Toplumların temel yapı taşı, en küçük birimi olan ailedir. Bu yüzden toplumun düzeni ailenindüzeni ile başlar. İslâm da bu sebeple aileye önem vermiş, ailenin devam etmesine ve dağılmamasına hassasiyet göstermiştir. Aile içi ilişkilerin her türünde hakkaniyet ve adaletin ön plandatutulmasını emretmiştir. Bu ilişkilerin bir ayağını da ekonomik ilişkiler oluşturur. Genel olarakekonomik ilişkiler malın ya da menfaatin nakledilmesi ile oluşmaktadır. Mal, sahibi hayattaykennakledilebildiği gibi vefatından sonra da nakledilebilir. Yine malın tümden nakli mümkün olduğu gibi sadece kullanım hakkının nakli de mümkündür. Aile içerisindeki bu nakillerde genelhükümlere uyulmakla birlikte istisnai hükümlerin de konulduğu görülmektedir. Öte yandansadece aile içine has ekonomik uygulamalar da belirlenmiştir. Bir vakıf çeşidi olan aile vakıflarının ise aile içerisinde gerçekleşen bu nakil hükümleriyle doğrudan bağlantılı oluşturulduğusöylenebilir. Fakat hükümleri tek bir uygulamadan hareketle oluşturulmamış, bütün nakil uygulamalarından az veya çok faydalanılmıştır. Çünkü her ne kadar hibe, vakıf, miras, vasiyet gibibirden çok uygulama ile arasında benzerlik bulunsa da aile vakıfları kendisine has bir uygulamadır. Aile vakıflarına yönelik hükümlerdeki bu benzerliğin ve farklılığın ortaya konulması ise ailevakıflarının mahiyetini ve aile düzenine olan katkısını göz önüne serecektir.
|
Tasavvuf içerisinde gelişen metafizik anlayış, belirgin hâle geldiği ilk dönemlerden itibarençeşitli eleştirilerin odağında yer almıştır. Bu eleştiriler vahdet-i vücûd diye adlandırılan vebüyük ölçüde İbnü’l-Arabî (ö. 638/1240) ve sonrası dönemde sistemleşen metafizik anlayışıntasavvuf dünyasında etkin hâle gelmesiyle ivme kazanır. Son dönem Osmanlışeyhülislâmlarından biri olan Mustafa Sabri Efendi (1869-1954) de vahdet-i vücûd adıylasistemleşen bu metafiziği eleştirenler arasındadır. Eleştirileri genel ve özel ilâhiyat bahisleri,kozmoloji, meâd doktrini gibi ontolojik hususlar ile vahdet-i vücûda kaynaklık ettiği ileri sürülenkeşf ve müşâhedeye dayalı bilgi anlayışını kapsar.
|
Sarı Saltuk, efsanevi kişiliğiyle bir halk kahramanı, bir Hak dostudur. Uçsuz bucaksız coğrafyalarda, gönüllere ulaşan yollarda yürümüş bir Alp-Erendir. Mostar’da bulunan Blagay Alperenler Tekkesi de onun destânî karakterine çok yakışan yolculuk menzillerinden biridir. İnsanların bir araya gelmesi, bir arada ibadet, dua, zikir yapabilmesi için kurulan tekkeler, doğası gereği her zaman insanlar için bir cazibe merkezi olmuştur. Kurucusu olan ya da içerisinde medfun bulunan zatlara duyulan hürmet ve muhabbet tekkeler etrafında gelişen inanç anlayışlarını günümüzde de beslemeye devam etmektedir. İnsanoğlunun inanmaya ihtiyacı vardır. Yaşadığı dünyanın devasa problemleriyle baş edebilmek için kendi gücünden daha büyük bir güce, Yaratanın sonsuz, sınırsız gücüne ihtiyacı vardır. Bu gücü en yoğun biçimde hissettiği mekanlar da tarih boyunca tekkeler olmuştur. İnsan-inanç ilişkisi günümüzde de tekkeler etrafında gelişimini sürdürmeye devam etmektedir.Çalışma; Sarı Saltuk ve Blagay Tekkesi’ni tanıtmayı, buradan hareketle tekkeler etrafında gelişen inanç algısını fark etmeyi, tekke-insan-inanç ilişkisini incelemeyi amaçlamaktadır. Çalışmada literatür taranmış, Blagay Tekkesi’nde alan incelemesi yapılmış, kaynak kişilerle görüşülmüş, bulgular değerlendirilerek tekke-insan-inanç ilişkisi ortaya konulmaya çalışılmıştır.
