Aslen Yemenli olan ve mükâtebe yolu ile özgürlüğüne kavuşan Hâtıb b. Ebû Beltea, Cahiliye Dönemi’nde şairliği ve süvariliği ile meşhurdur. Hicretten önce Müslüman olmuş, Habeşistan’a hicret etmeyerek Hz. Peygamber’in yanında kalmayı tercih etmiştir. Hicret için izin verilmesinin ardından Medine’ye hicret etmiş ve vefatına kadar Hz. Peygamber’in yanından ayrılmamıştır. Hâtıb b. Ebû Beltea’yı diğerlerinden farklı kılan ise onun Mekke’nin fethi için sefere çıkılmadan önce yapmış olduğu hatadır. O, Mekke ileri gelenlerine bir mektup göndermiş ve Hz. Peygam-ber tarafından özellikle gizli tutulmasına rağmen durumu haber vermek istemiştir. Bu nedenle de ihanet ile suçlanmıştır. Bu olay İslam tarihinde birçok tartışmaya neden olacak olan Bedir ashabının affedilmesi ile ilgili hadiseye de konu olmuştur. Yine aynı olay nedeni ile Mümtehine Suresi’nin ilk ayetleri nazil olmuştur. Hâtıb b. Ebû Beltea’yı farklı kılan ikinci olay ise Hz. Pey-gamber’in İslam’a davet içeren mektubunu Mısır Mukavkıs’ına götürmesidir. Burada Mukavkıs karşısında Hz. Peygamber’i ve İslam’ı en güzel şekilde savunmuştur. Bu çalışmamızda birçok tartışmanın merkezinde kalmış olan Hâtıb b. Ebû Beltea’nın hayatı, askerî ve siyasî faaliyetleri üzerinde duracak ve ona yöneltilen ithamları irdeleyeceğiz.
|
Mevlânâ Celaleddin Rumî ile oğlu Sultan Veled’in sandukalarının bulunduğu Kubbe-i Hadrâ namıyla maruf Türbe yapısının 1274 yılında mimar Tebrizli Bedrettin tarafından inşa edildiği bilinmektedirTürbenin inşasında Alâmeddin Kayser’n maddi ve manevi desteklerinin bulunduğu bilinmekle birlikte günümüzdeki mevcut yapının o dönemde inşa edilen ilk kubbe olup olmadığı, daha sonraki dönemlerde değişikliğe uğradığı hakkında farklı bilgiler nakledilmiş olmakla birlikte bugün için kesin bir bilgiye sahip değiliz.Yeşil kubbenin iç mekânında yer alan kalem işi tezyinatın Sultan II. Bayezid döneminde yapılmış olduğunu, Kalem işi tezyinatı yapan sanatçının da Halepli Mevlevi Mehmet oğlu Abdurrahman olduğu güney cephenin duvar yüzeyinde yer alan kitabelerden anlaşılmaktadır. Kitabede tarih bulunmamakla birlikte II. Bayezid’in saltanat dönemi 1481 -1512 yılları arası olduğu dikkate alındığında tezyinatın da bu zaman diliminin herhangi bir noktasında yapılmış olduğu düşünülmektedir. 2019 yılında tamamlanan restorasyon sonucunda ortaya çıkan ve söz konusu devrin özgün tezyinat özelliklerini taşıyan nakışlar, Kubbe-i Hadrâ’nın beş yüz yıllık bir süreçte yapısal ve sanatsal değişikliğe uğramadığını göstermektedir.
|
İslâm tarihinde verâsete dayalı veliahtlık usûlü Muâviye’nin oğlu Yezîd’i veliaht tayin etmesiylebaşlamış, aynı uygulama Emevîler’den sonra hilafete geçen Abbâsîler tarafından da bazı değişikliklerle devam ettirilmiştir. Abbâsî halîfeleri, yönetimi devredecekleri veliahtların küçük yaştan itibaren iyi bir eğitimden geçmelerine önem vermişler, onların ilmî, idarî ve askerî açıdandonanımlı olabilmeleri için dönemin en iyi âlimlerini görevlendirmişlerdir. Veliahtlar çok küçükyaştan itibaren bu hocalardan Kur’an, hadîs, fıkıh gibi dinî ilimlerin yanısıra siyaset, Arap dili,belağat, şiir, hitabet, tarih, felsefe, astronomi gibi pozitif ilimleri de öğrenmişlerdir. Zekâsı, tecrübesi ve ileri görüşlülüğü ile öne çıkan bazı âlimler, veliahtlara hilâfete geçtikten sonra da eşlik etmeye devam etmişler, hatta onların çocuklarını eğitme işini de devralmışlardır.Bazı veliahtlar, kendilerini eğiten âlimlere tamamen teslim olmuşlar, onların onayı olmadanadım dahi atmamışlardır. Veliahtlar üzerinde güçlü bir nüfuza sahip olan eğitmenler, zamanlahalîfelerin siyaset anlayışı ve düşünce yapısını dahi şekillendirmişlerdir. Bu bağlamda, biz çalışmamızda halîfelerin veliahtlık dönemlerini inceleyerek, onlar üzerinde nüfuza sahip olaneğitmenleri tanımayı hedefledik..
