Amaç: Bu çalışmanın amacı, talidomidin anti-anjiyojenik rolünü analiz etmek ve talidomid tedavisinin cerrahi olarak endometriozis oluşturulan bir sıçan modeli üzerinde etkisi bulunup bulunmadığını belirlemektir. Gereç ve Yöntem: Toplam 16 sıçanda cerrahi indüksiyon ve homolog transplantasyon aracılığıyla endometriozis oluşturulmuştur. Sıçanlar rastgele talidomid (n=8) ve kontrol (n=8) olmak üzere iki gruba ayrılmıştır. Oral gavajla talidomid grubuna 0,5 ml talidomid 100 mg/kg, kontrol grubuna ise 0,5 ml salin verilmiştir. Dört hafta sonra histopatolojik bulgular ve implantların hacim analizi değerlendirilmiştir. Vasküler endotelyal büyüme faktörü (VEGF-A) ile oksidatif belirteçler peritoneal lavaj sıvısında çalışılmıştır. Bulgular: Tedaviden sonra implant hacmi talidomid verilen grupta anlamlı olarak azalmıştır (sırasıyla 53,3 ve 22,9 mm3, p=0,012). Talidomid grubunun histopatolojik skorlarında saptanan anlamlı farklar, kontrol grubunda rastlanmamıştır (sırasıyla 3 ve 1, p=0,012). Oksidatif belirteçlerden VEGF-A ve miyeloperoksidaz (MPO) düzeylerinde anlamlı azalmalar gözlemlenmiştir (sırasıyla p=0,004 ve p=0,037). Sonuç: Özellikle VEGF inhibisyonu ve anti-anjiyojenik etkiye bağlı olarak talidomidin implantlarda volümetrik ve histopatolojik iyileşme sağlaması, emdometriozis tedavisinde etkili olabileceğini düşündürmektedir.
|
Orkun ÇETİN, Fatma Ferda VERİT, Ali Galip ZEBİTAY, Zuhal AYDIN, Zehra KURDOĞDU, Yücel OĞUZ
Orkun ÇETİN, Fatma Ferda VERİT, Ali Galip ZEBİTAY, Zuhal AYDIN, Zehra KURDOĞDU, Yücel OĞUZ
Öz Amaç: İstanbulun düşük gelir seviyeli bölümünde yer alan kliniğimizin adölesan, reprodüktif yaş ve ileri yaş gebeliklerinin (İYG) perinatal ve erken neonatal sonuçlarının karşılaştırılması. Gereç ve Yöntem: 1 Ocak 2007 ve 31 Ocak 2015 tarihleri arasında Süleymaniye Eğitim ve Araştırma Hastanesinde doğum yapan 306 adölesan, 301 reprodüktif yaş ve 303 ileri yaş gebe çalışmaya dahil edildi. Hastaların klinik, obstetrik ve erken dönem neonatal sonuçları retrospektif olarak değerlendirildi. Bulgular: Reprodüktif yaştaki gebeler ile karşılaştırıldığında, adölesan ve İYGlerin daha kötü perinatal ve erken neonatal sonuçlara sebep olduğu görüldü. Adölesan ve İYGlerin obstetrik sonuçları birbiri ile benzer bulundu. En kötü erken dönem neonatal sonuçlar, adölesan gebelik grubunda karşımıza çıktı. Sonuç: Adölesan ve İYGleri yüksek riskli gebelik olarak tanımlanmalıdır. Çalışmamızın sonuçları dikkate alındığında, kadın doğum hekimleri, ebeler ve aile hekimleri bu iki gebe grubunda daha dikkatli davranmalıdırlar. Anahtar Kelimeler: Anne yaşı, gebelik, sonuçlar
