Ayse Rabia SENKAYA , Alper İLERİ, Hüseyin ABACI, Alaattin KARABULUT, Mehmet Buğrahan GÜRCAN, Hakkı AYTAÇ, Suna YILDIRIM KARACA, Deniz Can ÖZTEKİN
Birth anxiety can be defined as the fear of direct pain, the fear of the birth process. The aim of this study is to investigate the effect of anxiety level at the time of birth on the birth process and maternal and neonatal outcomes. Materials and Methods: Anxiety scores of the patients were recorded. Demographic data of the patients, cervical examination findings, place of residence, education level, type of delivery, APGAR score, presence of episiotomy or dehiscence in normal deliveries, 1st, 2nd and 3rd stages of labor, analgesia needs, prenatal and postnatal hemoglobin variability were recorded. The patients were divided into two groups as those with low (n=76) and moderate/high (n=24) anxiety levels, and the effect of anxiety level on birth outcomes was compared. Results: 53.9% (n=41) of pregnant women with low level of anxiety were nulliparous, and 91.7% (n=22) of patients with moderate/high level of anxiety were nulliparous (p=0.001). Postpartum hemoglobin change in pregnants with low level of anxiety, was higher than the pregnant women with moderate/high level of anxiety (p=0.00). A statistically significant relationship was found between age and anxiety level, the anxiety score of younger pregnant women was significantly higher (p=0.001). Conclusion: Although we did not find a statistically significant relationship between prepartum anxiety level and fetal and neonatal outcomes in our study, the amount of bleeding was less in pregnant women with low anxiety. We also concluded that previous birth experience and maternal age affect the anxiety score.
|
Hasan Oğuz ÇETİNAYAK , Adem ŞENGÜL, Volkan SEMİZ, Aslı ÇAKIR, Nuri KARABAY, Zümre ARICAN ALICIKUŞ, Merve TEKER, Fadime AKMAN
Amaç: Yerel ve/veya bölgesel yineleme sonrası ikinci seri radyoterapi (İSRT) uygulanan nazofarenks kanserli hastalardaki tedavi sonuçlarımızı retrospektif olarak irdelemektir. Gereç ve Yöntem: 1991 ve 2018 yılları arasında nazofarenks kanseri için definitif radyoterapi ± kemoterapi aldıktan sonra lokal ve/veya bölgesel yineleme saptanan 44 hastadan 27’sine ikinci seri radyoterapi uygulanmış ve çalışmaya dahil edilmiştir. Bulgular: İlk tedavi sonrası medyan takip 49 (13-255) aydır. Primer radyoterapi sonrası yinelemeye kadar geçen süre medyan 18 ay (3-216) olup, 20 (%74) hastada yerel, 5 (%19) hastada bölgesel ve 2 (%7,4) lokal ve bölgesel yineleme saptanmıştır. İSRT, 16 (%59) hastaya konvansiyonel, 5 (%18) hastaya konformal, 4(%11) hastaya VMAT ve 2(%7) hastaya Stereotaksik Radyoterapi tekniği kullanılarak, medyan 30 (4-35) fraksiyon ve 2 Gy (2-7) fraksiyon dozu ile medyan toplam doz 60 Gy (15-70) olacak şekilde uygulanmıştır. RT sonrası yanıt değerlendirmede; 7 (%26) tam yanıt, 11 (%41) kısmi yanıt ve 9 (%33) hastada progresyon saptanmıştır. İki-5 yıllık genel sağ kalım oranları sırasıyla %85-%47, yineleme sonrası ise %44-%24’dür. İSRT sonrası 2 ve 5 yıllık progresyonsuz sağ kalım oranları ise %34 ve %20’dir. Tek değişkenli analizde; genel sağkalım için, yinelemeye kadar geçen süre (p< 0,001), ISRT doz (p=0,048); PSK’da ise, ISRT tekniği (p= 0,01), yenilemeye kadar geçen süre (p<0,001), ISRT doz (p=0,002) anlamlı olarak saptanmıştır. Çok değişkenli analizde sadece yinelemeye kadar geçen süre (p<0,001) istatistiksel anlamlı bulunmuştur. Sonuç: Sınırlı sayıda hasta olmasına rağmen sağkalım oranları tatmin edici bulunmuştur. Gelecekte teknolojik gelişmelerin de yardımıyla bu tür yüksek riskli hastalıklarda daha az yan etki ile daha iyi sağkalım oranları elde edilebilecektir.
