Amaç: Vitamin Dnin kırığa karşı koruyucu etkisi yanında, kas kuvvetini arttırarak düşmeleri azaltabileceği de bilinmektedir. Kesitsel çalışmalarda düşük serum 25 hidroksi vitamin D [25 (OH) D] seviyesinin kas kuvvetinde azalma, denge bozukluğu ve düşme riskinde artışla ilişkisi gösterilmiştir. Bu çalışmada, yaşlı popülasyonda, serum 25 (OH) D konsantrasyonu ile elin kavrama kuv- veti ve denge arasındaki ilişkinin araştırılması ve klinik pratikte kuvvetinin vitamin D eksikliğine bağlı gelişen kas kuvvetsizliği ve düşme riskinin anlaşılmasında el kavrama kuvvetinin kullanılıp kullanılamayacağını araştırmak üzere planlandı. Materyal ve Metot: Kesitsel olarak planlanan bu çalışmaya 65 yaş üstü, 53 katılımcı kabul edildi. Demografik özellikleri ve serum kalsiyum, fosfor, alkalen fosfataz (ALP), 25 OH D ve paratiroid hormon düzeylerini kapsayan laboratuar sonuçları değerlendirildi. Elin kavrama kuvveti, el dinamometresi ile, denge ise Berg Denge Skalası ile değerlendirildi. Bulgular: 25 (OH) D düzeylerine göre 20 ng/mL nin altında ve üstünde olarak iki gruba ayrılan katılımcıların el kavrama kuvvetleri ve Berg denge skalasının total skorları karşılaştırıldı. Berg denge skalası total skoru, 25 (OH) D düzeyi 20 ng/mL altında olan grupta diğer gruba göre istatistiksel olarak anlamlı derecede yüksek olarak saptandı (r:0,627, p=0,000). Ayrıca, 25 (OH) D düzeyi 20 ng/mLnin üstünde olan hastaların kavrama kuvvetleri daha yüksek bulundu (p=0,023 and p=0,037, sırası ile dominant ve non-dominant eller için). Sonuçlar: Bu çalışma Vitamin Dnin kas kuvveti, fonksiyonu ve denge üzerine önemli etkileri olduğunu desteklemektedir. Geriatri popülasyonunda vitamin D eksikliğinin tedavisi kas kuvveti ve dengeyi düzelterek düşmelere de engel olacaktır.
|
Seval Atabey HAKTANKAÇMAZ, Özlem Gün ERYILMAZ, Banu USLU AKÇAL, Aylin Aker AYRIM
Seval Atabey HAKTANKAÇMAZ, Özlem Gün ERYILMAZ, Banu USLU AKÇAL, Aylin Aker AYRIM
Giriş: Postmenopozal dönemde, artan anjiotensinojen dönüştürücü enzim (ACE) seviyeleri, kardiovasküler hastalık risklerinin artışı ile ilişkilendirilmiştir. Hormon replasman tedavisi (HRT) ile bu enzim aktivitesinin azaldığı, böylece kardioprotektif bir etki göstereceği belirtilmiştir. Materyal ve Metot: Prospektif, randomize ve kontrollü bir çalışma olarak yapılan bu araştırmada, 39 hasta transdermal HRT (Grup A; 1,5 mg estradiol +100 mg mikronize progesteron) alırken, geri kalan 52 hastaya da oral HRT (Grup B; 0.625 mg konjuge ekin estrojen + 2,5 mg medroksiprogesteron asetat) verildi. Kontrol grubunu (Grup C) HRT kullanmayan 22 hasta oluşturdu. Altı aylık tedavi sürecini takiben, tüm gruplar, kolesterol, trigliserid, düşük yoğunluklu lipoprotein kolesterol, çok düşük yoğunluklu lipoprotein kolesterol, yüksek yoğunluklu lipoprotein kolesterol ve ACE düzeyleri açısından karşılaştırıldı. Bulgular: Oral HRT alan hastaların, VLDL ve ACE değerleri, kontrol hastalarına oranla anlamlı olarak düşükken, HDL değerleri de anlamlı olarak yüksek ölçüldü (sırasıyla p=0,04; p=0,01; p=0,01). Transdermal HRT alan grupta, VLDL ve ACE değerleri, kontrolle karşılaştırıldığında, anlamlı olarak düşük tespit edildi (sırasıyla p=0,0001, p=0,04). Transdermal ve oral HRT alan gruplar karşılaştırıldığında, ACE değerleri açısından bir fark tespit edilmedi (p>0,05). Tartışma: Postmenopozal HRT kullanımı sonrası azalan ACE seviyeleri, hipertansif hastalarda, kardiovasküler hastalık risklerine karşı sekonder koruyucu etki gösterebilir. Normotansif hastalarda da, bu etki, primer koruyuculuk yönünde gelişebilir.
