Memduha AYDIN, Kürşat ALTINBAŞ, Şerife ODABAŞ NAL, Seda KIRCI ERCAN, Medine GIYNAŞ AYHAN, Akif USTA, Süleyman ÖZBEK
Memduha AYDIN, Kürşat ALTINBAŞ, Şerife ODABAŞ NAL, Seda KIRCI ERCAN, Medine GIYNAŞ AYHAN, Akif USTA,
... Devamını oku
Amaç: Toplum ruh sağlığı merkezleri toplum temelli ruh sağlığı hizmet modelinin çekirdeğini oluşturan birimlerdir.
Ağır ruhsal bozuklukları olan bireylere ve ailelerine destek sağlayan bu merkezlere kayıtlı hastaların bir kısmı
bakımevinde kalmaktadır. Bu çalışmada bakımevinde yaşayan hastaların sosyodemografik, klinik ve ilaç tedavisi
özelliklerinin evde yaşayan hastalarla karşılaştırılması amaçlanmıştır. Yöntem: Çalışmaya, Selçuk Üniversitesi Tıp
Fakültesi, Konya Eğitim Araştırma Hastanesi Beyhekim Psikiyatri Kliniği, Konya Numune Hastanesi ve Konya Ereğli
Devlet Hastanesi toplum ruh sağlığı merkezlerine kayıtlı hastalardan DSM-5 ölçütlerine göre şizofreni tanısı
konmuş, ayda en az bir gün rehabilitasyon programına katılan toplam 135 hasta alındı. Çalışma tasarımı geriye
dönük olarak yapıldı, veri toplama formları hastane tıbbi kayıtları kullanılarak dolduruldu. Bulgular: Çalışmaya 53’ü
(%39.3) kadın, 82’si (%60.7) erkek 135 şizofreni hastası alındı. Hastaların 82’si (%60.7) evde yaşamaktayken, 53’ü
(%39.3) bakımevinde kalmaktaydı. Bakımevinde yaşayan hastaların erkek oranı, yaş ortalamaları, rehabilitasyon
programına katıldıkları gün sayısı, hastalık süresi, sigara içme durumu evde kalan hastalarınkinden istatistiksel
yönden anlamlı düzeyde yüksek bulundu. Tüm hastalar değerlendirildiğinde hastaların ilaç sayısı ile yan etki ölçek
puanı, Pozitif ve Negatif Sendrom Ölçeği toplam puanı arasında anlamlı düzeyde pozitif korelasyon bulundu. Bir
antipsikotik veya çoklu antipsikotik ilaç kullanımını öngördüren değişkenlenleri belirlemek için yapılan lojistik regres-
yon analizine göre, erkek cinsiyetin ve hastane yatış sayısının kombine ilaç kullanım oranını artırdığı belirlendi.
Sonuç: Toplum ruh sağlığı merkezlerinde sunulan hizmetlerin iyileştirilmesi için hastaların bakımevinde ve evde
kalma durumlarına göre gereksinim alanlarının belirlenmesine, ruhsal-toplumsal müdahalelerde iyi uygulamaların
paylaşılarak yaygınlaştırılmasına ve ilaç tedavileri konusunda tedavi kılavuzlarının önerileri doğrultusunda yeni
düzenlemelerin yapılmasına gerek vardır. (Anadolu Psikiyatri Derg 2020; 21(1):14-22)
|
Amaç: Şizofreni hastalarında iş yaşamına katılım oranı oldukça düşüktür. Bununla beraber çalışmayan hastaların
çalışma isteği ve iş arayışı olabilmektedir. Hastaların çalışma güdülenmesinin nedenleri ve güdülenmeyle ilişkili
etkenlerin bilinmesi mesleksel rehabilitasyon çalışmaları için yol gösterici olabilir. Bu araştırmada çalışmayan şizof-
reni hastalarında, çalışma güdülenmesinin nedenleri ve güdülenmeyle ilgili öngörücülerin saptanması amaçlandı.