|
Deniz KIZMAZOĞLU , Zuhal ÖNDER SİVİŞ, Burçak TATLI GÜNEŞ, Esin ÖZCAN, Berna ATABAY, Haldun ÖNİZ
Deniz KIZMAZOĞLU ,
Zuhal ÖNDER SİVİŞ, Burçak TATLI GÜNEŞ, Esin ÖZCAN, Berna ATABAY, Haldun ÖNİZ
Amaç: Bu çalışmada kliniğimizde Ewing sarkom tanısı ile izlenen hastaların klinik özellikleri, tedavi detayları ve tedavi yanıtları değerlendirilmiştir. Gereç ve Yöntem: Ocak 1985– Ocak 2020 tarihleri arasında Çocuk Onkoloji Kliniğinde Ewing sarkom tanısı ile takip ve tedavi edilen 56 olgunun dosyaları incelendi. Klinik karakteristikleri, uygulanan tedavi, yaşam hızları analiz edildi. Bulgular: Ewing sarkom tanılı 56 hastanın 48’inin verilerine ulaşılabildi. Bu hastaların ortanca tanı yaşı 12 yaş (0-17 yaş), Erkek/Kız oranı 0,8 idi. Semptomların başlangıcından tanıya dek geçen ortanca süre 10 hafta (0-108 hafta) idi. Primer tümör yerleşim yeri: ekstremite %35,4 (n:17), paravertebral %8,3 (n:4), pelvik %20,8 (n:10), göğüs duvarı %20,8 (n:10), kafa ve yüz kemikleri %8,3 (n:4), yumuşak doku %6,4 (n:3) idi. Histopatolojik incelemede, %75’i Ewing (ekstraosseoz 17, osseoz 19), %25’i PNET (n:12) idi. Hastaların %35,4’ü tanıda metastatikti (akciğer n: 13, kemik n: 5, kemik iliği n: 3, uzak lenf nodu n: 2, karaciğer n: 1). Ortanca izlem süresi 23 ay (2 ay– 22 yıl) olup olaysız yaşam hızı 5 yıllık %37, 10 ve 15 yıllık %33 bulundu. Genel yaşam hızı 5 yıllık %42,10 ve 15 yıllık %33 bulundu. Sonuç: Kemoterapi ve primer bölge radyoterapisine rağmen olgularımızın yarısı kaybedilmiştir. Olaysız ve genel yaşam hızları düşük olmasına rağmen literatür ile uyumludur. Hastaların ileri evre hastalıklı olmaları, tedavi altında progresyon gelişmesi ve cerrahi oranlarının düşük olması ile ilişkili olabilir. Son 10 yılda sonuçların daha iyi olması, multidisipliner tedavi yaklaşımındaki gelişmeler ile ilişkilidir.
