Amaç: Şizofrenide yaşam kalitesi üzerine demografik, klinik ve tedavi özelliklerin etkisiyle ilgili farklı sonuçlar elde edilmektedir. Çalışmamızda şizofreni tanısıyla izlenen hastalarda psikopatolojinin yaşam kalitesi üzerine olan etkisinin araştırılması amaçlanmıştır. Yöntem: Şizofreni tanısıyla izlenen, en az ilkokul mezunu olan 54 stabil durumdaki hasta, Dünya Sağlık Örgütü Yaşam Kalitesi Ölçeği-100 (WHOQOL-100) formu, SCID, KGİ, BPRS, SANS, SAPS, Yan Etki Rahatsızlık Ölçeği ve sosyodemografik veri anketi ile değerlendirilmiştir. Psikopatolojinin ve demografik değişkenlerin yaşam kalitesi alanlarına etkisi bağıntı (Pearson) ve regresyon (aşamalı çoklu regresyon ) analizleriyle araştırılmıştır. Bulgular: Sosyodemografik ve klinik değişkenlerle WHOQOL-l00 yaşam kalitesi alanları arasında istatistiksel açıdan anlamlı bağıntı bulunamazken, BPRS, SAPS, SANS altölçekleri ve ile negatif yönde istatistiksel açıdan anlamlı bağıntılar saptanmıştır. Tedavi değişkenleriyle etkileşimin saptandığı çalışmamızda, depresyon/ anksiyete ve anhedoni düzeylerinin ruhsal alandaki düşük yaşam kalitesini öngeren etkenler olduğu, varyansm %34\'ünü açıklayabildiği gözlenmiştir. Tartışma: Araştırmadan elde edilen bulgular, negatif belirtilerin, depresyon ve anksiyete düzeylerinin şizofrenide yaşam kalitesini olumsuz etkilediğini göstermektedir. Şizofrenide yaşam kalitesi ve tedavi çalışmalarında depresyon, anksiyete gibi duygulanım özelliklerinin ve negatif belirtilerin dikkate alınması gereklidir.
|
Amaç: Türkiye'de gençlik intiharları ve intihar girişimleri olgusu son zamanlarda ciddi bir sorun haline gelmektedir. Gençlik intiharı kitle iletişim araçları tarafından önemli ölçüde haber konusu yapılmaktadır. Bu çalışma gazete haberlerinde ve köşe yazılarında gençlik intiharları olgusunun nasıl ele alındığını ortaya koymak amacı ile yapılmıştır. Yöntem: 15 Ocak 2002 tarihinde intihar eden bir gencin ardından gazetelerde gençlik intiharı olgusuna geniş olarak yer verilmiştir. Bundan hareketle bu araştırmada 2002 yılının 16 - 31 Ocak tarihlerine ait en çok okunduğu düşünülen 8 gazetede yayınlanan intihar ve intihar girişimi haberleri ve köşe yazıları taranmış ve gençlik intiharı ile ilgili olan haberler ve köşe yazıları içerik analizi ile incelenmiştir. Bulgular: Gençlik intiharlarına ilişkin haberler büyük çoğunlukla fotoğraflı olarak, orta sayfalarda ve küçük punto başlığı ile yayınlanmıştır. Haberlerde gençlik intiharları önemli ölçüde sosyo ekonomik düzey, toplumsal değişimler, kimlik arayışı, ruh sağlığı sorunları ve satanizm olguları açısından değerlendirilmiştir. Haberlerde gençlik intiharları üzerindeki etkileri açısından medya ve bilgisayar/internet olumsuz olarak yansıtılmıştır. Aile ve arkadaş etkenleri de daha çok olumsuz ve belirsiz olarakyansıtılmıştır. Köşe yazılarında da aile ve medyanın gençlik intiharları üzerindeki etkileri olumsuz olarak yansıtılmıştır. Kimlik arayışı, yabancılaşma ve sorun çözme becerisindeki yetersizlikler, eğitim sistemi ve eğitim programlarının yetersizliği gibi çeşitli psikososyal konular gençlik intiharı konusu ile bağlantılı olarak ele alınmıştır. Tartışma: Bulgular gazetelerin anılan dönemde genel olarak gençlik intiharlarını önemli ölçüde gündemde tuttuğunu göstermektedir. Gazetelerdeki intihar haberleri gençliğin bunalımlı bir dönem olduğu anlayışına destek sağlar nitelikte görülmüştür.