Yöntem: Altı merkezde en az iki yıldır şizofreni veya şizoaffektif bozukluk tanısıyla izlenen ve herhangi bir işte
çalışmayan 379 hastanın demografik, klinik ve iş yaşamıyla ilgili özellikleri incelendi. Çalışma isteğinin nedenleri
sorgulandı. Hem çalışma isteğinin, hem de iş arayışının olması çalışma güdülenmesi olarak değerlendirildi. Güdü-
lenmesi olan ve olmayan hastalar demografik ve hastalıkla ilgili veriler açısından karşılaştırıldı. Güdülenmeyi yorda-
yan etkenleri saptamak için lojistik regresyon analizi yapıldı. Bulgular: Yaş ortalaması 42, eğitim ortalaması dokuz
yıl, hastalık süresi ortalaması 18 yıl olan katılımcıların çoğu erkek ve bekardı. Hastaların %33’ünde çalışma güdü-
lenmesi saptandı. Güdülenimin nedenleri arasında maddi gereksinmeler (%45) ve bağımsız yaşama isteği (%35)
öne çıkarken, güdülenmesi olmayan hastalarda işin üstesinden gelemeyeceği (%66) ve sosyal yardımların kesil-
mesi düşüncesi (%24) ağırlıktaydı. Erkek cinsiyet (OR=2.0), meslek edinimi (OR=2.0), hastalık sonrası iş deneyimi
(OR=1.2), eğitim düzeyi (OR=1.1) ve hastalık süresi (OR=0.9) çalışma güdülenmesinin yordayıcıları olarak saptan-
dı. Sonuç: Çalışmayan hastaların üçte birinde çalışma güdülenmesinin olması önemli bir bulgudur. Sosyal destek
kaybının olmaması bazı hastalar için işe girme açısından güdüleyici olabilir. Özellikle meslek edinmiş, eğitim düzeyi
yüksek, iş deneyimi olmuş ve hastalığın erken döneminde olan hastaların işe yerleştirme hizmetleri için aday olduk-
ları söylenebilir. (Anadolu Psikiyatri Derg 2020; 21(1):23-29)
|
RIza Gökçer TULACI, Okan EKİNCİ
RIza Gökçer TULACI, Okan EKİNCİ
Objective: To determine associations between remission status, residual symptoms, quality of life (QoL) sub-
domains and disability and to examine predictive role of specific residual symptoms on disability and QoL in elderly
patients (age≥60) with depression. Methods: One hundred and sixty patients who had initially been diagnosed with
MDD, were randomized into two groups (partly remitted (PRD) vs remitted (RD). By using the 17-item Hamilton
Rating Scale for Depression (HAM-D), PRD was defined as a score between 8 and 18 and RD as a score of ≤7.
Residual symptoms were assessed using the HAM-D. QoL and disability were measured using SF-36 and
WHODAS 2.0, respectively. Results: Among the PRD, 94.2% of them were experiencing at least one residual
symptom (HAM-D symptom subscore≥1). Among the RD, 48.2% of them were experiencing at least one residual
symptom. Most of the SF-36 subscores were substantially higher in subjects with RD than in PRD subjects. There
were significant correlations between QoL, disability and specific residual symptoms. In the Beta regression
analyses, there were different and specific residual symptoms and clinical risk factors for each SF-36 domain.
Conclusions: Residual symptoms are found common in both partial and full remitters in older patients with MDD
and were significantly associated with disability and QoL in older depressive patients. Given the negative impact of
residual symptoms and partial remission status on functionality and QoL, more attention needs to treat effectively
depressive episodes. (Anatolian Journal of Psychiatry 2020; 21(1):45-52)
|
Amaç: Dünya nüfusunun üçte birinin toxoplasma gondii (T. gondii) ile enfekte olduğu, parazitin seroprevalansının
sosyoekonomik durum ve hijyenik alışkanlıklara bağlı olarak farklılık gösterdiği bilinmektedir. Sağlıklı bireylerde
genellikle beyin ve kas dokusunda latent kalarak asemptomatik enfeksiyonlar oluşturabilen T. gondiinin, özellikle
son yıllarda nöropsikiyatrik tablolarla ilişkili olabileceği düşünülmektedir. Yöntem: Çalışmaya alınma ölçütlerine