|
Amaç: Bu araştırmada 2018-2019 eğitim ve öğretim döneminde İzmir’in Balçova İlçesi’ndeki bir lisenin 9-10-11. sınıftaki öğrencilerinde internet bağımlılığı ile obezite ilişkisinin belirlenmesi amaçlanmıştır. Gereç ve Yöntem: Kesitsel tipteki araştırmanın evrenini 2018-2019 eğitim ve öğretim döneminde İzmir’in Balçova İlçesi’ndeki bir lisenin 9-10-11. sınıfındaki 461 öğrenci oluşturmaktadır. Örnek seçilmeyip tüm evrene ulaşmak hedeflenmiştir. Bağımlı değişken obezite varlığıdır. Bağımsız değişken internet bağımlılığıdır. Öğrencilerden 391’ine ulaşılmıştır (ulaşma oranı: %84,8). Veri yüz-yüze görüşme yöntemi ile toplanmış ve Ki-kare, t testi ve Lojistik Regresyon Analizi ile çözümlenmiştir. Bulgular: Katılımcıların ortalama yaşı 15,9±0,8 (15-17), %53,5’i kızdır. Öğrencilerin persentile göre %12,8’i fazla ağırlıklı, %10,0’ı obezdir. İnternet bağımlılığı ölçeğine göre öğrencilerin %18,2’si sınırlı semptom göstermiş, %0,5’i internet bağımlısıdır. Tek değişkenli analizlerde anlamlı ilişki bulunan değişkenlere göre düzeltme yapıldığında internet bağımlısı olmayanlara göre internet bağımlısı-sınırlı semptom gösterenlerde fazla ağırlıklı- obez olma riski 9,2 kat anlamlı olarak fazladır (OR=9,19, p<0,001, %95GA=4,90-17,23). Sonuç: Lisede her dört öğrenciden birisi fazla ağırlıklı ya da obez, her beş öğrenciden birisi sınırlı semptom ya da internet bağımlılığı göstermektedir. Aynı zamanda lise öğrencilerinde internet bağımlılığının obezite için bir risk oluşturduğu saptanmıştır.
|
Introduction: Whether respiratory rehabilitation is beneficial for patients, who have undergone lung resection due to cancer, is still under debate. We investigated the impact of respiratory rehabilitation on the quality of life, and anxiety and depression levels of patients. Method: Patients, to whom respiratory rehabilitation was recommended after lung resection, were assessed with the 6-minute Walk Test (6MWT), Visual Analog Pain Scale (VAS), Quality of Life Questionnaire (EORTC QLQ C30) and Hospital Anxiety and Depression Scale (HADS) on date of first admission and date of discharge. These questionnaires were repeated 6 months after respiratory rehabilitation ended. Results: 186 patients applying to the physiotherapy unit after lung resection were included in the study. 78 (42%) of these patients received respiratory rehabilitation services and the assessment questionnaires were repeated with these patients 6 months after discharge. During respiratory rehabilitation the average quality of life score increased from 55.4 to 67.9 (p<0.05), the average anxiety score dropped from 5 to 3 and the average depression score from 3.5 to 2.5 (p<0.05). 6 months after discharge, the average quality of life score remained stable at 66.9 (p=0.8), the average anxiety score increased to 5.5 (p<0.05) and the average depression score to 5 (p<0.05). Conclusion: This observational study carried out during respiratory rehabilitation has shown that after treatment there is an improvement in the quality of life, and anxiety and depression levels of patients. It was observed that after discharge, the quality of life score of patients remained stable, whereas anxiety and depression levels deteriorated.