|
Mehmet Akif ERSOY, Özlem DONAT, Ahmet ÇELİKKOL
Mehmet Akif ERSOY, Özlem DONAT, Ahmet ÇELİKKOL
DSM-IV ve ICD-10 sınıflandırma sistemlerinde belirti tanımının sorunsuz kabul edilmesi ve daha çok belirti kümeleri üzerinde durulmasına karşın, klinisyenler belirtilerin farklı görünümleriyle karşılaşmakta ve belirti tanımlanmasında zorluklar yaşamaktadır. Örneğin literatüre göz atıldığında varsanılar, psödo-varsanı, konversif varsanı, disosiyatif varsanı, "flashbulb" hatıralar gibi farklı şekillerde tanımlanmıştır. Sınıflandırma sistemlerinde varsanılarla ilgili yeterli yönergelerin bulunmaması, dissosiyatif varsanıları olan hastalara yanlış tanı konulması ve yanlış tedavi uygulanmasına neden olmaktadır. Bu yazıda, çocukluğunda uzun yıllar boyunca ensest travmasına maruz kalmış bir olgu vesilesiyle, varsanıların farklı tanımları, etiolojik ve fenomenolojik özellikleri üzerinde durulmuştur. Travma ve varsanılar arasındaki ilişkiye dair literatür gözden geçirilmiştir. Travmatik yaşantıların sonucu olarak gelişen varsanıların, dissosiyatif varsanı olarak isimlendirilmesinin uygun olduğu kadar yakınları ve hatta hekimler için de duygusal olarak kabul edilmesi zor bir yaşantı olmasına bağlı olabileceği belirtilmiştir.
|
Banu Işık CANPOLAT, Sibel ÖRSEL, Asena AKDEMİR, M. Haluk ÖZBAY
Banu Işık CANPOLAT, Sibel ÖRSEL, Asena AKDEMİR, M. Haluk ÖZBAY
Amaç: Bu çalışmada, Türkiye' deki ergenlerde, beden kitle indeksi ve beden imajının kendilik algısı üzerine etkisi, yaş ve cinsiyet kontrol edilerek araştırılmıştır. Yöntem: Çalışmaya 15-17yaş grubundan 242 kız, 289 erkek olmak üzere 531 lise öğrencisi alınmıştır. Öğrencilere EKAP (Ergenler İçin Kendilik Algısı Profili) ve BISQ (Beden İmajından Hoşnut Olma Anketi) verilmiş ve her öğrencinin boyu ve kilosu ölçülerek beden kitle indeksi hesaplanmıştır. Ergenlerde KendilikAlgısı Profilinde ve Beden İmajından Hoşnut Olma Ölçeği'nde yer alan alanlarda yaş, cinsiyet ve beden ağırlığının etkisini saptamak üzere varyans analizleri; kendilik algısı ve beden imajı alanları arasındaki bağıntı için Pearson bağıntı analizi ve "global kendini değerlendirme"yi öngören etkenler için regresyon analizleri kullanılmıştır. Bulgular: Kendilik algısının objektif bir ölçüm olan beden kitle indeksinden etkilenmediği, öte yandan öznel bir ölçüm olan beden imajıyla anlamlı derecede pozitif bağıntıları olduğu; beden imajının ise cinsiyet ve beden kitle indeksinden etkilendiği ve fazla kilolu grubun anlamlı olarak daha düşük puanlar aldığı saptanmıştır. Yine bu grupta kendilik algısı ve beden imajı alanları arasındaki anlamlı derecede pozitif bağıntı katsayıları en yüksek düzey dedir. EKAP'ın 9. altölçeği olan "kendiliğin genel değerlendirmesi"ni öngören etkenleri belirlemek için oluşturulan modelin vary ansın %45 'ini açıkladığını, okul başarısı, toplumsal kabul görme, fiziksel görünüm, ilişkilerdeki davranışlar, yakın arkadaşlık ve beden imajının öngören etkenler olduğu saptanmıştır. Tartışma: Ergenlerde beden imajından hoşnutsuzluk kendilik kavramı ve kendilik değerini olumsuz olarak etkilemektedir. Kendilik kavramı ve kendilik değeri düşük olan ergenlerin depresyon, anksiyete ve daha bir çok ruhsal bozukluğa yatkın olabilecekleri göz önünde bulundurulursa, beden imajından hoşnut olup olmamanın ergen üzerindeki etkileri psikiyatristlerin ve ergenlerde psikolojik danışma ve psikoterapi ile uğraşanların aklında bulunmalıdır.
|
Ketiapin elverişli yarar ve risk oranına sahip yeni bir atipik antipsikotiktir. Bu yazıda antipsikotik tedavi gerektiren şizofreniform bozukluk ve dezorganize tip şizofreni tanılı hastalarda ketiapin kullanımı ile meydana gelen taşikardi üzerinde durulacaktır. Amacımız ketiapin tedavisi sırasında daha önceki yayınlarda hakkında sınırlı sunum olan ve toksik dozlarda olduğu bildirilen taşikardi ve hipotansiyon yan etkilerinin terapötik tedavi aralığında da önemini vurgulamaktır. Tartışılan bu iki olgudan birincisinde taşikardi gelişimi sonucunda ketiapin azaltılması ve tedaviye beta blokör ilaç eklenmesi gerekmiştir. Diğer vakada ise ketiapin kesilmek zorunda kalınmıştır. Bununla beraber her iki hastada da QTc uzamasına dair kanıt bulunamaması sevindiricidir. Klinisyenlere terapötik dozlarda ketiapin alan hastalarında da taşikardiyi takip etmeleri önerilebilir.
