Oral malign melanomlar, köpeklerin ağız tümörleri arasında en sık rastlanılan tümörlerdir. Hızlı büyüme gösterirler, bölge lenf yumrusu ve uzak metastaz oranı yüksektir ve kötü prognoza sahiptirler. Olguda ağız boşluğunda evre 4 malign melanom teşhis edilen 13 yaşlı, erkek, Golden Retriever ırkı köpekte klinik, sitolojik, makroskobik ve mikrosko-bik bulgular değerlendirildi ve sonuçlar güncel literatür bilgisi ile tartışıldı. Oral tümörlerin tanısında sitolojik teşhisin, hastalığın erken tanısında önemli yere sahip olabileceği ve hastanın yaşam süresi ve kalitesi üzerine olumlu etkisi ola-bileceği düşünüldü.
|
Bu çalışmada, Türkiye’de veteriner hekimliği eğitim-öğretiminde ilk 25 yılını tamamlayan Erciyes Üniversitesi, Vete-riner Fakültesi’nin 2011-2020 yılları arasındaki akademik gelişim ve başarısını ortaya koymak amaçlandı. Çalışmanın materyalini, Erciyes Üniversitesi Rektörlüğü ve Veteriner Fakültesi Dekanlığı’nın ilgili birimlerinin arşivleri, Fakülte öğre-tim elemanları ile yapılan kişisel görüşmeler ve akademik bilgi formları ile elde edilen veriler oluşturdu. Fakültede, 2020-2021 eğitim-öğretim yılı itibarıyla beş bölüm ve yirmi dört anabilim dalında toplam 82 akademik personelin hizmet verdiği; ulusal ve uluslararası derecelendirmelerde ve bilimsel araştırma ve yayınlarda (makale, bildiri, kitap, atıf ve proje) başarı yüzdesinin yüksek olduğu; mezunların büyük çoğunluğunun kamuda (%48) ve özel sektörde (%43) çalış-tığı; mezunlarının istihdam oranının ülke ortalamalarının üzerinde olduğu (%91), işsizlik oranının ise ortalamaların altın-da yer aldığı (%6.2); lisansüstü programlardan toplam 146 öğrencinin (25 doktora; 121 yüksek lisans) mezun olduğu belirlendi. Fakültenin tam donanımlı ve modern hayvan hastaneleri ile yılda ortalama on binin üzerinde hayvana veteri-ner hekimlik hizmeti sunduğu; ulusal ve uluslararası kuruluşlara üye olarak uluslararası standartlarda eğitim-öğretim hizmetlerini yakaladığı söylenebilir. Sonuç olarak, Erciyes Üniversitesi, Veteriner Fakülte’nin, İç Anadolu Bölgesi’nde kamu ve özel sektörlerde faaliyet gösteren diğer kurum ve işletmelerle iş birliği yaparak özelde bölge, genelde ülke hayvan sağlığı ve hayvancılığının gelişimine büyük katkı sağladığı ileri sürülebilir.
|
Bu araştırma, İzmir ili merkez ve ilçelerinde bulunan hastalıktan ari süt sığırı işletmelerinde ki hayvan besleme uygulamalarını değerlendirmek üzere planlanmıştır. Bu amaçla hastalıktan ari sertifikası olan süt sığırı işletme sahipleriyle anket çalışması yapılmıştır. Anket formunda; işletmelerde bulunan hayvan varlığı, süt verimi, buzağı ve düve besleme ile kurudaki ineklerin bakım ve beslenmesine dair sorular yer almıştır. İşletmelerde bulunan hayvanların çoğunluk-la (%93.60) kültür ve/veya kültür melezi olduğu ve genellikle (%66.70) ithal yolla elde edildiği saptanmıştır. Süt veriminin inek başına ortalama 25 lt/gün veya üzerinde olduğu belirlenmiştir. İşletmelerin tamamında buzağılara doğumdan sonra 1 veya 2 saat içinde ve genellikle biberonla (%43.5) veya kova (%39.1) ile kolostrum verildiği tespit edilmiştir. Buzağı beslemede; işletmelerin %36.2’sinde süt ile birlikte sadece buzağı başlangıç yemi verilirken, %63.8’inde süt ile birlikte hem buzağı başlangıç yemi hem kaba yem verilmektedir. Buzağılar 2 (%59.6) veya 3 aylık (%40.40) oldukların-da çoğunlukla canlı ağırlık, yem tüketimi ve yaş dikkate alınarak sütten kesilmektedirler. İşletmelerin %93.2’sinde doğuma iki ay kala hayvanların kuruya çıkarıldığı ve %86.42’ında geçiş yemlemesi yapıldığı saptanmıştır. Sonuç olarak, İzmir ili merkez ve ilçelerinde bulunan hastalıktan ârî süt sığırı çiftliklerinde bakım ve besleme stratejileri ile süt verimimin Türkiye ortalamalarına göre daha iyi olduğu saptanmıştır.