|
Ahmet Cem İYİBOZKURT, Özkan Murat DOĞAN, Ercan BAŞTU, Hamdullah SÖZEN, Doğan VATANSEVER, Samet TOPUZ, Sinan BERKMAN
Ahmet Cem İYİBOZKURT, Özkan Murat DOĞAN, Ercan BAŞTU, Hamdullah SÖZEN, Doğan VATANSEVER, Samet TOPUZ,
... Devamını oku
Objective: This is a case series and literature review of patients with endometrial serous carcinoma (ESC) in which endocervical curettage (ECC) and CA- 125 measurement were utilized as a diagnostic procedure in preoperative staging. Materials and Methods: The patients were treated in the gynecologic oncology clinic of İstanbul University Faculty of Medicine between January 2005, and January 2015. A total of 37 patients were included in the final analysis. Results: ECC accurately predicted ESC in 22 patients (59.5%). The mean pre-operative serum CA-125 level was 73.24±3.30 IU/mL; pre-operative serum CA-125 levels were elevated above 35 IU/mL in 25 patients (69%). Conclusion: ECC is an acceptable diagnostic tool to predict the presence or absence of cervical involvement in endometrial cancer. On the other hand, its accuracy in specific subgroups requires further analysis in carefully designed prospective studies. Furthermore, pre-operative serum CA-125 levels may be important for management and counseling in the subgroup of women with ESC.
|
Amaç: Bu çalışmadaki esas amacımız Polikistik over sendromu (PCOS) olan ve olmayan hastalarda, serum 25 hidroksi vitamin D (25-OH D) düzeyi ile klinik, metabolik ve hormonal parametreler arasındaki ilişkiyi araştırmaktır. Gereç ve Yöntemler: Hastalar: 48 normal kilolu (vücut kitle index (VKİ) 19-24,99 kg/m2), 36 fazla kilolu (VKİ: 25-29,99 kg/m2) yeni tanısı konulmuş PCOSlu hasta ve 56 sağlıklı kontrol hastası (VKİ: 19-24,99 kg/m²) çalışmaya dahil edildi. Adetin 2. ile 5. günü arasında 10-12 saatlik açlık sonrası sabah 09:00da kan örnekleri alındı. Serum 25 hidroksi vitamin D (25-OH D), FSH, LH, E2, serbest testesteron (st), prolaktin, TSH, 17-OH progesteron, seks hormon bağlayıcı globulin (SHBG), açlık insulin, açlık glukoz, ve lipid profili değerlendirildi. Bulgular: 25-OH D düzeyi normal ve kilolu PCOSlu hastalarda da kontrol grubuna göre istatistiksel olarak anlamlı düşük düzeylerde bulundu (p<0,05, p<0,01 sırası ile). 25-OH D düzeyi ile bel çevresi, bel kalça oranı, serbest testesteron, modifiye Ferriman Galwey skoru arasında istatistiksel olarak anlamlı negatif korelasyon; SHBG ile pozitif korelasyon saptandı. Sonuç: PCOS, D vitamini eksikliği ile ilişkilidir.