|
Müslümanlar’ın günde beş kez eda ettiği namazlar, belirli vakitlere tayin edilmiştir. Vakti girmeden kılınan namaz sahih olmadığı gibi vakti çıktıktan sonra kılınan namaz da sahih değildir.Namazların geçerliliğini ortaya koyan bu vakitlerden başka, namazın içinde edasının müstehapveya mekruh olduğu zaman dilimleri de vardır. Kur’ân’da açık bir şekilde geçmeyen hem namazvakitleri hem de müstehap vakitler, fukahâ tarafından ilgili hadisler ışığında tespit edilmiştir. Bukonudaki hadislerin bazıları tüm namazların müstehap vakti ile ilgili umum hüküm ihtiva ederken bazıları ise hususen bir namazın müstehap vakti hakkında varit olmuştur. Fukahânın müstehap vakitlere dair görüşlerinin incelendiği bu çalışma ile bir anlamda onların hüküm çıkarmada kullandıkları yöntemlere işaret edilmiş olacaktır. Zira aynı konu ile ilgili birbiriyle zahirençelişir gibi görünen rivayetler bulunmaktadır. Herhangi bir konuyla ilgili nasları göz önüne alarak hepsinin anlamını içerecek şekilde bir hükme ulaşan âlimler, rivayetler arasındaki zahirîçelişkiyi gidermek için birçok yöntem kullanmışlardır. Müstehap vakitler hakkındaki hükümlerde buna örnek teşkil etmektedir.
|
İnsanın eğitim vasıtasıyla değişebildiği ve dönüşebildiğini ifade eden eğitimin imkânı meselesi,büyük ölçüde insan tabiatının mahiyeti çerçevesinde tartışılır. Çünkü insan tabiatı, eğitiminişleyeceği yatkınlık ve istidatları ifade eder. Bu çalışmada Gazzâlî düşüncesinde insanın aslîtabiatlarını ifade eden fıtrat ve mizacın anlamları, nasıl farklılaştıkları ve bunların eğitim süreciaçısından nasıl anlaşılabileceği üzerinde durulmaktadır. Çalışmada bu iki kavramaodaklanılmasının amacı, fıtrat ve mizacın Gazzâlî düşüncesinde eğitimin kapsamı ve içeriğinibelirleyen merkezî kavramlardan olmasıdır. Çalışma, literatürde bu kavramlara Gazzâlî özelindeodaklanan çalışma bulunmadığından büyük ölçüde birincil kaynakların değerlendirilmesinedayanmaktadır. Gazzâlî düşüncesinde fıtrat ve mizaç, eğitimin mümkün olduğunu ifade etmeklebirlikte, onun sınırlarını da belirler. İnsanı ruh ve bedenden müteşekkil bir varlık olarak görenGazzâlî’ye göre fıtrat, insanın ruhî yönünün tabiatını ifade ederken; mizaç, insanın bedenîyönünün tabiatına işaret eder. Gazzâlî fıtratı farklı anlamlarda kullanıyor olsa da onun fıtratayüklediği asıl anlam, tüm insanların yaratıcısını bilme istidadıdır. İnsanların bu dünyayagelirken fıtratlarında hazır buldukları bu istidat, insana yaratıcısını ve eşyâyı tanımanınimkânını sunar ve her insan için ortaktır. Mizaç ise fıtrattan farklı olarak Gazzâlî düşüncesindetek bir anlamda kullanılır: Mizaç, insanın karakter özelliklerinin ve yatkınlıklarının en genelifadesidir. Gazzâlî’nin büyük ölçüde İbn Sînâ felsefesinden tevarüs ettiği mizaç anlayışına göreher insanın mizacı farklıdır. Fıtratın aksine her insan için biricik olan mizaç, aynı zamandaeğitimin sınırını belirleyen unsurdur.