|
Otoimmun pankreatit tıkanma sarılığı, pankreasda büyüme gibi pankreas kanserine benzeyen özellikler taşıyan fibroinflamatuar bir hastalıktır. Pankreas kanserine benzerliği, semptomlarda coğrafi değişikliklerin olması farklı tanı kriterlerine neden olmuştur. Dört aydır kilo kaybı, sarılık, iştahsızlık şikâyetleri olan 83 yaşındaki hastada pankreas kanserinden şüphelenilmiştir. Tetkik sonuçlarında otoimmun pankreatiti kriterlerine uymadığı görülmüştür. Pankreas kanseri ön tanısı ile Whipple operasyonu yapılan hastanın patoloji sonucu sitomegalovirüs inklüzyon cisimcikleri içeren otoimmün pankreatit şeklinde gelmiştir. Otoimmün pankreatit için farklı tanı kriterleri olmasına rağmen halen tanıda yetersizlikler mevcuttur. Bu olgu da yayınlanmış kriterlere uymamıştır. Otoimmün pankreatit etiyolojisi net olmamakla beraber farklı otoimmün ve pankreas hastalıklarına yol açabilen sitomega- lovirüs etiyolojide düşünülmeli ve araştırılmalıdır.
|
İntestinal malrotasyonlar embriyojenik dönemde orta barsağın fizyolojik herniasyonu sırasında oluşurlar. Malrotasyonların farklı formlarından dolayı tanısı oldukça zordur. Malrotasyonlar sıklıkla konjenital peritoneal bantlarla ilişkilidirler. Bu bantların en yaygını Ladds bantlarıdır. Bunlar çekumdan subhepatic alana kadar uzanabilirler ve duodenuma baskı yapabilirler. Bunlar infantlarda daha sıktırlar, ancak yaşamın herhangi bir döneminde görülebilirler. İnfantlarda genellikle safralı kusma şeklinde klinik görünüm mevcutken, yetişkinlerde bu durum oldukça değişkendir. Tedavide altın standart Ladds prosedürüdür. Biz 4 yıldır nonspefisik gastrointestinal semptomları olan, tomografide malrotasyondan şüphelenilen ve Ladds prosedürü ile tedavi edilen 23 yaşındaki bayan hastayı sunduk.
|
Otoimmün hepatit (OİH) karaciğerin nedeni bilinmeyen, kronik, ilerleyici, inflamatuar bir karaciğer hastalığıdır. Gastrointestinal nöroendokrin tümörler (GI NET), 2/100.000 olgu/yıl insidansına sahip, nadir görülen tümörlendendir. En sık ileum, apendiks ve rektumda, nadiren midede görülürler. OİHe bağlı karaciğer sirozu ve midede GI NET birlikteliği olan 47 yaşında bayan hasta sunulmuştur.
|
Nihat DEMİR, Mehmet MELEK, Sultan KABA, Şekibe Zehra DOĞAN, Oğuz TUNCER
Nihat DEMİR, Mehmet MELEK, Sultan KABA, Şekibe Zehra DOĞAN, Oğuz TUNCER
Enterik duplikasyon kisti (EDC) ağızdan anüse kadar uzanan gastrointestinal sistemin herhangi bir yerinden kaynaklanan nadir bir konjenital anomalidir. EDC en sık ileumda görülür. Klinik bulgular; duplikasyon kistinin boyutuna, tipine ve bulunduğu bölgeye göre farklılık gösterir. Burada fışkırır tarzda kusma ve batın distansiyonu ile gelen, çekal ve duodenal duplikasyon kisti tanısı konan term bir yenidoğan olgusu sunulmuştur. Bilgilerimize göre literatürde daha önce böyle bir birliktelik yayınlanmamıştır.