|
Naciye DETSELİ
Naciye DETSELİ
Türk süsleme sanatları içinde mühim bir yere sahip olan ahşap sanatı, Anadolu Selçuklularıdöneminde oldukça güzide örnekler vermiştir. Kapı kanadı, pencere kapağı, minber ve rahlelerde dönemin sanat anlayışının izlerini sürmemize olanak sağlayan pek çok eser ortaya çıkarılmıştır. Selçuklu devri camilerinde minber yapımında genellikle ahşap malzeme kullanımı tercih edilmiştir. Bu çalışmada, günümüze sağlam ulaşmış numunelerden bir tanesi olup KonyaAlâeddin Camiinde bulunan ve devrinin pek çok sanat hususiyetini bünyesinde barındıran ahşap minber incelemeye tâbi tutulmuştur. Gerek yazı kuşakları, gerek geometrik ve rumi motifler açısından zengin bir tezyinata sahip eser, tamir ve tadilata maruz kalmış kısımları olmaklaberaber oldukça iyi muhafaza edilmiştir. Araştırmada Selçuklu devri sanat eserlerinden birinintanıtılması ve bu tarihi eserin fotoğraflar ve çizimler aracılığıyla belgelenmesi amaçlanmıştır.Yerinde incelenen eser fotoğraflanmış, yanı sıra çizimleri yapılmıştır. İnceleme sonucunda eserteferruatlı olarak tanıtılmış, kullanılan ahşap süsleme teknikleri, motif grupları ve minber üzerindeki metinler tahlil edilmiş, minberdeki özgün ve özgün olmayan parçalar teşhis edilmiştir.
|
Ufuk Akın İNCE
Ufuk Akın İNCE
Türk müziğinin temel unsurlarından biri olan usûl; Türk müziğinin icrâsında, eğitim-öğretimindeve geleceğe intikâl ettirilmesinde önemli bir role sahiptir. Bu sebeple usûl bilmek, gelenekseleğitim modeli olan meşk sisteminde ön koşul olarak belirlenmiştir. Dolayısıyla usûl kavramınailişkin ifâdeler de (usûl, ritim, düzüm, ölçü, gider, metronom, darb, mertebe ve velvele) usûlünanlaşılabilmesi açısından önem taşımaktadır. Mezkûr kavramların öğrenilmesi ve aktarılmasında yazılı kaynaklarda farklılıklar gözlenmektedir.Takriben IX. yüzyıldan başlayarak, XX. yüzyıla kadar birçok âlim/teorisyen eserlerinde usûl konusunu ele almıştır. XX. yüzyıldan günümüze gelinceye dek ise, batı müziği notasyonunun Türkmüziğinde yaygınlık kazandığı dönem olması itibariyle bu konu üzerinde yapılan çalışmalarınsayısında oldukça büyük bir artış görülmüştür. Bu çalışmada, XX. yüzyıldan itibaren Türk Müziğiusûllerine yönelik kaleme alınmış kitaplardaki usûl ve usûlü oluşturan dinamiklerin tanımlarıirdelenmiş; bu tanımlara yönelik değerlendirme ve yorumlara yer verilmiştir.Türk Müziği usûl eğitim-öğretiminde kullanılan yazılı kaynaklardaki usûl kavramına ilişkin ifâdelerin irdelendiği bu çalışmada, nitel araştırma yöntemi ve literatür tarama, doküman incelemeve arşiv tarama teknikleri kullanılmış, elde edilen veriler üzerinde içerik analizi yapılmıştır. Sonuç olarak, örnekleme alınan kaynaklar incelendiğinde; usûl kavramının ve bu kavramı oluşturan dinamiklerin açıklamalarında bir standart olmadığı; kitapların hem kendi içlerinde hem debirbirleri arasında farklılıklar ve/veya çelişkiler olduğu tespit edilmiştir.