|
Bu derlemenin amacı günümüzde hem ticari hem de hobi amaçlı yapılan evcil kanarya (Serinus canarius domes-ticus) üretimi ve beslenmesinde, yetiştiricilere damızlık seçimleri ve damızlıklarının beslenmesi ile ilgili pratik bilgiler sunmaktır. Kanarya yetiştiriciliğinde damızlık seçimi ve bu damızlıklardan optimum verimin alınabilmesi için uygun bes-leme yapılması oldukça önemlidir. Kanarya yetiştiriciliğinin günümüze kadar ağırlıklı olarak hobi amaçlı yapılıyor olması bu kuşlara yönelik bilimsel çalışmaların sınırlı kalmasına neden olmuştur. Bu yetiştiricilik alanında bilimsel temellere dayanan ciddi literatür bilgilerinin bulunmaması ve yetiştiricilik standartlarının oluşturulmamış olması dolayısı ile bu tür kuşların üretimlerinde günümüze kadar usta çırak ilişkileri ile edinilmiş bilgilerin harmanlanması neticesinde geleneksel yöntemler oluşmuş ve kanarya yetiştiriciliği alanında üreticiden üreticiye farklılık arz eden pratik uygulamaların görül-mesine neden olmuştur. Ancak gün geçtikçe insanların bu tip egzotik kuşlara olan ilgisi artmakta ve bu ilginin yansıma-sı olarak da kanarya yetiştiriciliği ile ilgili bilimsel çalışmalar ivme kazanmaktadır. Bu derlemede damızlık seçimi ve damızlıkların beslenmesinde bazı kritik konular ele alınmıştır.
|
The objective of the study was to compare the pregnancy rates after short-term and long-term synchroniza-tion protocol in Kivircik ewes. Ewes (n=54) were randomly divided into two synchronization groups as ST (short-term; n=27) or LT (long-term, n=27). Intravaginal sponge was inserted on the same day (D0) in both groups. It was removed at 7 days (D7) in the ST group and 13 days (D13) in the LT group. All ewes received 450 IU eCG and 75 μg d-cloprostenol at the time of sponge removal. The characteristics of vaginal discharge were evaluated following sponge withdrawal. For both protocols, 5 fertile rams per 27 ewes were used for natural mating following sponge removal. The overall estrous response and pregnancy rate were 88.9% and 64.8%, respectively. Following the synchronization, the overall estrous response (94.7% vs. 85.7%, respectively) and pregnancy rate (63.1% vs. 65.7%, respectively) were similar in both multiparous and nulliparous ewes. Although the short-term protocol reduced the rate of severe vaginitis from 48.1% to 25.9%, pregnancy rates were not different in both synchronization protocols. Nulliparous ewes had a higher rate (48.6% vs. 15.8%) of severe vaginal discharge than multiparous ewes. However, the alteration of the vagi-nal discharge severity depending on parity did not affect the overall pregnancy rate after the short-term (66.7%) and long-term (63.0%) protocols. Therefore, the long-term and short-term protocol can be used in both nulliparous and multiparous ewes in small flocks.