|
İyatrojeni, tanısal işlemler veya uygulanan tedaviye bağlı olarak hastada ortaya çıkan; doktor, hemşire, teknisyen, laboratuar veya hasta bakımı ile ilişkili herhangi bir personelin hatalarından kaynaklanan istenmeyen hadiselerin tümüne verilen isimdir. Bu derlemede, yenidoğan yoğun bakım ünitelerinde sık karşılaşılan iyatrojenik hadiseler ve korunma yollarına, en güncel literatür eşliğinde yaklaşım özetlenmiştir.
|
Fatma KEREN, Eda ŞİMŞEK TANRIKULU, Özlem BALÇIK ŞAHİN, Ali KOŞAR
Fatma KEREN, Eda ŞİMŞEK TANRIKULU, Özlem BALÇIK ŞAHİN, Ali KOŞAR
Amaç : Antikoagülan etkinin düzeltilmesi amacıyla kullanılan protrombin kompleks konsantresi (PCC) etkin ve güvenilir bir tedavi alternatifidir. Bu nedenle kliniğimizde varfarine bağlı antikoagülan etkiyi normale getirmek amacıyla kullanılan PCC ve taze donmuş plazma (TDP) arasındaki farkı ve benzerlikleri değerlendirdik. Materyal ve Metot: Kliniğimizde varfarin doz aşımına bağlı kanaması olan ve varfarin kullanıp acil cerrahi operasyon planlanan INR değerleri yüksek olan 50 hasta değerlendirildi. INR değerlerini normalize etmek için 25 hastaya PCC, 25 hastaya TDP kullanıldı, verileri retrospektif olarak değerlendirildi. Bulgular: PCC grubunda ve TDP grubunda endikasyon yönünden fark yoktu ve PCC grubunun yaş ortalaması daha yüksekti (p:0,021). PCC grubunda TDP grubuna göre tedavi öncesi protrombin zamanı (PT) (p:0,001), INR değeri (p:0,001) daha yüksekti. Tedavi sonrası PCC grubunda PT değeri (p:0,001) ve INR değeri (p:0,001) daha fazla düşmüştü. Sonuçlar: Bu bulgular bize antikoagülan tedavinin hızla geri döndürülmesi gerektiği durumlarda PCC tedavisinin etkin ve güvenli bir seçenek olduğunu göstermektedir. Özellikle yaşlı hastalarda da güvenle kullanılabilen alternatif bir tedavi seçeneği olabilir.
