldüğü 25 aylık kız çocuğu sunularak, ailede en küçük çocuk olmanın diğer faktörlerle birlikte değerlendirilerek, çocuk istismarı üzerinde etkisi tartışılmıştır. Hastaneye başvuran veya adli makamlarca gönderilen olgularda, çocuk istismarının ortaya çıkarılabilmesi, engellenebilmesi ve mağdur çocukların rehabilitasyonlarının yapılabilmesi için hastane aşamasında yapılması gerekenler, ilgili klinik branşlardan oluşan multidisipliner ekiplerin kurulması ve risk altındaki çocukların iyi tanımlanmasıdır.
|