Sağlıklı bir toplum, geleceğe emin adımlarla ilerlemek isteyen her millet için büyük önemi haizdir. Bu da ancak sağlıklı bir aile yapısı ile mümkündür. Câhiliye dönemi Arap toplumunda birçok alanda olduğu gibi aile hayatında da bir disiplin yoktu. Duyulduğu zaman insanların tüylerini ürpertecek türden evlilik, birliktelik ve boşama şekilleri yerleşik bir hal almıştı. Vahiyden uzak yaşanan hayat, insanları sosyal, ekonomik ve ahlaki alanlarda infiale sebebiyet verecek tasarruflarda bulunmaya sevk ettiği için, doğru yoldan sapan bu topluma ilahi müdahale kaçınılmaz olmuş ve aile hayatı dâhil tüm alanlardaki yanlış uygulamalar kaldırılmıştır. İslâm’da soy bağı ve nesillerin korunması büyük ehemmiyet arz ettiği için sadece evlenilmesi haram olan kişilerin kimler olduğunun beyan edilmesi ile yetinilmemiş, aileye yönelik başka tedbirler de alınmıştır. Bu çalışmada, câhiliye döneminde sosyal bir hastalık olarak uygulama alanı bulan ve literatüre “nikâhu’l-makt” (nefret evliliği) şeklinde geçen evlilik türü, yasaklandığı ayet çerçevesinde ele alınmış, söz konusu nikâhın failine ne tür bir ceza verileceği hususu mevcut görüş ayrılıkları çerçevesinde incelenmiştir.
|
İslâm mütekellimlerine göre mucize, peygamberlik alametidir ve birtakım özelliklere sahip olması gerekmektedir. Mu‘tezile’ye göre mucizenin üç temel özelliği vardır: Allah’ın fiili olması, olağanüstü olması ve nübüvvet iddiasından sonra, iddiaya uygun bir şekilde meydana gelmesidir. Onlara göre Kur’an-ı Kerim de belâgat ve fesahat açısından bir mucizedir. Fakat Nazzâm, “Sarfe Teorisi” ile bunu reddetmiştir. O Kur’an’ın belâgat ve fesahat açısından bir mucize olmadığını iddia etmiştir. Ona göre müşriklerin Kur’an’ın benzerini getirememelerinin sebebi Allah’ın özel müdahalesidir. Bu çalışmanın amacı da Mu‘tezile’nin mucize anlayışını ortaya koymak ve bu bağlamda “Sarfe Teorisi”ni değerlendirmektir. Bu itibarla, zihinlerde beliren bazı soru işaretlerinin giderilecek olmasını temenni etmekteyiz. Yapılan çalışmada mucize kavramı açıklanmış ve Mu‘tezile’nin mucize anlayışı ortaya konmuştur.
|
Amaç, Erzincan İl Milli Eğitim Müdürlüğü Yöneticileri ile aynı müdürlüğe bağlı olarak görev yapan Okul yöneticilerinin, kurumlarında görev yapan ilahiyat fakültesi mezunu din kültürü ahlak bilgisi öğretmenlerinden memnuniyet düzeylerini ve beklentilerini tespit etmektir. Veriler 2019-2020 eğitim – öğretim yılında Erzincan İl Milli Eğitim Müdürlüğünde görev yapan toplam 73 kurum yöneticisinden elde edilmiştir. Veri toplama aracı olarak, Erzincan Binali Yıldırım Üniversitesi dış paydaş anketi kullanılmıştır. Bulgular, ilahiyat fakültesi mezunlarına kazandırılan mesleki becerilerin yeterli olduğu, Erzincan İl Milli Eğitim Müdürlüğü kurum yöneticilerinin kurumlarında çalışan DKAB öğretmenlerinden memnun oldukları ve beklentilerini karşıladığını göstermektedir.
|
Kur’an tilâvetiyle ilgili bir kısmı bağlayıcı, bir kısmı ise ihtiyari olmak üzere pek çok temel ilke ve esastan bahsedilebilir. Buna göre Kur’ân’ı Kerîm kıraatinin makbul bir ibadet olabilmesi için niyet, ihlas, tecvîd gibi bazı ilkeler her kârî için asgarî seviyede de olsa gerekli iken; âdâp, makam, mimik gibi bazı hususlar ise herkes için zorunlu değildir. Kur’an okumada zorunlu olmayan, bununla birlikte kıraatle ilgili uygulamalara keyfiyet kazandıran ve dolayısıyla dikkate alınması gereken ilkelerden biri de tilâvetin estetik yönüdür. Pek çok ilmî disiplin için kullanılan “estetik” kavramıyla Kur’an tilâvetinde kulağa, göze ve gönle hitap eden birtakım incelikler kastedilmektedir. Bu tür incelikler harflerin telaffuzu ile ilgili uygulamalar, kıraat esnasında ağız, dudak ve mimiklerle ilgili incelikler ve sesin kullanımıyla ilgili uygulamalar olarak tasnif edilebilir. Yapılan çalışmada, ülkemizde yürütülen Kur’an eğitim öğretim faaliyetlerinde çoğu zaman ihmal edilen estetiğe dair inceliklere dikkat çekilecek ve bu gibi zafiyetlerin giderilmesi noktasında bazı önerilerde bulunulacaktır.
