İslam’ın erken dönemlerinden itibaren Hıristiyanlar kaleme aldıklarıapolojik eserlerle bir yandan İslam’a eleştiriler yöneltirken, bir yandan daKur’an’dan hareketle kendi doktrinlerini savunma ve temellendirme gayretiiçerisine girmişlerdir. Bu hususta bilinen en erken metinlerden biriEmeviler devrinde yaşayan Yuhannâ ed-Dımeşkî’ye (675-749) aitİsmailîlerin Sapkınlığı başlıklı eserdir. İlerleyen süreçte Hıristiyan dinadamları aynı gayelerle daha geniş ve sistematik apolojik risaleleryazmışlardır. Bunun en önemli örneklerini 12. yüzyılda yaşamış olanHıristiyan Arap Antakyalı Pavlus’un Müslüman Bir Arkadaşa Risale isimlieserinde ve bu eserin 14. yüzyılda Kıbrıslı anonim bir Hıristiyan tarafındanyapılmış olan Kıbrıs Adası Halkının Risalesi isimli uyarlamasında dagörmek mümkündür. Adı geçen eserlerde Teslis, Kristoloji ve Marioloji gibitemel Hıristiyan doktrinlerine yer verilmekte ve Kur’an ayetlerindenhareketle bazı açıklamalar yapılmaktadır. Bu makale ile yapılmak istenenAntakyalı Pavlus ve Kıbrıslı anonim yazarın mezkûr eserlerinden hareketleHıristiyanların İslam’a yönelttikleri eleştirileri, kendi doktrin veinançlarını Kur’an’dan referansla nasıl temellendirdiklerini ve bubağlamda Kur’an ayetlerini nasıl yorumladıklarını ortaya koymaktır.
|
Mitolojik anlatıların, tarih öncesi çağlarda doğayı, yaşamı, ölümü, felsefeyi, sanatı, siyaseti, hukuku vb. unsurları şekillendirici ve toplumun düşünce sistemini yansıtıcı işlevlerinin olduğu bilinmektedir. Mitlerin sahip olduğu bu özellikler, Japon mitolojisini de Japon toplumunun ortaya çıkışı ve Japon kimliğinin inşası süreçlerinde ön plana çıkartmıştır. Tarih öncesi devirlerden modern döneme kadar Japon toplumunda, toplumsal yaşam içinde kadın çoğunlukla ikincil planda yer almıştır. Antik Japon toplumlarında (Şintoizm’in de etkisiyle) kadının toplum içindeki konumu her ne kadar güçlenmişse de yabancı kaynakların Japon toplumunun dini ve düşünce sistemine etki etmesiyle birlikte yeniden düşüşe geçmiştir. Edo döneminde ise kadının toplumsal hayat içindeki konumu erkek egemen bir toplumsal yapı içinde “eşine itaat eden ve evine bağlı” bir kadın imgesine dönüşmüştür. Kadının ikincil konumu Meiji döneminde yapılan Batılılaşma ve modernleşme faaliyetleri kapsamında biraz daha iyileştirilmeye çalışılmıştır. Ancak bu modernleşme düşüncesi içinde kadının toplumsal hayattaki statüsünün yükseltilememesinin temelinde Japon halkının düşünce sistemini oluşturan mitolojik anlatılar yer almaktadır. Mitlerde yaratılışa ve diğer olaylara dair anlatılarda yansıtılan kadın ve erkek imgesi “kadınlık” ve “erkeklik” rollerinin toplumsal hafıza içinde ele alınmasına kaynaklık etmiştir. Bu kapsamda yapılan çalışmada, Japon mitolojisini şekillendiren mitler incelenerek buradaki dişil karakterler betimlenmeye ve kadın imgesinin Japon mitolojisi içinde nasıl yansıtıldığı anlamlandırılmaya çalışılmıştır.