|
Belgin ÜNAL, Ahmet Naci EMECEN, Salih KESKİN, ÖYKÜ TURUNÇ, Ecem BAŞOĞLU ŞENSOY, Neslişah ŞİYVE, Ahmet Furkan SÜNER, Arzu NAZLI, Gökçen ÖMEROĞLU ŞİMŞEK, Arzu SAYINER, Oğuz KILINÇ, Vildan AVKAN OĞUZ, Murat DUMAN, Naciye Sinem GEZER, Hasan Can CİMİLLİ, Tolga BİNBAY, Mehmet Birhan YILMAZ, Semih KÜÇÜKGÜÇLÜ, Serdar BAYRAK
Belgin ÜNAL, Ahmet Naci EMECEN, Salih KESKİN, ÖYKÜ TURUNÇ, Ecem BAŞOĞLU ŞENSOY, Neslişah ŞİYVE,
... Devamını oku
Amaç: COVID-19 yeni bir hastalıktır ve kısa ve uzun dönem etkilerinin tanımlanması gerekmektedir. Dokuz Eylül Üniversitesi Tıp Fakültesi (DEÜTF) Hastanesi’nde COVID-19 tanısı alan kişilerin sağlık durumu açısından izlenmesi, verilerinin kaydı, raporlanması ve yorumlanmasını sağlamak amacıyla COVID-19 İzlem Merkezi kurulmuştur. Bu yazının amacı, DEÜ COVID-19 İzlem Merkezi’nin işleyişini ve kullanılan yöntemleri tanıtıp görüşülen kişilerin temel özelliklerini sunmaktır. Gereç ve Yöntem: DEÜTF’de PCR ile COVID-19 tanısı alan 9896 kişi izleme alınmıştır (15 Temmuz 2021 itibariyle). İzlem kapsamında hastalar 1’inci, 3’üncü ve 6’ıncı aylarda telefonla aranarak sosyo demografik özellikler, sağlık durumu, kronik hastalık öyküsü, başlangıçtaki ve son 7 gün içindeki semptomlar, yaşam kalitesi, COVID-19 sonrası sağlık hizmet kullanımı ve nedenleri hakkında veri toplanmıştır. Veriler R programı ile analiz edilmiş ve tanımlayıcı bulgular sunulmuştur. Bulgular: DEÜ COVID-19 İzlem Merkezi, çalışmalarına Ocak 2021’de başlamıştır. Merkezde 15 Temmuz 2021 tarihine kadar 4210’u birinci ay, 4403’ü üçüncü ay ve 4763’ü altıncı ay izlemi olmak üzere toplam 13375 görüşme tamamlanmıştır. İzlem merkezinin ulaşma oranı yaklaşık olarak %85’tir. Görüşme yapılan kişilerin %51,4’ü kadındır, yaş ortalaması ise 44’tür. Görüşülen kişilerin %10,3’ü sağlık çalışanıdır. Hastaların %39,9’unun en az bir kronik hastalık öyküsü vardır. Hastaların %88,4’nün başvuru sırasında bir semptomu vardır ve %14,6 sı COVID-19 nedeniyle hastaneye yatarak tedavi almıştır. Sonuç: DEÜ-COVID-19 İzlem Merkezi’nde, COVID-19 hastalarının izlemi için gerekli veri kayıt altyapısı oluşturulmuştur. Oluşturulan hasta kayıtları, hastalığın tanı, tedavi ve önlenmesine yönelik multidisipliner araştırmaların planlanmasında kullanılabilir. Merkezde oluşturulmuş olan izlem sisteminin sürdürülebilmesi açısından kurumsal, güçlü bir bilgi-işlem altyapısının kurulması ve kalıcı personel desteğinin sağlanması gereklidir.
|
Seçkin SOĞUCAK, Cihan AĞALAR, Tufan EGELİ, İnan YILMAZ, Serkan GÜVEN, Anıl AYSAL, Tarkan ÜNEK
Seçkin SOĞUCAK, Cihan AĞALAR, Tufan EGELİ, İnan YILMAZ, Serkan GÜVEN, Anıl AYSAL,
... Devamını oku
Konjenital faktör VII eksikliği ağır kanamalardan asemptomatik forma kadar geniş bir klinik yelpazede seyredebilen, toplumda 1/500.000 gibi çok düşük oranda görülen genetik bir hastalıktır. İnsidansının düşük olması, klinik seyrinin farklı olabilmesi faktör VII eksikliğinin cerrahi olgulardaki yönetimini belirsiz kılmıştır. Kanama diyatezi olguları özellikle laparaskopik cerrahiler açısından ciddi tartışma konusu olmaktadır. Akut kolesistit atağı sonrası, elektif kolesistektomi ameliyatı olması gereken bir hastamızda insidental olarak saptanan konjenital faktör VII eksikliğinin laparaskopik kolesistektomi sürecindeki yönetimine dair kliniğimizin izlediği yol bundan sonraki örnekleri açısından yol gösterici olması amacıyla hazırlanan olgu sunumu aydınlatılmış onam alınmak suretiyle literatür tartışılarak hazırlanmıştır. Olguda rekombinant faktör VII peroperatif dönemde tekrarlayan dozlarda kullanılmış ve hastada komplikasyon gelişmemiştir. Doğru rekombinant faktör VII preparatları ile hastaların güvenle ameliyat edilebileceği gösterilmiştir.