|
Amaç: Geniş katılımlı olarak düzenlenen ulusal ve uluslararası kongrelerde gerçekleştirilen sözel ve poster bildiriler, en güncel bilimsel verilerin paylaşımı ve deneyimlerin aktarımını sağlayan önemli bir araç olarak kabul edilmektedir. Ancak bu toplantılarda sunulan fikirlerin ve paylaşımların büyük bir kısmı bilimsel dergilerde yayına dönüştürülememektedir. Bu çalışmanın amacı, 2009 senesinde gerçekleştirilen 7. Ulusal Jinekoloji ve Obstetrik Kongresinde sunulan sözlü ve poster bildirilerin yayına dönüştürülme oranlarının saptanması ve literatürde bildirilen diğer sonuçlarla karşılaştırılmasıdır. Gereç ve Yöntemler: Veri tabanları taranarak hakemli dergilerde yayınlanan ve 2009 Ulusal Jinekoloji ve Obstetrik Kongresinde sunulmuş bildirilere uyan yayınlar tespit edildi. Tüm bildiriler için bildiri tipi, bildiri konu başlığı, birinci yazara ait kurum tipi; yayınlanmış bildiriler için ayrıca yayınlanma süresi, yayınlanan dergi adı ve etki faktörü, yazar isimlerinde değişiklik olup olmaması kaydedildi. Bulgular: Ulusal kongrede sunulan toplam 243 bildiriden 45i (%18,5) uluslararası, 39u (%16) ulusal hakemli dergilerde yayınlanmıştır. Ortalama yayınlanma süresi yurtiçi için 11±4 ay, yurtdışı için 17±2 ay olarak tespit edilmiştir (p=0,102). Sözel bildirilerin uluslararası yayın olma oranı poster bildirilere kıyasla anlamlı derecede daha yüksektir (%50 ye karşılık %16,2; p=0,03). Makaleler toplam 21 farklı yabancı dergide yayınlanmıştır ve bu yazıların %49u 4 dergide (International Journal of Gynecology Obstetrics, International Journal of Gynecological Cancer, European Journal of Gynaecological Oncology ve Clinical and Experimental Obstetrics and Gynecology) yayınlanmıştır. Üniversite ve diğer kurumlar arasında yayına kabul edilen bildiri oranları açısından anlamlı bir fark saptanmamıştır. Sonuç: Yedinci Ulusal Jinekoloji ve Obstetrik Kongresinde sunulan bildirilerin önemli bir bölümü ulusal ve uluslararası dergilerde yayınlanmış olmakla birlikte sınırlı bir kısmı yabancı dergilerde yayına dönüştürülebilmiştir. Sözel bildirilerin uluslararası yayına dönüştürülme oranının posterlere kıyasla daha yüksek olması, sözel sunum olarak kabul edilen araştırmaların bilimsel açıdan daha değerli ve ilgi çekici olduğunu göstermesi açısından anlamlıdır
|
Sara ASADOLLAH, Mansoureh VAHDAT, Payman YAZDKHASTİ, Nasrin NİKRAVAN
Sara ASADOLLAH, Mansoureh VAHDAT, Payman YAZDKHASTİ, Nasrin NİKRAVAN
Amaç: Son çalışmalar ağrı azalması ve cerrahi geçiren hastalarda postoperatif analjezik gereksinimine magnezyum sülfat (MgSO4) pozitif etkisini göstermiştir. Biz alt karın jinekolojik laparotomi uygulanan hastalarda intra-operatif ve postoperatif analjezik gereksinimleri MgSO4 etkisi değerlendirildi. Gereç ve Yöntemler: Bu randomize klinik çalışma Mart 2013 jinekolojik ameliyatlar için aday (histerektomi ve/veya myomektomi) idi Bu hastalar kadar Ağustos 2012 den Rasool-e-Akram (sevk ve akademik) Tahran hastane 30 kadın hasta üzerinde yapıldı çalışmaya randomize edildi (n=15) ve kontrol (n=15) izlemektedir. Aynı anestezi tekniği, tüm hastalarda kullanıldı. Çalışma grubunda anestezi indüksiyonu yanı sıra, analjezik amaçlı MgSO4 50 mg/kg/ saat uygulanan intravenözün (IV) bir koruma dozunu bir bolus dozu ve daha sonra 8 mg/kg IV. Kontrol grubu aynı anestezik ajanlar ve yerine MgSO4ün izotonik serum fizyolojik aynı miktarda aldı. Analjezik tüketimi postoperatif 24 saat içinde her iki grupta ölçüldü. Görsel Analog Skala (VAS) her iki grupta da postoperatif ağrı değerlendirilmesi için kullanıldı. Bulgular: Kontrol grubu ile karşılaştırıldığında, MgSO4 alan grupta analjezik tüketimi ve acı bir azalma oldu. Ağrı şiddeti değerlendirmesi, 24 saat faal iki grupta da benzer sonuçlar gösterdi. Çalışma ve kontrol gruplarında Pethidine öngörülen dozda (p=<0,0001) ile ilgili istatistiksel olarak anlamlı bir fark saptanmadı. Sonuç: İntraoperatif MgSO4 alt karın laparotomi aşağıdaki postoperatif ağrı kontrolünde etkilidir. Uzun büyük örnek boyutları ile daha ileri çalışmalar güvenliği hakkında daha fazla bilgi edinmek ve magnezyum sülfat dozları postoperatif analjezik faydalar sağlayabilir belirlemek için takip yapılmalıdır.