|
Kuran, zaman zaman diğer dinlere ilişkin bilgiler vermekte, bunu yaparken bazen onlarla ilgili eleştirilerde bazen de iltifatlarda bulunmaktadır. Bu kapsamda Hıristiyan din adamları zümrelerine unvan olan ruhban ve kıssisîn (Maide 5/82) kavramları da Kuran’da olumlu bir şekilde resmedilmektedir. Kıssisîn kavramı sadece bu ayette geçerken, ruhban kelimesinin başka ayetlerde de geçmesi (Tevbe 9/31, 34), ayrıca Kur’an’da ruhban kavramıyla aynı kökten gelen rahbaniyete (Hadid 57 /27) değinilmesi sebebiyle tefsir geleneğinde bu iki kavramdan ruhban’ın daha fazla yorumlanmasına sebebiyet vermiştir. Bununla birlikte tefsirler incelendiğinde çoğu zaman bu iki kavram arasında ayrıma gidilmediği görülmüştür. Makalemizde Hıristiyan kaynaklarından yararlanılarak ruhban ve kıssisîn kavramlarının mahiyeti anlaşılmaya çalışılmıştır. Neticede bu iki kavramın birbirinden temelde farklı olduğu görülmüş ve ayetin asıl bağlamı tespit edilmiştir. Ayrıca ruhban kelimesi için alternatif bir etimolojik köken teklifinde bulunulmuş ve ayetin Habeş Hıristiyanların bildikleri bir gerçeğe bir atıf olabileceğine işaret edilmiştir. Makalede ayrıca Kuran’daki “ruhbaniyetin türetilmesi” ifadesiyle ne kastedildiğinin anlaşılabilmesi için Hıristiyan çileciliği ve deyir kültüründeki dönüşümlere odaklanılması gerektiğine dikkat çekilmiştir.
|
Tolga Savaş ALTINEL
Tolga Savaş ALTINEL
Türkiye’de Dinler Tarihi alanında yapılan araştırmaların başında Yahudilikle ilgili yapılan araştırmalar gelmektedir. Yahudilerin tarihleri, kutsal kitapları, ibadetleri, Müslümanlarla olan ilişkileri vb. konularda birçok eser tercüme edilmekte veya kaleme alınmaktadır. Bu geniş literatür içerisinde her bir eserin farklı ve öne çıkan yönleri bulunmaktadır. Örneğin Hayrullah Örs’ün Türkçe kaleme aldığı Musa ve Yahudilik isimli eserinde konular içeriden yani o dinin bir mensubu gözünden oldukça eleştirel bir şekilde ele alınmıştır. Prof. Dr. Fuat Aydın’ın Yahudilik Tarih, İnanç, İbadet Kültür isimli eseri dinler tarihi disiplini geleneği içinde kalmaya özen gösterilmiş tanıtıcı ve bilgilendirici bir eserdir. Yine Prof. Dr. Salime Leyla Gürkan’ın Yahudilik adlı eseri her iki din mensuplarının birbirlerini daha iyi tanımaları amacıyla yazılmış akademik ağırlığı hissedilen bir çalışma olmasıyla öne çıkmaktadır. Doç. Dr. Yasin Meral’in Yahudi Kaynakları Işığında Yahudilik isimli eserini öne çıkaran husus ise onun Müslüman bir yazar olarak konu üzerindeki vukufiyeti ve konuları birincil kaynaklardan yani membaından ve aracısız aktarmış olmasıdır. Yazar, bu alanda mutat hale gelmiş olan konuyu Batı kaynakları üzerinden ele alma yaklaşımından ziyade İbranice kaynakları sıklıkla ve öncelikli olarak kullanmış görünmektedir. Yazarın İbranice bilgisinin yetkinliği kavramsal alanda da kendini göstermiş, kaynaklara sadık kalabilmek ve tabirlerin teknik izini sürebilmek için terimleri Yahudi kaynaklarında geçtiği şekilde eserinde ayrıca belirtilmiştir. Öyle görülüyor ki yazar, hocası Prof. Dr. Baki Adam’ın Yahudi Kaynaklarına Göre Tevrat isimli eserinde uyguladığı metodu ilk önce spesifik alanlarda uygulamış, ardından da bu eseriyle bahsi geçen yöntemi Yahudiliğin bütün alanlarına genişleterek onun izinden gitmeyi sürdürmüştür. Yazarın bu müstakil eserinden önce doğrudan Yahudilikle ilgili kaleme aldığı makale ve araştırma notları da bu alandaki yetkinliğini göstermektedir.