|
Sibel ÖSKAN, Sinan ÇALIŞKAN, Ayşe Yeşim ORAL AYDIN
Sibel ÖSKAN, Sinan ÇALIŞKAN, Ayşe Yeşim ORAL AYDIN
Amaç: Nazolakrimal kanal (NLK) tıkanıklığı olan hastalarda uyguladığımız transkanaliküler diod lazer dakriyosistorinostomi (TDL-DSR) sonuçlarını değerlendirmek. Materyal ve Metot: Geriye dönük çalışmaya 32 hastanın (25 kadın, 7 erkek) 36 gözü alındı. Çalışmaya epifora şikayetiyle başvurup, lakrimal lavaj sonrasında NLK pasajı tıkalı olan ve burun içi patolojisi olmayan olgular dahil edildi. Cerrahi sonrası lavajın açık olması ve epiforanın kaybolması cerrahi başarı olarak değerlendirildi. Olguların ortalama takip süresi 23,9±10,2 ay (7- 39 ay aralığında) idi. Bulgular: Olguların yaşları ortalaması 40,2±14,3 yıl (9- 74 yıl aralığında) idi. Otuz altı olguya TDL-DSR uygulandı. Olgulardan 26sına (%72,2) silikon tüp entübasyonu uygulanırken, 10 olguya (%27,8) silikon tüp entübasyonu uygulanmadı. Ortalama cerrahi süresi 28,25±5,58 dk (18-38 dakika aralığında) idi. Silikon uygulanan grupta cerrahi süre ortalama 30,73±4,23 dk, silikon tüp uygulanmayan grupta 21,80±2,25 dk bulundu (p <0,01). Cerrahi başarı oranı %52,77 olarak bulundu. Silikon tüp entübasyonu uygulanan ve uygulanmayan olgularda başarı oranı açısından anlamlı fark saptanmadı (p=0,46). Sonuçlar: Nazolakrimal kanal tıkanıklığının tedavisinde TDL-DSR ameliyatlarının etkin ve başarılı bir yöntem olduğu saptandı. Cerrahi başarının, etkin endoskop kullanımı ve ilave tedaviler ile arttırılabileceğini düşünmekteyiz. Amaç: Nazolakrimal kanal (NLK) tıkanıklığı olan hastalarda uyguladığımız transkanaliküler diod lazer dakriyosistorinostomi (TDL-DSR) sonuçlarını değerlendirmek. Materyal ve Metot: Geriye dönük çalışmaya 32 hastanın (25 kadın, 7 erkek) 36 gözü alındı. Çalışmaya epifora şikayetiyle başvurup, lakrimal lavaj sonrasında NLK pasajı tıkalı olan ve burun içi patolojisi olmayan olgular dahil edildi. Cerrahi sonrası lavajın açık olması ve epiforanın kaybolması cerrahi başarı olarak değerlendirildi. Olguların ortalama takip süresi 23,9±10,2 ay (7- 39 ay aralığında) idi. Bulgular: Olguların yaşları ortalaması 40,2±14,3 yıl (9- 74 yıl aralığında) idi. Otuz altı olguya TDL-DSR uygu- landı. Olgulardan 26sına (%72,2) silikon tüp entübasyonu uygulanırken, 10 olguya (%27,8) silikon tüp entübasyonu uygulanmadı. Ortalama cerrahi süresi 28,25± 5,58 dk (18-38 dakika aralığında) idi. Silikon uygulanan grupta cerrahi süre ortalama 30,73±4,23 dk, silikon tüp uygulanmayan grupta 21,80±2,25 dk bulundu (p <0,01). Cerrahi başarı oranı %52,77 olarak bulundu. Silikon tüp entübasyonu uygulanan ve uygulanmayan olgularda başarı oranı açısından anlamlı fark saptanmadı (p=0,46). Sonuçlar: Nazolakrimal kanal tıkanıklığının tedavisinde TDL-DSR ameliyatlarının etkin ve başarılı bir yöntem olduğu saptandı. Cerrahi başarının, etkin endoskop kullanımı ve ilave tedaviler ile arttırılabileceğini düşünmekteyiz.
|
Zeynep İlerisoy YAKUT, Ali İPEK, Hatice AKKAYA
Zeynep İlerisoy YAKUT, Ali İPEK, Hatice AKKAYA
Fibular Hemimeli, fibulanın doğuştan parsiyel ya da total yokluğu olup, en sık görülen alt ekstremite eksiklik anomalisidir. Anomalinin prenatal ultrason tanısı aileyi doğum sonrası yapılacak cerrahiyi de içerebilen tedavi seçeneklerine hazırlamak ve ailenin doğum sonrası süreçle ilgili bilinçlendirilmesi açısından önemlidir. Olgunun prenatal sonografik tanısına ait literatürde çok yayın yoktur. Literaturde antenatal tanı konmuş olgular Tip 2 hemimeli (fibulanın total yokluğu) şeklinde olup ultrasonla tanınması kısmen daha kolay vakalardır. Biz bu sunumumuzda tek taraflı parsiyel fibular hemimeli, ekinovalgus, metatars yokluğu olan 24 haftalık fetusun sonografik bulgularını literatür eşliğinde tartışmayı amaçladık.
|