|
Introduction: This study aimed to identify the variational types of lingula (LM) and coronoid process of the mandible (CPM) in order to determine their relationship and its effect on ethnicity and surgery. Methods: A total of 100 Turkish dry mandibles were measured bilaterally to determine the LM and CPM types. Two-way mixed ANOVA test was used to analyze the relationship between LM and PCM types on both sides, and the chi-square test was used for comparison of categorical variables. Results: The occurrence of Type 4 CPM was 5.5% and type 5 LM was 1.5%. There was a significant difference between the types of LM and CPM (X2= 48.02, p<0.05). The type 5 LM was more frequent with the type 1 CPM on both sides (F 5, 15 = 3.254, p=0.04, p<0.05), whereas type 4 CPM was more recorded with type3 and type5 LM. There were significant difference between the Turkish, Brazilian and Thai populations according to the frequency of the LM types, and between the Turkish and Indian populations according to the frequency of the CPM types (p <0.05). Conclusion: In conclusion, ethnicity might play a role in LM / CPM morphology and explain why different ethnic groups have similar forms. When type 5 LM or type 4 CPM is seen on one side of the ramus, it may indicate that there is more than one variation in that person and give a clue about the individual's ethnicity and effects on surgery. Keywords: Lingula, coronoid process, mandible, skull, bone
|
Sotos syndrome which autosomal dominant inheritance has been observed, caused by the mutations and deletions in NSD1 gene. NSD1 gene consists 23 exons and localizes on chromosome 5q35.3. The prevalance of the Sotos syndrome is 1:14000 live births and the disease is characterized by excessive growth resulting in tall stature, a characteristical face appearance, advanced bone age, neurological disorder with intellectual disability and etc. Over 90% of the patients represent overgrowth, learning disability and macrocephaly. It has been shown that NSD1 gene mutations and microdeletions in 5q35.3 were common cause of Sotos syndrome. In this study we describe a 4 years old boy with Sotos syndrome harbouring a pathogenic NSD1 frameshift mutation. Clinical exome sequencing was performed using 2 ml of peripheral blood sample of the patient. The high-throughput data was analyzed using SOPHIA DDM database. The pathogenity of the mutations were evaluated based on in silico prediction tools (ClinVar, SIFT, Polyphen2, MutationTaster).We detected a pathogenic frameshift variant in NSD1 gene, 2386_2389delGAAA by clinical exome sequencing. Although the diagnosis of Sotos syndrome can be made clinically, molecular analyzes are also important in diagnosis. Numerious NSD1 gene mutations and deletions have been identified to date. However, 2386_2389delGAAA pathogenic variant in the NSD1 gene associated with Sotos syndrome will be reported for the first time in Turkey. Keywords: Sotos syndrome, NSD1, clinical exome sequencing
|
Brevundimonas species are gram-negative, aerobic, and non-fermentative bacilli, which is widespread in the soil and water, and rarely causes infections in human beings. Most of the reported cases of Brevundimonas infection are immunocompromised. However, the isolated Brevundimonas infections were reported in immunocompetent patients too. The most frequent infections caused by Brevundimonas species, were urinary tract infections, bacteremia, septicemia, peritonitis. Lower respiratory infections are fairly rare than the aforementioned infections. Brevundimonas species can also cause coinfection with other microorganisms. Acinetobacter and Brevundimonas coinfection have previously been reported in urinary tract infections but have never been reported in the lung. Here we report an immunocompetent patient with a cavitary lesion in the lung, that was caused by co-infection of Brevundimonas spp and Acinetobacter Johnsonii. Keywords: Brevundimonas, pneumonia, drug therapy, gram negative, cavitar
|