|
Kıymetli iki maden olan altın ve gümüş sünnette ribevî mallar arasında sayılmıştır. Fukahanınçoğunluğu bu iki madeni bütün çeşitleriyle ribevî olarak kabul etmiş ve sarf akdi kurallarıkapsamında mübadele edilmesi gerektiğini ifade etmişlerdir. Fakat bir kısım fakihler bu görüştenfarklı düşünmekte ve altınla gümüşün bazı türlerinin ribevî olmadıklarını iddia etmektedirler.Harâc ve emvâl literatürünün dört temel eserinde altın ve gümüş konularının ele alındığı bumakalede ilgili görüş farklılıklarına değinilmemiş; sadece altın ve gümüşün fıkhî mahiyetiylealakalı ihtilafların tarihsel izleri takip edilmiştir. Bu çerçevede çalışmamızda Ebû Yusuf’un (ö.182/798) Kitâbu’l-Harâc, Yahyâ b. Âdem’in (ö. 203/818) Kitâbu’l-Harâc, Ebû Ubeyd Kâsım b.Sellâm’ın (ö. 224/838) Kitâbu’l-Emvâl ve İbn Zencûye’nin (ö. 251/865) Kitâbu’l-Emvâl adlı eserleriincelenmiştir. Böyle bir araştırmayla, fıkıh ilminin gelişim süreçleri içerisinde altın ve gümüşünfıkhî mahiyetiyle ilgili farklı kanaatlerin ilk dönemdeki izleri sürülmüştür. Zira hicri VIII. asrakadar bu iki madenin ribevî/para olmaları yönünde bir tartışmanın bulunmadığıdüşünülmektedir. Bu düşünceyle ilgili objektif bir sonuca ulaşmak amacıyla söz konusu dörttemel eser eksenli bir araştırma yapılmıştır
|
Osmanlı Devleti’ndeki vakıflara ait vakfiyeler ve farklı dönemlere ait birçok vesika, devletinvakıflara vermiş olduğu önemi, vakfın işleyiş ve denetimini, vakıflar ile ilgili birçok sorunu ve busorunların çözümlerini tespit etmemiz açısından önemlidir. Fatih Sultan Mehmed’in İstanbul’ufethinden sonra Ebû Eyyûb el-Ensârî’nin defnedildiği yer tespit edilmiş ve üzerine bugün deehemmiyetini koruyan türbe ve külliye inşa edilmiştir. Söz konusu yapıların giderlerinin karşılanması amacıyla 1457 yılında bir vakfiye oluşturulmuştur. Fatih dönemindeki bu vakfiyenin zayiolması nedeniyle 1582 yılında tekrar kaleme alınan vakfiye ve 1825 yılına ait Vakıflar Genel Müdürlüğü’ndeki Eyüp Sultan Türbesi’nin ikinci vakfiyesi olarak sayabileceğimiz vesika, çalışmamıza katkı sağlamıştır.Bu çalışmamızda Osmanlı sultanları ve halk gözünde de kutsal bir yer sayılan Ebû Eyyûb elEnsârî Külliyesi’nin yalnızca türbe kısmına ait vakfın vakfiyeleri incelenerek türbenin akarları,vakfın türbe için yaptığı harcamalar, vakıf görevlileri ve bunların görev değişimleri tespit edilmiştir
|
Bu çalışma, açık ceza infaz kurumlarında hükümlü kadınların dindarlıkları ile affetme eğilimleriarasındaki ilişkiyi yaş, eğitim, medeni durum, ikamet, açık ceza infaz kurumuna girme nedeni veaçık ceza infaz kurumunda kalış süresi, tekrarlı suç işleme şeklindeki değişkenler açısındanincelemiştir. Araştırmada “Ok-Dini Tutum Ölçeği” ile “Affetme Eğilimi Ölçeği” veri toplamakaracı olarak kullanılmıştır. Veriler, Korelasyon, Anova ve Frekans analiz yöntemleriyle analizedilmiştir ve şu sonuçlara ulaşılmıştır: Katılımcıların affetme eğilimi açısından “öç alma”; dinitutum ölçeği açısından ise, “ilişki” boyutu, en yüksek ortalamaya sahiptir. Dindarlık ile sosyodemografik değişkenler arasındaki ilişkiyle ilgili olarak ise sadece biliş ve davranış boyutuylaaçık ceza infaz kurumuna giriş nedeni arasında anlamlı bir ilişki tespit edilmiştir. Affetme vesosyo-demografik değişkenler açısından ise yaş değişkeni ile öç alma ve uzaklaşma boyutuarasında pozitif yönde anlamlı bir ilişki vardır. Açık ceza ve infaz evlerinde kalış süresiyleiyimserlik boyutu dışında affetme eğiliminin tüm boyutları arasında negatif yönde anlamlı birilişki tespit edilmiştir. Affetme eğilimi ile dindarlık arasındaysa anlamlı bir ilişkiyerastlanmamıştır.