|
Menopoz, over aktivitelerinin azalması, doğurganlık olasılığının düşmesi, bir takım semptomların ve düzensiz menstrüasyon aralıklarının görülmesiyle karakterize bir süreç olan klimakterik dönem içerisinde bir kesittir. Menopoza girme yaşı çoğunlukla 40lı yaşlarda başlamakla birlikte kadından kadına değişiklik göstermektedir. Menopoz yaşını etkileyen pek çok faktör olmasına karşın, söz konusu faktörlerin kesin olduğuna dair görüş birliği yoktur. Yapılan çalışmalarda anne menopoz yaşı, menarş yaşı, gebelik yaşı, oral kontraseptif kullanımı, düzensiz menstrual döngü, gebelik sayısı, vücut kitle indeksi, sigara ve alkol kullanımı, fiziksel aktivite, unilateral ooferektomi, serum kurşun düzeyi, çoklu doymamış yağ tüketimi, sosyo-ekonomik durum ve eğitim seviyesi gibi faktörlerin menopoz yaşını etkilediği görülmektedir. Bu dönem süresince ortaya çıkan hormonal ve biyokimyasal farklılaşmalar kadın vücudunda çeşitli semptomlara yol açmaktadır. Menopozal dönemde fiziksel, psikolojik, sosyal ve cinsellik yönünden gözlenen değişimler, kadınların yaşam kalitesini olumsuz yönde etkilemektedir. Son yıllarda menopozal geçiş dönemindeki kadınların yaşam kalitesini değerlendirmede farklı ölçekler kullanılmaktadır. Bu derlemenin amacı menopoza girme yaşını etkileyen faktörlerin ve menopoza özgü yaşam kalitesi ölçeklerinin irdelenmesidir.
|
Wilson hastalığı (WH) otozomal resesif bir hastalıktır. Bakır metalinin safra atılım sisteminin bozukluğundan dolayı, özellikle karaciğer, böbrek, kornea ve beyin dokusunda, toksik dozda birikimi ile karakterizedir. Hepatik bulgular oldukça değişkendir; aminotransferazların asemptomatik yükselmesinden, kronik hepatit, siroz, akut veya fulminant karaciğer yetmezliğine kadar değişim gösteren bir klinik tablo izlenebilir. WHde akut karaciğer yetmezliği, akut intravasküler hemolitik anemi ile karakterizedir. WH olduğu bilinen bir gebede, görülen hemoliz ve trombositopeni bulgusu karaciğer yetmezliğinin yanısıra Hemolysis, Elevated Liver Enzymes, Low Platelet Count (HELLP) sendromuna bağlı olarak geliştiği yorumlanabilir. Ancak tanı koymak oldukça güçtür. Burada HELLP sendromu ile prezente olan, postpartum dönemde akut karaciğer yetmezliği bulguları da gelişen WH olgusu literatür eşliğinde tartışılmıştır.