|
Bilişsel - davranışçı terapiler, bir uçta bilişselcilik diğerinde de davranışçılığın yer aldığı geniş bir yelpaze içinde tanımlanabilir.lki terapinin de kökleri felsefe ve din anlayışında da bulunabilir. Bilişselci ve davranışçı okullar farklı, hatta birbirlerine zıt yönlerde de gelişmelerine karşın, tarihleri yakın zamanda birleşmiştir
|
Bu yazıda davranış tedavisinde teorik yaklaşımlar dört ana başlık altında incelenmiştir: klasik koşullanmayı temel alan uygulamalar (sistematik duyarsızlaştırma, alıştırma, aversif tedavi), edimsel koşullanmayı temel alan uygulamalar, modelleme, ve bilişsel-davranışçı tedaviler. Bu kuramları temel alan davranış tedavilerinin uygulama alanları, etki mekanizmaları ve tedavi etkilerine yönelik bilimsel bulgular gözden geçirilmiştir. Günümüzde davranış tedavisi bir çok psikiyatrik sorunun tedavisinde etkinliği bilimsel kanıtlarla desteklenmiş bir tedavi yaklaşımıdır. Özellikle alıştırma kuramına dayalı davranış ve bilişsel faktörleri de kapsayan bilşsel-davranışçı tedaviler anksiyete hastalıklarının tedavisinde öncelikle tercih edilen tedavi yaklaşımlarıdır. Davranış tedavisinin etki mekanizması, ne kadar sürede tedavi etkisinin ortaya çıktığı, sanal gerçeklik, similasyon gibi farklı tekniklerle uygulanmasının etkisi ve terapisti ortadan kaldırarak doğrudan bilgisayar aracılığıyla, hatta internet üzerinden, uygulanmasının etkisi bugün davranış tedavisi ile ilgili araştırmaların odaklandıkları konulardır.
|
Aslıhan POLAT, M.Emin ÖNDER
Aslıhan POLAT, M.Emin ÖNDER
İki uçlu duygudurum bozukluğu yaygın bir hastalıktır. Kronik, yaşam boyu süren ve tekrarlayıcı bir hastalık olduğu için toplumsal maliyeti yüksektir. Tüm tekrarlayan hastalıklarda olduğu gibi akut episodların tedavisinin yanı sıra yeni episodları önlemeye yönelik koruyucu bir tedavi gereklidir. Duygudurum dengeleyicileri, iki uçlu bozulduğu olan hastalarda manik, hipo-manik, depresif ya da karma episodların şiddetini ve/veya sıklığını azaltırken başka bir duygudurum episoduna da kaymaya neden olmayan ajanlar olarak tanımlanabilir. Lityum, antipsikotikler, karbamazepin, valproat, lamotrijin, gabapentin ve topiramat gibi yeni antikonvulsanlar, kalsiyum kanal blokerleri ve elektrokonvulsif terapi bugün kullandığımız duygudurum dengeleyicileridir.
|
Mehmet Z. SUNGUR
Mehmet Z. SUNGUR
Davranış tedavileri ile bilişsel tedavilerin bütünleşmesinden oluşan bilişsel-davranışçı terapiler (BDT), günümüzde klinik araştırma ve uygulama alanlarında oldukça popüler yaklaşımlar olmuşlardır. Bütünleşme süreci henüz çok yakın bir geçmişte sağlanmış olmasına karşın; bu kısa zaman dilimi içinde, BDT batılı ülkelerde en yaygın kullanılan psikoterapi yaklaşımı olmuştur. Neden? Bu popülaritenin tek bir nedeni olmamakla birlikte, en önemli nedenlerinden birinin entegre yaklaşımın bilim ile klinik uygulamalar arasında köprü oluşturması olduğu söylenebilir. Bu köprü ise psikiyatride kanıta dayalı yaklaşımların önemini vurgulamaktadır. Bir diğer popülarite nedeni ise, psikiyatrik bozuklukların tedavisinde kombine yaklaşımla elde edilen parlak sonuçlardır. Bilişsel terapiler, özetle davranış terapilerine üzerinde çalışılacak bir zemin sağlamakta ve davranışçı terapilerin açıklama gücünü arttırmaktadır. Bu yazıda davranış terapileri ile bilişsel terapilerin temel ilkeleri tanımlanmış ve entegrasyonun yararları tartışılmıştır.
|
Bilişsel ve davranışçı terapiler Travma Sonrası Stres Bozukluğunun tedavisinde yaygın olarak kullanılan tekniklerdir. Bu sunum, davranışçı ve bilişsel olarak tedavi edilen vaka örneklerini içermektedir.
|