|
Bireyin kendi davranışlarını ve etkileşimde olduğu diğer bireylerin davranışlarını etkin birşekilde izlemesini, içerisinde bulunduğu durumun gereklerini okumasını ve buradan edindiğibilgileri işleyerek kendi davranışlarını kontrol etmek için kullanacağı ipuçlarına dönüştürmesiniifade eden kendini ayarlamaya, sosyal hayatın işleyişine dair yapılacak çözümlemelerdefonksiyonel bir rol yüklemek mümkündür. Bu doğrultuda bu çalışma kendini ayarlamayı sosyaldavranışın anlaşılmasında kullanılabilecek etkili bir ajan olarak değerlendirmektedir. Sosyalvarlık olmaklığı dolayısıyla her insanın kendini ayarlama stratejilerinden yararlandığı iddiaedilebilir. Ancak bu stratejilere başvurma sıklıkları açısından bireyler arasında farklılıklarolduğu görülmüş ve bu sebeple kendini ayarlaması yüksek ve düşük birey sınıflandırmasıyapılmıştır. Bu sınıflandırma, kendini ayarlaması yüksek ve düşük bireyler arasında davranışsalyönelimler noktasında farklılıklar söz konusu olduğuna işaret etmektedir. Kendini ayarlamanoktasındaki bireyler arası farkları konu edinen bu çalışma, ilgili alanyazında belirlenen sözkonusu farklılıkları sistematik bir şekilde ele almakta ve çeşitli değişkenlerin kendini ayarlamaile ilişkilerini analiz etmeyi hedeflemektedir. Buradan hareketle çalışmanın kendini ayarlamanıntemel bir kişilik özelliği olarak tanımlanmasının imkânına dair yürütülen tartışmalara bir cevapsunma beklentisi taşıdığı ifade edilebilir.
|
İbn Sînâ felsefesinde faal akıl, Zorunlu Varlık ve ayrık akıllardan oluşan ay üstü âlemin sonaklıdır. Sudur sürecinde son akıl olması sebebiyle aynı zamanda oluş ve bozuluşa tabi olan ay altıâlemin aklı olarak kabul edilmektedir. Dolayısıyla bu âlemde çeşitli tasarruflara sahip birkonumda bulunmaktadır. Faal akıl, fizikî âlemin şekillenmesindeki etkisiyle ontolojik, insanınbilgisel süreçlerinde etkin olmasıyla da epistemolojik bir yöne sahiptir. Bu makalede İbn Sînâ’nınfelsefî sisteminde birçok alanla irtibatlı olması dolayısıyla merkezi bir konumda bulunan faal akılele alınacaktır. Çalışmamızın amacı, İbn Sîna felsefesinde faal aklın konumunu belirlemek ve ayaltı âlemde ne tür tasarruflarda bulunduğunu ortaya koymaktır. Ayrıca nefs ve idrak teorisine defaal akıl ile irtibatı ölçüsünde değinilecektir. Çalışmada daha çok İbn Sînâ’nın konuyla ilgilieserlerine müracaat edilecek, yeri geldikçe onun büyük şarihi Tûsî’nin ilgili eserlerine debaşvurulacaktır. Alanda yapılmış çağdaş araştırmalar da çalışmamızda yararlanılan kaynaklararasında yer alacaktır.
|