|
Eski uygarlıklardan günümüze geçen süreçte gıda etiğinden söz etmek mümkündür. Ülkelerin coğrafya ve kültür koşullarından kaynaklanan “yeterli ve dengeli beslenme farklılıkları”, “gıda güvencesi”, “gıda israfı” ve “hayvan gönenci (refahı)” gibi konular gıda etiği açısından ciddi tartışmalar ve etik ikilemler yaratmaktadır. Özellikle “sağlıklı ve nitelikli gıdaya erişim”, temel insan haklarından birisi olan “yaşam hakkı” kadar önemli olmakla beraber, aynı zamanda en çok ihlal edilen gıda etiği konularından biridir. Günümüzde yasa, standart ve kuralların tek başına gıda güvencesi sağlaya-madığı durumlarda, “toplumsal etik değerler” tarih boyunca tüketicinin başlıca güven kaynağı olmuştur. Yeterli gıda arzını sağlamak zorunda olan gıda sektöründe göz ardı edilmemesi gereken etik ilkelerin “yararlılık, zarar vermeme, adalet ve özerklik”, etik davranışın ise “güvenli gıda temini” olduğu unutulmamalıdır. Sonuç olarak, kendine özgü etik değerleri olan gıda üretiminden son tüketim noktasına kadar uzanan zincirde işleyen ve “evrensel” nitelikte olduğu ka-bul edilen gıda etiğinde etik değer ve ilkelerin iyi bilinmesinin doğru ve uygun tutumun seçilmesinde oldukça önemli olduğu; etik kurulların gıda alanında özelleşmiş bir örneği olarak “Gıda Etiği Kurulları” ve/veya “Ulusal Gıda Danışma Kurulları”nın oluşturulmasının pratikte karşılaşılan gıda etiği sorunlarının değerlendirilmesi ve çözüme kavuşturulmasın-da bir ihtiyaç olduğu söylenebilir.
|
Abdominopelvik cerrahi sonrası oluşan karın içi yapışıklıkların, postoperatif devrede mortalite ve morbidite artışı-na neden oldukları bilinen bir gerçektir. Yapılan bu çalışmada fluniksin meglumin ve amniyon sıvısının intraabdominal adezyonların önlenmesindeki etkilerinin belirlenmesi amaçlanmıştır. Bu çalışmada 21 rat kullanıldı. Ratlar her grupta 7 adet olacak şekilde 3 gruba ayrıldı. Karın duvarı ve sekumda serozal kanama oluşuncaya kadar yapılan kazıma işlemi ile adezyon modeli oluşturuldu. Kontrol, fluniksin ve amniyon gruplarındaki ratlara 5 gün süreyle intraperitoneal olarak sırasıyla 0.5 ml serum fizyolojik, 2.5 mg/kg fluniksin meglumin ve 0.5 ml amniyon sıvısı enjekte edildi. On dört gün son-ra tüm ratlar sakrifiye edildi. Makroskopik değerlendirmede tedavi gruplarında adezyon oluşumu kontrol grubuna göre daha az olarak gözlendi (P<0.05). Yapılan histopatolojik kontrollerde gruplar arasında, yangı şiddeti ve fibrozis bakı-mından istatistiksel olarak fark görülmedi (P<0.05). İmmunohistokimyasal sonuçlar tablo halinde sunuldu. Sonuç olarak intraabdominal adezyonların önlenmesinde fluniksin meglumin ve amniyon sıvısının kullanılabileceği sonucuna varılmıştır.
|
Buzağı ishali, sığır yetiştiriciliğinde ciddi ekonomik kayıplara neden olan önemli sağlık sorunlarından biridir. Bu çalışmada, neonatal ishalli buzağılarda serum protein fraksiyonlarının elektroforetik olarak araştırılması planlandı. Bu amaçla, Van ilinde bulunan 7 sığır çiftliğinden temin edilen farklı ırklarda ve cinsiyetlerde, 1-20 günlük ishal belirtileri gösteren 20 buzağı ve kontrol grubu olarak 10 sağlıklı buzağı kullanıldı. V. jugularis'inden alınan kan örneklerinden ayrılan serumlar, selüloz asetat elektroforez yöntemi (Helena Lab-Titan III Serum Protein) ile protein fraksiyonlarına ayrıldı. Elde edilen bantlar Platinum 3.0 programında değerlendirildi. İstatistiksel olarak değerlendirilen sonuçlara göre; serum protein konsantrasyonu bakımından toplam protein, alfa-globülin ve gama-globülin düzeyleri açısından gruplar arasında fark olmadığı (P>0.05) albümin ve beta-globülin düzeylerinin ishal grubunda kontrol grubuna göre daha yük-sek olduğu bulundu. Total protein yüzde gram açısından; gruplar arasında albümin, alfa ve beta globülin düzeyleri yö-nünden anlamlı bir fark görülmedi (P>0.05). Bununla birlikte, albümin/globülin oranının (A/G) ishal grubunda kontrol grubuna göre daha yüksek ve gama globülin düzeylerinin ise daha düşük olduğu tespit edildi. Sonuç olarak, serum protein konsantrasyonlarının ishal grubunda önemli ölçüde değişmediği, ancak A/G oranının arttığı, gama globülinlerin ise azaldığı belirlendi.