|
Yiğit ÇAKIROĞLU, Şeyda ÇALIŞKAN, Emek DOĞER, Şule KÖPÜK YILDIRIM, Devrim DÜNDAR, Eray ÇALIŞKAN
Yiğit ÇAKIROĞLU, Şeyda ÇALIŞKAN, Emek DOĞER, Şule KÖPÜK YILDIRIM, Devrim DÜNDAR, Eray ÇALIŞKAN
Amaç: Koitus sıklığı, serviks uzunluğu ve ürogenital enfeksiyon varlığı ve değişkenlerin etkileşimlerinin obstetrik sonuçlara etkileri. Gereç ve Yöntemler: Çalışmamıza 268 gebe kadın dahil edildi. Dört gruba ayrıldı; grup 1 (n=203) hem ilk hem ikinci trimesterde bakteriyel vajinoz (BV) taramasında negatif, grup 2 (n=18) ilk trimesterde negatif, ikinci trimesterde pozitif, grup 3 (n=33) ilk trimesterde pozitif, ikinci trimesterde negatif, grup 4 (n=14) her iki trimesterde pozitif saptanan hastalardan oluşturulmuştur. On bir-14 gh ve 20-24 gebelik haftalarında idrar kültürleri serviko-vajinal kültürler ve bakteriyel vajinoz taraması yapılmıştır. Bulgular: Analizler kalan 250 kadın ile yapıldı. Abortus sayısı ≥1 ve 24.-34. haftalar arası preterm doğumu ≥1 olan hastalar grup 2de anlamlı yüksek; PPROM tanısı alan hasta sayısı ise grup 4de anlamlı yüksek saptandı. İlk trimesterde cinsel ilişki, ikinci trimesterde ölçülen serviks uzunluğu ve preterm doğum öyküsü sırası ile istatiksel olarak 37 ghden önce preterm doğum için önemli risk faktörleri olarak saptanmıştır (1,27; (1,12-1,44); 5,33; (1,84- 15,41); 6,95; (1,58-30,54) sırasıyla). Sonuç: BV varlığı ve tedavisi preterm doğum oranını etkilememekte. Birinci ve ikinci trimesterde BV pozitif hastalarda PPROM artmakta. İlk trimesterdeki koitus sıklığı, ikinci trimesterde ölçülen servikal uzunluk ve preterm doğum öyküsü preterm doğum oranlarını etkileyen değişkenlerdir. J Turk Soc Obstet Gynecol 2015;2:66-70
|
Amaç: Ocak 2010-Aralık 2014 yılları arasında Zeynep Kamil Kadın ve Çocuk Hastalıkları Eğitim Araştırma Hastanesi, Kadın Doğum bölümünde görülen brakial pleksus hasarı olgularının insidansını ve bazı klinik özelliklerini sunmaktır. Gereç ve Yöntemler: Ocak 2010-Aralık 2014 yılları arasında Zeynep Kamil Kadın ve Çocuk Hastalıkları Eğitim Araştırma Hastanesi, Kadın Doğum bölümündeki 38,896 doğum prospektif olarak kayda alınan veritabanından tarandı. Tüm doğumlar içinde Erb Duchenne, Klumpke felci ve brakial pleksus hasarı olguları ayırt edildi. Tüm olgular için gravida, parite, vücut kitle indeksi, maternal diabet, doğum indüksiyonu, doğum haftası, operatif doğumlar, malprezentasyonlar, doğumun 2. evresinin uzaması, omuz distosisi, klavikula, humerus kırıkları, tahmini fetal ağırlık, biparyatal çap, karın çevresi, femur uzunluğu, fetal cinsiyet, doğum şekli, maternal yaş ve fetal anomaliler not edildi. Bulgular: Altı yıl boyunca 18,363ü sezaryen, 20,533ü vajinal olan toplam 38,896 doğum arasında 28 (72/100,000) olguda brakiyal pleksus hasarı gözlendi. Sonuç: Sonografik fetal ağırlık tahmini, tecrübeli klinisyen tarafından yapılan klinik muayene ve omuz distosisinin uygun yönetimi, riskli popülasyonun takip edildiği tersiyer merkezde brakiyal pleksus hasarı insidansını azaltmış görünmektedir. J Turk Soc Obstet Gynecol 2015;2:71-4
|