uygun olarak çalışmaya katılan 150 gönüllü üniversite öğrencisinden elde edilen serum örneklerinin T. gondii IgG
düzeyleri, ELISA (Enzyme-Linked Immunosorbent Assay) yöntemi ile üretici firmanın önerilerine uygun olarak
belirlenmiştir. Katılımcıların suç profilleri (suç işleme ve trafik kazası yapma), dürtüsel davranışları (bedensel zarar
verme ve intihar girişim/riski) ve kişilik özellikleri (dışa dönüklük, yumuşak başlılık, öz denetim, nevrotisizm ve gelişi-
me açıklık) uygun ölçekler ve/veya klinik görüşmeler ile kaydedilmiştir. Bu çalışma ile T. gondii seropozitifliğinin,
psikiyatrik açıdan sağlıklı bireylerdeki intihar girişimi ve bedensel zarar verme gibi dürtüsel davranışlar; suç işleme
ve trafik kazası gibi suç olayları ve beş faktör kişilik tipleri ile olan ilişkisinin araştırılması amaçlanmıştır. Bulgular:
Çalışmadaki 150 gönüllünün 69’unun erkek (%46) ve 81’inin kadın (%54) olduğu, yaşlarının 20-37 (25.71±3.08)
arasında değiştiği ve çalışmadaki genel T. gondii IgG seropozitiflik oranının %30.66 olduğu belirlenmiştir. Sero-
pozitif ve seronegatif gruplar arasında trafik kazası yapma durumunun benzer olduğu; suç işleme, bedensel zarar
verme ve intihar riski parametrelerinin ise seropozitif grupta daha yüksek olduğu belirlenmiştir. Latent T. gondii
enfeksiyonu ile dışa dönüklük ve gelişime açıklık boyutları benzer olarak bulunmuş; latent enfeksiyonu olanların
daha düşük yumuşak başlılık ve öz denetim puanları ve daha yüksek nevrotisizm puanlarına sahip oldukları göste-
rilmiştir. Tartışma: Türkiye’de bu kapsamda yapılan ilk çalışma olma özelliğine sahip araştırmamızdan elde edilen
veriler, latent T. gondii enfeksiyonunun olumsuz davranışsal sonuçlar ile ilişkili olabileceğini doğrular niteliktedir.
Psikiyatrik bozukluklarda T. gondii’nin olası etkilerinin tam olarak anlaşılabilmesi için ileriye dönük araştırmalara
gereksinme vardır. (Anadolu Psikiyatri Derg 2020; 21(1):70-76)
|
Tuğba YÜKSEL, Rümeysa ALACA, Esra SİZER
Tuğba YÜKSEL, Rümeysa ALACA, Esra SİZER
Amaç: Çalışmamızda, kekemelik yakınmasıyla kliniğimize getirilen ve izlenen bireylerden düzelme olan ve olmayan
bireylerin sosyodemografik ve klinik özelliklerini incelenmesi ve kekemelikte düzelmenin öngördürücülerinin belir-
lenmesi amaçlanmıştır. Yöntem: Çalışmaya 2-17 yaşları arasındaki 287 adet kekemelik hastası alındı. İyileşen ve
iyileşmeyen kekemelerin sosyodemografik ve klinik özellikleri analiz edildi. Sonuç: Toplam 287 hastanın 225’i
erkekti. Olguların 58’inde düzelme saptandı. Olgular düzelme olan ve olmayanlar şeklinde iki gruba ayrıldı. Düzelme
olan grupta erkek oranı daha yğksek, kardeş sayısı daha az, ortalama toplam kekemelik süresi daha kısaydı, çocuk-
ların hem annelerinin hem de babalarının toplam eğitim süresi daha fazlaydı, kekemeliğe yüz ve uzuv hareketlerinin
eşlik etme oranı daha azdı, kaçınma davranışı görülme oranı daha düşüktü. Düzelme gösteren ve kekemeliği sebat
eden gruplar arasında diğer sosyodemografik ve klinik özellikler bakımından anlamlı fark yoktu. Erkek cinsiyet,
kekemeliğin süresi, konuşma terapisi görmesi, stres etkeninin olması, babanın eğitim süresi ve kekemeliğe yüz
mimiklerinin eşlik etmesini kekemelikte iyileşme ile bağımsız olarak ilişkili bulduk. Tartışma: Çalışmamızda hasta
yaşını, erkek cinsiyeti, toplam kekemelik süresini, terapi almayı, stresör bulunmasını, babanın eğitim süresini, ve
kekemeliğe yüz mimiklerinin eşlik etmesini kekemeliğin düzelmesiyle bağımsız olarak ilişkili bulduk. Bulgularımız,
kekemelikte iyileşmeyi belirleyen etkenlerle ilgili bilgiler sağlamaktadır. Bununla beraber daha uzun süreli izleme
çalışmalarına gerek duyulmaktadır. (Anadolu Psikiyatri Derg 2020; 21(1):93-100)
|
Talat Soner YILMAZ, Abdülhalik GÜLÜCÜ, Hüseyin DEMİRCİ
Talat Soner YILMAZ, Abdülhalik GÜLÜCÜ, Hüseyin DEMİRCİ