|
This study was conducted to identify the occurrence and types of trauma-related ocular disorders in 114 birds belonging to 39 species. For this purpose, both detailed neurological examination and ophthalmologic examina-tion results of the birds admitted to our clinics with a trauma history or trauma findings are presented. Thirty cases were evaluated to suffer from trauma-related eye injuries. Uvea lesions (n=12) were the most frequent disorder of traumatic eye injury. On cranial nerve assessment, anisocoria, pupillary light reflex, menace response, globe and third eyelid position, palpebral reflex, and nystagmus were evaluated. The most frequent neurologic finding of traumatic eye injury was anisocoria (n=9). Ophthalmologic examination accompanying neurological examination is the most important fac-tor in the early management of traumatic birds.
|
Mustafa YİPEL, Sara Büşra EMİROĞLU, Musa TÜRKMEN, Erdinç TÜRK, Aysun İLHAN, Fatma Ceren KIRGIZ, İbrahim Ozan TEKELİ
Mustafa YİPEL, Sara Büşra EMİROĞLU, Musa TÜRKMEN, Erdinç TÜRK, Aysun İLHAN, Fatma Ceren KIRGIZ,
... Devamını oku
Bitki ve bitkisel materyaller veteriner fitoterapi ve etnoveteriner hekimlik uygulamaları içerisinde önemli bir yere sahiptir. Bitkiler tarafından sentezlenen bazı biyoaktif kimyasal bileşenler medikal etkilere sahiptir. Ancak bu bitki ve bitkisel materyallerin kullanımları; teşhisteki yanlışlıklar, doz ayarlama güçlüğü, geleneksel kullanımlarına dair yazılı kayıt ve bilimsel çalışmaların yetersizliği, düşük hijyen koşulları ve toplandığı bölgeye, mevsime, kullanılan kısmına ve elde edildiği yönteme göre sahip oldukları kimyasal kompozisyonlarının değişmesi gibi nedenlere bağlı olarak zehirlen-meler meydana getirebilmektedir. Çalışma kapsamında Hatay bölgesinde yetişen, veteriner fitoterapi ve etnoveteriner hekimliğinde de kullanılan Thymbra spicata var. spicata L., Rosmarinus officinalis L. ve Laurus nobilis L. bitkilerinin içerdikleri biyoaktif kimyasal maddelerin kompozisyonları belirlenmiştir. Solvent ekstraksiyonu yöntemiyle elde edilen bitki ekstraksiyonlarının kimyasal kompozisyonları gaz kromatografisi kütle spektrofotometresi (GC-MS) ile belirlendi. Analiz sonucunda R. officinalis L. ve L. nobilis L.’in ana bileşenleri sırasıyla %38.91 ve %33.70 oranlarında 1,8-sineol (ökaliptol) olarak tespit edildi. T. spicata var. spicata L.’nın ana bileşeni ise karvakrol (%48.82) olarak belirlendi. Bu bileşenlerin antimikrobiyal, antienflamatuar ve antioksidan etkileri yanında karaciğer, böbrek, pankreas ve testis gibi organ hasarları, DNA iplik kopmaları ve solunum problemleri gibi istenmeyen ve zehirli etkilere de yol açtığı bildirilmiş-tir. Bu nedenle hayvan sağlığında da kullanılan tıbbi bitki ve bitkisel materyallerin ana bileşen ve oranının bilinmesinin potansiyel toksik etkilerin önlenebilmesi açısından önemli olduğu düşünülmektedir.
|