|
AHMET GÜMÜŞTOP
AHMET GÜMÜŞTOP
|
Anadolu coğrafyasında müziğin en çok kullanıldığı yerlerden birisi de şüphesiz Urfa’dır. Açık konservatuvar olarak tabir edilen Urfa’da halkın büyük bir çoğunluğu şarkı, türkü, ilahi, kaside, uzunhava, gazel ve hoyratlarla alakadar olmaktadır. Özellikle düğünlerde, kına gecelerinde, asbap gecelerinde, mevlitlerde, dağ yatılarında, sıra gecelerinde vb. halkın bir sebeple bir araya geldiklerimekan ve zamanlarda bu tür müzikler icra edilmektedir. Şanlıurfa’da yüzyıllardır usta-çırak ilişkisiyle devam eden müzik meşk silsilesi, son dönemlerde kurulan Türk halk müziği korosu, güzelsanatlar fakültesi, konservatuvar, eğitim fakültelerine bağlı müzik eğitimi anabilim dalları ve müzik eğitimi veren diğer kurumlar aracılığıyla bilimsel bir hüviyete bürünmeye başlamıştır. Bu makale nitel araştırma yöntemiyle ele alınmış, veriler doküman taramasıyla toplanıp, içerik analizi ileanaliz edilmiştir. Ayrıca müzik kuramı olarak Arel-Ezgi sistemi temel alınarak hoyratın makam tahlilleri yapılmış olup, Finale nota programı ile yazılmıştır. Bu çalışmanın kapsamı Şanlıurfa müziğinedairdir. Sınırlılığı ise Şanlıurfa’da okunan hoyrat formu ve Şanlıurfalı hoyratçılardan Yaşar Özden’in İstanbul İş Sanat Merkezi’nde Oxfordlular Sıra Gecesi Grubu tarafından icra edilen konserde okumuş olduğu Divan hoyratı ele alınıp notasıyla beraber makam tahlilinden oluşturmaktadır.Bu makalenin amacı daha önce literatüre kazandırılmamış Yaşar Özden’in hayatı ve müzik çalışmalarını tanıtmaktır. İlaveten halk müziğinde hoyrat formu ve Yaşar Özden’in okumuş olduğu hoyratı akademik sahada tanıtmaktır. Kısaca bu makalede Şanlıurfa müziğinin genel yapısı, hoyratformunun tanımı, yapısı, çeşitleri, Yaşar Özden’in hayatı, müzik geçmişi ve okumuş olduğu hoyratın notası ile beraber makam tahlili ele alınmıştır. Bu çalışmada elde edilen sonuç Yaşar Özden’nin Urfa yöresine özgü hoyrat okuma tavrını bihakkın yerine getirmiş olmasıdır. Okunan hoyrat mevcut makamın üst oktavından, köşeli ve az gırtlak nağmesi kullanılarak icra edilmiştir.
|
Sosyo-politik tarihi çalkantılarla dolu olan Ortadoğu, 2010 yılında buna bir yenisini eklemiştir.Arap Baharı olarak ifade edilen bu yeni sosyo-politik hareket, Tunus’ta ortaya çıktıktan kısa birsüre sonra birçok Ortadoğu ülkesine hızlı bir şekilde yayılmıştır. Yayıldığı ülkelerde yönetim vehalkı sert bir şekilde karşı karşıya getiren bu hareket, pek çok ülkede baharın yerine etkisi halahissedilen şiddetli bir kışın yaşanmasına yol açmıştır. Nitekim bu anlamdaki en şiddetli kışınyaşandığı Suriye’de meydana gelen iç savaşta ülke bütün kaynaklarıyla yerle bir olmuş, yüzbinlerce insanı ölmüş, milyonlarcası yaralanmış ve on milyonlarcası da iç ve dış göçle yerindenolmuştur. Dış göçle yerinden olan altı buçuk milyon Suriyelinin yarıdan fazlası kendilerine kucak açan Türkiye’ye sığınmıştır. Bir bölümü geçici barınma merkezlerinde çoğunluğu da şehirmerkezlerinde kalan Suriyeli sığınmacılarla ilgili siyasi, sosyal, ekonomik ve güvenlik alanlarınailişkin araştırma kuruluşları tarafından çok sayıda bilimsel çalışma yapılmıştır. Alanında öncübir niteliğe sahip bu makaleyle haklarında edebî anlamda herhangi bir çalışma yapılmamışolan Suriyeli sığınmacıların Türk ve Arap romanlarındaki yansımaları irdelenmiştir. Bu kapsamda nasıl bir hayat yaşadıkları, ekonomik geçimlerini ne şekilde sağladıkları, Türklerle nasıl birsosyal ilişki geliştirdikleri ve toplumsal kurallara ne ölçüde uydukları gibi sorulara yanıt aranmıştır. Ulaşılan sonuçlarla kendileriyle ilgili kamuoyunda bilinen kimi yanlış bilgilere karşı doğrubilgiler verilmeye çalışılmıştır.