Amaç: Obezite tüm dünyada sık görülen, morbidite ve mortalite nedeni olan önemli bir halk sağlığı sorunudur. Etiyolojisinde genetik ve çevresel etkenler rol oynar. Çalışmamızda çevresel etkenlerden olan çocukluk çağı travmalarının erişkin obezitesindeki rolü incelenmiştir. Yöntem: Çalışma grubu 78 hasta ve 31 sağlıklı gönüllü olmak üzere 109 (76 kadın, 33 erkek) katılımcıdan oluşturuldu. BKİ ve kan basınçları kaydedildi. Biyokimyasal belirteçlerden AKŞ, kreatin, ALT, AST, LDL, HDL, TG, total kolesterol, açlık insülini çalışıldı. İnsülin direnci ‘homeostatic model assessment-insulin resistance (HOMA-IR)’ yöntemi ile belirlendi. Hasta ve kontrol grubunun tüm bireylerine çocukluk çağı travma ölçeği anketi (ÇÇTÖ) uygulandı. Bulgular: Duygusal ihmal puanı hasta grubunda anlamlı olarak daha yüksekti (p=0.009). Diğer bileşenler açısından anlamlı farklılık saptanmadı. Fiziksel ihmal puanı ise BKİ düzeyi 35.0-39.9 kg/m2 olan hastalarda anlamlı olarak daha yüksekti (p=0.030). Toplam CTQ, fiziksel ve duygusal ihmal puanı ile insülin ve HOMA indeksi arasında anlamlı pozitif korelasyon saptandı. Sonuç: Obez hastalarda kontrol grubuna göre duygusal ihmal puanının ve evre 2 obez hastalarda fiziksel ihmal puanının anlamlı olarak
yüksek saptanması, erişkin obezitesinin etiyolojisinde çocukluk çağı travmalarının rolünün olabileceğini düşündürmektedir. Konunun tüm yönleriyle aydınlatılabilmesi için daha fazla ve geniş ölçekli çalışmalara gerek vardır. (Anadolu Psikiyatri Derg 2020; 21(3):261-268)
|
Shilpa Suresh BISEN, Yogesh DESHPANDE
Shilpa Suresh BISEN, Yogesh DESHPANDE
Objective: In the era of information technology, internet use is inevitable for mankind. Internet use shows its
negative impact when it becomes excessive. The present study intended to determine the prevalence, predictors,
psychological correlates of internet addiction (IA) among college students of India. Methods: This study aimed to
synthesize findings by assessing the prevalence of IA, psychological correlates of IA and predictors of IA in a large sample of the college students of India. An extensive survey of a randomly selected sample of 1600 college students was conducted during January 2016-April 2017. Internet Addiction Test, Beck Depression Inventory, Beck Anxiety Inventory and Barratt Impulsivity Scale were employed to collect related data. Results: A comparison of the clinical characteristics of the Internet addict (IAD) and Non Internet addict (N-IAD) groups showed that the score on IA, depression, anxiety and impulsivity were significantly higher in the IAD than in the N-IAD group. Discussion: An extensive survey on a large sample of college students yielded a prevalence of 12.5% in India. The measures of depression, anxiety and impulsivity are significantly correlated to IAD than N-IAD group. This study revealed that risk associated with internet overuse has already become severe hence, implementation of early detection and prevention measures is requisite of mental health professionals in the country. (Anatolian Journal of Psychiatry 2020; 21(2):117-123)
|
Damla EYÜBOĞLU, Murat Gün EYÜBOĞLU
Damla EYÜBOĞLU, Murat Gün EYÜBOĞLU
Objective: Adolescent pregnancy is a common sociological problem in undeveloped and developing countries. An
adolescent is not able to reach neither physical nor psychosocial maturity regarding marriage, founding a family and having a child. For this reason, not only girls but also their children born are exposed to many negative consequences as a result of adolescent pregnancies. This study aimed to investigate the prenatal attachment and the
anxiety/depression levels of pregnant adolescents. We also examined the emotional availability of their parents.