|
Katarlara dair tarih yazımı her ne kadar XIII. yüzyılda başlamışsa dayoğunluk ve ivme kazanması ancak XIX. yüzyıldan sonraya tekabületmektedir. Katarların tarihindeki gizem zaman zaman ideolojik bakışaçılarına imkân vermiş ve bu yaklaşımlar süreç içerisinde birçok safhayaevrilmiştir. 1950’ler öncesi yapılan akademik çalışmalarda, KatarlarınManiheist kökenli olduğu ve bu öğretinin IX. yüzyılda Anadolu’daPavlikenler, X. yüzyılda ise Balkanlar'da Bogomiller üzerinden GüneyFransa ve Kuzey İtalya Katarlarına geldiği tezi savunulmaktadır. Ancak budüşüncenin artık terkedilmeye yüz tuttuğunu söylemek mümkündür.Günümüzde, Katarların tarihte hiç var olmayıp Katoliklerin icat ettiklerihayali bir düşman olabileceğini savunan “septik yaklaşım” ortayaçıkmıştır. Bununla beraber Katar tarihçilerinin “septikler” ve“gelenekselciler” olarak ikiye ayrıldığını da görmekteyiz. Bu makaleninamacı, “güncel” paradigma olarak adlandıracağımız, Maniheist kökenireddetmekle birlikte septik görüşü de birçok noktada eleştiren yeni birkategori teklif etmektir. Bu amaçla makale, konu etrafında gelişenliteratürde tartışılan bu iki kategorinin ne kadar yeterli olduğu meselesinitarihçilerin mutabık kaldıkları ve ayrıştıkları noktaları analiz edipyorumlayarak ortaya koymaya çalışacaktır.
|
Mukadder SİPAHİOĞLU
Mukadder SİPAHİOĞLU
Yalova Üniversitesi, İslami İlimler Fakültesi, Dinler Tarihi Anabilim Dalı öğretim üyesi olan Tolga Savaş Altınel'in doktora tezinin kitaplaşmış hali olan "İsrailoğulları’nın Kutsal Soyu: Kohenler" adlı eser, kohenliğin oluşumu, geçirdiği değişim ve dönüşümler, kohenlerin mücadeleleri, din adamı olarak görevleri ve krallık deneyimleri gibi konuların ele alındığı bir çalışmadır. Yahudi geleneği, Kitab-ı Mukaddes eleştirileri ve Kur’an'ın kaynak olarak kullanılmasıyla hazırlanan bu eser, gerek Kitab-ı Mukaddes eleştirisinin nasıl yapılacağı gerekse de Kur’an’ın nasıl kaynak olarak kullanılacağı noktasında örneklik teşkil eden çalışmalardandır. Bütüncül ve analitik bakış açısıyla hazırlanan eserde, kohenliğin Harun’la başlatılan ve tek bir kutsal soya dayanan homojen bir din adamı sınıfı olarak nasıl teşekkül ettirildiği ve bu doğrultuda onların Tanah metnine nasıl müdahalede bulundukları örnek pasajlar üzerinden açıklanmaya çalışılmıştır.
|
Şehir mimarisi, toplumların mekân ile kurduğu etkileşim süreçlerinin ve anlamsal bağların anlaşılması açısından önemlidir. Bu bağlamda ibadet yapıları, mimari form farklılıkları ile birer yapıt olarak göze çarparken, özdeşleştirildikleri kutsiyet metaforuyla da çevrelerinden farklılaşırlar. Ortaya çıkan farklılık durumu ise toplumsal hafıza içerisinde yerin algısını dönüştürür ve o yere dair yeni anlamlandırmaları mümkün kılar. Mabetlerin inşası, tarih boyunca şehirlerin ahlaki, sosyolojik, siyasal ve kültürel durumları ile ilişkilenerek ayrıcalıklı bir mimari eylem şeklinde karşımıza çıkar. Bu çalışmada mimari ve kutsal ilişkisi özelde Osmanlı’da Tanzimat ile başlayan politik değişim sürecinde gayrimüslim mabetleri bağlamında ele alınmaktadır. Kutsal bir mekân olarak mabet yapılarının şehirsel alt yapıdaki konumlanışı, mimari üslubu, tarihsel ve toplumsal bellek içerisindeki yerleri kültürel dönüşüm süreçleri ile irdelenmekte ve bu ilişkinin şehrin tarihsel hafızası üzerine katkısı tartışılmaktadır.