|
Talakın sonuçlarından biri olan iddet, nikâh bağının sona ermesiyle birlikte kadının beklemesi gereken süre anlamına gelmektedir. Normal şartlarda boşanma durumunda iddet talakla birlikte, ölüm durumunda ise vefatın akabinde başlar. Tek taraflı irade beyanıyla meydana geldiği için talakın kadına haber verilmesi gerekmez. Ancak kadından talakın gizlenmesi durumunda iddetin talaktan itibaren başlaması bir taraftan kadının nafaka ve süknâ gibi bazı haklarının kaybına sebep olmakta diğer taraftan da karı ile koca arasında muvâzaa yapılmak suretiyle birtakım yasak fiillerin meşrû hale getirilme ihtimali ortaya çıkmaktadır. Söz konusu mahzurlar dikkate alınarak Hanefî mezhebi içerisinde mütekaddimûn döneminde çeşitli görüşler ileri sürülmüştür. Bu çalışmada, talakın gizlenmesi durumunda iddetin başlangıcına dair meşâyihin fetvası ve bu fetvanın Hanefî mezhebinde müftâ bih hale geliş süreci incelenmektedir.
|
Bu makalede İslâm tarihinde müstesna bir yere sahip olan Saîd b. el-Âs (öl. 58/678) farklı boyutlarıyla incelenmeye çalışılmıştır. O, hicret yılında Mekke’de dünyaya gelmiştir. Babası Bedir savaşında müşriklerin safında öldürüldükten sonra Hz. Osman (öl. 35/656) onu himayesi altına almıştır. Cesaret, dirâyet, hitâbet, fesâhat, cömertlik gibi bazı özelliklerinden dolayı insanlar arasında temayüz etmiş ve genç yaşta stratejik öneme sahip görevler üstlenmiştir. Ermenistan ve Azerbaycan seferlerinde komutan olarak orduyu yönetmiş ve önemli başarılar elde etmiştir. Askerî görevlerinin yanı sıra Hz. Osman döneminde Kûfe’de; Muâviye (öl. 60/680) döneminde ise Medine’de valilik yapmıştır. Kargaşanın hiç eksik olmadığı Kûfe’de valilik yaptığı dönemde yaşamış olduğu sıkıntılar azledilmesine sebep olmuştur. Hz. Osman’ın şehit edilmesi sürecinde onu korumaya çalışmış; Cemel ve Sıffın savaşlarında tarafsız kalmayı tercih etmiştir. Medine’de valilik yaptığı dönemde başta Ehl-i beyt olmak üzere her kesimle iyi ilişkiler içerisinde olmaya gayret etmiştir. Görev yaptığı yerlerde insanların ihtiyaçlarını karşılamış, özellikle yardıma muhtaç olan kimselere vermiş olduğu büyük miktardaki meblağlarla dikkat çekmiştir. O, Hz. Osman döneminde teşekkül ettirilen Kur’ân-ı Kerîm’in istinsah heyetinde bulunmuş, nüsha çoğaltılma sürecinde önemli bir sorumluluk üstlenmiştir.
|
Sevim ARSLAN
Sevim ARSLAN
Lübbü’l-Usûl fî Mâ‘rifeti’t-Tarîki’l-Vüsûl, Şeyh Hasan Hüsameddin Uşşâkî’nin halifelerinden Şeyh Memî Cân Saruhânî’ye (ö.1008/1599-1600) ait Türkçe tasavvufî bir eserdir. Eserin girizgâhında Peygamber Muhammed (sav)’ın sülûk-i mi’râc ederken kendi hakîkatine yaptığı yolculuktan bahsedilmektedir. Daha sonra başta sahâbe olmak üzere insanların sülûk-i mi’râclarına değinilmektedir. Kitabın ilerleyen aşamalarında “Hakîkat-ı Muhammediyye”, zikir, tevhid gibi tasavvuf kavramlarına yer verilirken son bölümünde şerîat, tarîkat ve hakîkat kavramları teferruatlı bir şekilde ele alınmaktadır. Tasavvufta sıklıkla kullanılan “nihâyeti bidâyetinde dürülüdür” ifadesi, bu eserde tam olarak karşılığını bulmuştur. Zira bu üç kavram, eserin başlangıcında mücmel olarak bahsedilen hakîkate doğru yolculukta nasıl bir yol izleneceğini ayrıntılı biçimde gösterir. Başka bir deyişle şerîat-tarîkat-hakîkat kavramlarının ifade ettiği mana katmanları idrak edilip yaşantıya geçirildiğinde sâlikin sülûk-i mi’râcının ancak o zaman gerçekleşebileceği ifade edilir. Bu çalışmamızın amacı, Osmanlı dönemine ait mezkûr yazma eserde yer alan bu üç kavrama dair müellifin görüşlerini değerlendirerek gün yüzüne çıkarmaktır.