Methods: Fifty-five pregnant adolescents and 61 non-pregnant adolescents were included. Prenatal Attachment
Inventory, Hospital Anxiety and Depression Scale and Lum Emotional Availability of Parents were filled out by the
participants. Results: The education of pregnant adolescents ends earlier than control group. The mothers' age of marriage and age of having the first child in the case group were lower (p<0.05). Depression levels and parents’ emotional availability were similar in two groups. However, HADS anxiety scores were 7.4±3.8 in the case group and 9.1±4.1 in the non-pregnant adolescent group and it was statistically significant. There was a significant correlation between prenatal attachment and depression and parents’ emotional availability scores in the case group. Discussion: Adolescent pregnancies cause early termination of girls' education. In addition, as our study findings have shown, daughters of early married women are at risk for adolescent pregnancies. The higher anxiety scores in non-pregnant adolescents suggest that these girls continue their education and may have more future anxiety. The preventive and comprehensive programs need to be developed to struggle with adolescent pregnancies
|
Şenay KILINÇEL, Ayşe Pınar VURAL, Oğuzhan KILINÇEL
Şenay KILINÇEL, Ayşe Pınar VURAL, Oğuzhan KILINÇEL
Objective: This study aims to investigate the two aspects of ToM (social-perceptual and social-cognitive) by
comparing patients with major depressive disorder with in adolescents a healthy control group. Methods: The study
included 30 adolescent patients with major depression and 31 healthy volunteers matched with patients in terms of
age and educational stage. All participants were administered a form for sociodemographic and clinical information and then Kiddie-SADS (Kiddie-Schedule for Affective Disorders and Schizophrenia), Kovacs Children’s Depression Inventory (CDI), The Screen for Child Anxiety Related Disorders (SCARED), Wechsler Intelligence Scale for Children-Revised (WISC-R), Smarties Test, Ice Cream Van Test, Hinting Test and Eyes Test were performed. Results: ToM deficit was found in patients diagnosed with major depressive disorder. There was a significant difference between the two groups in the parameters of the CDI, SCARED, Ice Cream Van test, Hinting test, and Eyes test. The WISC-R verbal scores of the patients were significantly correlated with the Eyes test. There was a significant relationship between the patients’ depression scale for children and the ice cream van test. Conclusion: In addition to the literature, this study showed us that both dimensions of ToM may be impaired in adolescents with major depression. (Anatolian Journal of Psychiatry 2020; 21(2):158-164)
|
Mahmut Zabit KARA, Mehmet Hamdi ÖRÜM, Ebru SEKMEN
Mahmut Zabit KARA, Mehmet Hamdi ÖRÜM, Ebru SEKMEN
Objective: Studies show that developmental stuttering (DS) may be associated with inflammatory processes.
Complete blood count (CBC) values have been used as indicators of a systemic inflammatory response. We aimed
to evaluate the relationship between CBC values particularly basophil, platelet, and lymphocyte-related parameters and DS. Method: In this retrospective case-control study, the CBC values of 54 patients who were diagnosed with DS were compared with the data of 54 healthy subjects. Results: Basophil count, percentage of basophil, and platelet count were significantly higher (p=0.001, r=0.35; p=0.044, r=0.19; p=0.045, r=0.11; respectively); mean platelet volume was significantly lower in the patient group (p=0.000, r=-0.54). The areas under the ROC curve of basophil count, percentage of basophil, and platelet count for patient group were 0.708, 0.611, and 0.636. A significant correlation was found between basophil count and platelet count (r=0.276, p=0.048), basophil count and mean platelet volume (r=-0.420, p=0.002), basophil count and percentage of basophil (r=0.685, p=0.000). Basophil count correlated with disease duration (r=-0.296, p=0.035). According to the Binary logistic regression analysis, low mean platelet volume predicts DS. Discussion: Inflammation might play a role in the etiopathogenesis of DS. Basophil and platelet-related parameters may be potential markers for DS. (Anatolian Journal of Psychiatry 2020; 21(2):187-194)
|