|
Hakan Olgun’un MilelNihal yayınlarından çıkan Hz. Musa’nın Muhalefeti: Horus’u Öldürmek adlı kitabı hem Dinler Tarihi hem de Tefsir araştırmacılarını bu alana yönlendiren çalışmalardan biri olarak yakın zamanda raflarda yerini aldı. Olgun’un kitabı giriş ve beş bölümden oluşmaktadır. Birinci bölümde ana hatlarıyla Mısır mitolojisine değinilmiş, ikinci bölümde Mısır’da İsrailoğullarının tarihçesi ele alınmıştır. Üçüncü bölümde İsrailoğullarının Mısır’dan çıkışı konu edilmiş, dördüncü bölümde ise Çıkış kıssasının anlamı üzerinde durulmuştur. Beşinci ve son bölümde ise Kur’an’daki tarihsel bağlam tartışılmıştır.
|
Kur’an’ın çok sayıdaki sure ve ayetinde, Hz. Muhammed’den önce gelenvahiylere, peygamberlere, onların mensuplarına, gelenekleri ve hattasöylencelerine farklı içeriklerle atıf yapıldığı görülmektedir. Bu makaledeKur’an’da sıklıkla doğrudan muhatap alınmış yahut davranışları veinançlarıyla konu edilmiş Medineli Yahudiler genel olarak ilgili ayetler vebu ayetlerin erken döneme (H. 1-2. yüzyıl) ait tefsir rivayetleri bağlamındadeskriptif bir yöntemle ele alınmıştır. Buna göre Medine Yahudilerine dairortaya çıkan tipolojiler üç grupta değerlendirilmiştir. Medine’de yaşayanYahudilerin kimlik ve geleneklerinin tespitinde tefsir rivayetlerininderlendiği eserlerin yanı sıra tarih eserleri ve son dönem tarihçalışmalarından istifade edilmiştir. Ayrıca Kur’an’ın Tevrat’a, Yahudilerinellerinde bulunan kitap(lar)a ve onların geleneğine yönelik atıfları ile erkendönem rivayetlerindeki Tevrat referanslı anlatımların bir kısmı Tanah,Mişna ve Talmud gibi Rabbânî literatürde tespit edilmiştir.
|
Bu çalışma, Buharalı Hanefî ve Mâtürîdî âlimi olan Nûreddîn esSâbûnî’nin (ö. 580/1184), el-Kifâye ve onun özeti mahiyetinde el-Bidâyeadlı eserlerinden istifade edilerek oluşturulmuştur. Çalışmanın odaknoktasını, insanın eylemlerini gerçekleştirirken özgür ve sorumlu olduğudüşüncesi oluşturmaktadır. Çalışmada dolaylı olarak cevabı aranan soru iseşer/çirkin olarak bilinen eylemlerin failinin kim olduğudur. Mu‘tezile,insanın eylemlerini yaparken özgür ve sorumlu olduğunu göstermekamacıyla onu fiillerinin yaratıcısı kabul etmiştir. Dolayısıyla onlara göreşerrin yaratıcısı da insan olmaktadır. Ehl-i sünnet, hayrın da şerrin deyaratıcısının Allah olduğunu söyleyerek buna karşı çıkmıştır. Genel SünnîMâtürîdî çizgiyi takip eden Sâbûnî, yaratmayı (halk) Allah’a kesbi deinsana atfederek, bir yandan insanın eylemlerinde asla Allah’tan müstağnikalamayacağını, diğer yandan da özgür ve sorumlu olduğunutemellendirmeye çalışmıştır. O, Eş’arîyye’den farklı olarak söz konusukesbin hakiki fiil niteliğinde olduğunu belirtmiştir. Sâbûnî söz konusutemellendirmeyi gerçekleştirmek üzere, insana kesbini gerçekleştirirkengerekli olan kudretin özelliklerinden hareket etmiş ve kudretin fille beraberolması, süreksiz/devamsız olması ve iki zıt şeye elverişli olması gerektiğinibelirtmiştir.
|