|
Bu çalışma yazının icadı ile Kur’ân’da yazı anlamına gelen kelimelerden oluşmaktadır. Yazının icadıkonusunda modern bilimler ile İslâmî ilimler ihtilaf halindedir. Bu ihtilafın en önemli sebebi paradigma farklılığıdır.Modern bilimler bilimsel bilgi olarak sadece akıl ve ampirik delilleri kabul etmekte, dinî metinleri göz ardıetmektedir. İslâmî ilimler ise yazı konusuna kendi bağlamında tevkīfî/ilâhî ve beşerî açıdan yaklaşıp modern biliminürettiği ilmî verilerden yeterince istifade edememektedir. Bu çalışmada, yazı konusunda hem modern bilimlerin hemde İslâmî ilimlerin verilerinin kullanılması amaçlanmaktadır. İslâmî ve modern bilim verilerinin beraberkullanılmasının yazı konusunda daha isabetli sonuçlara ulaştıracağı düşünülmektedir. Kur’ân’da yazı ile ilgili olaraksuhuf, kitap, levha, zübür ve sifr olmak üzere başlıca beş kelime geçmektedir. Mezkûr kelimelerin tahlilinde, sözlükve terim anlamlarıyla birlikte modern bilimlerin verilerinden istifade edilmiştir. Çalışmada yazı, yazının icadı veKur’ân’da yazıyı çağrıştıran başlıca kelimeler üzerinde durulmuştur.
|
Kur’an’da kâinatı oluşturan varlıkların birer ayet olduğu beyan edilir. Bu ifade söz konusu varlıklarınAllah’ın yaratıcılığına, vahdetine ve yüce kudretine işaret ettiklerini akla getirir. Diğer yandan kâinatın insandışındaki üyeleri olan varlıklara atıfla bazı hususlar da beyan edilir. Özellikle canlı varlıklar için mümkün olan kimihususların akıl ve idrakten uzak kabul edilen bu varlıklara nispetle gelmesi dikkat çekicidir. Bu çalışma, ilgiliayetlerden özellikle sema ve arza canlılık atfeden ayetleri konu almaktadır. Ayetler, emir ifadelerine cevap verme,canlılara ait eylemleri gerçekleştirme, sorumlulukla muhatap olma ve kulluğun gereklerini yerine getirme gibi farklıhususlara işaret etmektedir. İlgili ayetlerin tefsirlerdeki değerlendirmelerinde hakiki ve mecazi yorumların öneçıktığı görülmektedir. İslam düşünce tarihindeki hakikat-mecaz konusundaki tartışmalar, çalışmamızda da elealınmaktadır. Ayrıca ilgili ayetler insana yönelik mesajlar da taşımaktadır. Bu araştırma, insanın kâinata daha farklıbir gözle bakmasını sağlayarak; çevresine karşı daha duyarlı olmasına katkı sağlayacaktır.
|
Hadis ilminde rivayetlerin sıhhat durumlarının tespiti, genellikle râvilerin rivayet konusundakiyetkinlikleri üzerinden gerçekleşmektedir. Bu bağlamda râviler hakkındaki cerh ve ta‘dîl bilgileri, hadislerin sıhhatinitespitte büyük öneme sahiptir. İlk dönem münekkitlerinden Ahmed b. Hanbel’in, râvilerle ilgili fısk, yalancılık veya sikayamuhalefet ve hafıza bozukluğu gibi ortak zeminde kabul edilen hususlar dışındaki değerlendirmelerinde sergilediği bazıyaklaşımlarının konu edildiği bu makalede, râvilerden hadis kabulü noktasında münekkitlerin mezkûr durumlar dışındabaşka faktörlerden de etkilenip etkilenmediği, etkilendiyse bunların neler olduğunun tespiti amaçlanmaktadır. Bunungerçekleşmesi noktasında Ahmed b. Hanbel’in râvilerle ilgili değerlendirmeleri diğer münekkitlerin de cerh ve ta‘dîlleriile birlikte ele alınmıştır. Ayrıca bu çalışma ile cerh ta‘dîl değerlendirmelerinin âlimler tarafından tetkik edilmeden kabuledilip edilmediği sorgulanacak ve âlimler tarafından genel kabul gören görüş bağlamında Ahmed b. Hanbel’in cerh veta‘dîlde mutedil olduğu kanaatini de bir bakıma sağlama imkânı elde edilecektir. Münekkitlerin adalet ve zabt vasfınızedeleyen bilindik hususlardan ayrı olarak yaptıkları değerlendirmelerdeki sergiledikleri yaklaşımların tespiti, cerh ta‘dîlbilgilerinin doğru değerlendirilmesi noktasında olumlu katkı sağlayacaktır.
|