|
Bu çalışmada, Bingöl Solhan ilçesine bağlı Arakonak beldesi ve Hazerşah Köyü dokumalarından el yapımı seccâdeler işlenecektir. Solhan bölgesi el sanatları açısından zengin bir ürünyelpazesine sahiptir. Yaptığımız saha araştırmaları sayesinde özellikle 20. yüzyılın başları veortalarından kalma el yapımı seccâdelerin varlığı tespit edilmiştir. Çalışma süresince elde ettiğimiz verilerden yola çıkarak Arakonak ve Hazerşah’ta el yapımı dokuma ürünlerinin geçmişini,yapılan işlemlerin süreçlerini ve kullanılan motiflerin anlam ve sembollerini ortaya çıkarmayaçalışacağız. Söz konusu bölgede daha önce de yaptığımız araştırmalardan elde ettiğimiz sonuçlara göre, bölgede dokuma kültürünün çok eskilere dayandığı saptanmıştır. 20. yüzyılın ortalarından itibaren bu dokuma ürünlerini yapan kişilerden elde edilen verilerden anlaşıldığıkadarıyla, bölgedeki dokuma kültürü birkaç kuşaktır devam etmektedir. Bu sanatsal etkinliğinetkileşim ağı ve kültürel alt yapısı, yazılı veri eksikliğinden dolayı ortaya çıkarılması zor alanlardan birini oluşturmaktadır. Ancak yapılan motiflerin kültür dünyamızdaki diğer bölgelerle karşılaştırılmaları ve kullanılan bazı terimler bizleri daha niteliksel verilere götürmektedir. Bu nedenle çalışmanın saha ve tespit çalışmalarının yanında yakın kültürel bölgeler ile özellikle de Anadolu’da yapılan benzer sanat eserleri ile karşılaştırmaları; etkileşim, benzerliklerin ortaya konulması böylelikle bölgenin kültürel altyapısının kökenlerinin ortaya konulması amaçlanmaktadır. Günümüzde artık yapılmayan halı, seccade ve kilimlerin Anadolu insanının kültürünü ortaya koyması bakımından kayıt altına alınması ve nitelikli bilimsel çalışmalara konu olması mutlaka gerekmektedir. Bu kapsamda çalışmada bölgede tespit edilen 11 adet el dokuma seccadesi tanıtılacak ve bu seccadelerin motif, şekil benzerliklerinin etkileşimleri değerlendirilecektir.
|
Sanat bireylerin duygu ve düşüncelerini estetik yollarla dışavurumudur. Her toplumun kültürü,inançları, yaşama biçimleri dolayısıyla sanat anlayışının da kendine özgü bir karakteri vardır.Bu araştırmada birey ve toplum açısından sanat eğitiminin geleneksel sanatlar merkezindenasıl gerçekleştiğini vurgulamak amaçlanmıştır. Geleneksel sanatlarımızın eğitimi sürecindeizlenen kaideler, hoca-öğrenci ilişkisi şeklinde devam eder. Hoca ve öğrenci arasında eğitimsürecinde uyulan belirli kuralların yanı sıra hocaya duyulan hürmet ve saygı neticesinde ortayaçıkan manevi bir bağ bulunmaktadır. Eğitim-öğretim sürecinde hoca-öğrenci münasebetleri,izlenen yol, metod ve teknikler, çalışmamızın temelini oluşturmaktadır. Hoca- öğrenci arasındaki eğitim metodunun tarihi süreçte var olan tüm sanat ve toplum teşkilatlarındaki durumu,bu düzenin sanat eğitimi açısından önemini ve devamlılığını vurgular. Geleneksel sanatlardavar olan bu eğitim sürecinin sonunda hocanın öğrencisine diploma niteliğinde verdiği icazet desanat eğitiminin devamlılığı ve aktarımı konusunda bir belge niteliği taşımaktadır. Bu açıdandeğerlendirildiğinde geleneksel sanatlarımızda var olan eğitim modeli ve tarihi, uzun yıllar devamlılığını sürdürmüş, kendine has usul ve yöntemleriyle standart bir eğitim sisteminden farklıolarak gelişmiştir.
|