İngiltere’de ampirizm, feodalizmden kapitalizme geçiş sürecinde doğa bilimleri ve felsefede yeni bir epistemolojik anlayış ve yöntem olarak ortaya çıkmıştır. Ampiristlere göre insanın sahip olduğu bütün bilgi duyumsal algılamadan kaynaklanmaktadır. Gözlem ve deneyime dayanmayan doğuştan hiçbir bilgi yoktur. Onlar bilginin edinilmesinde algılayan ve deneyimleyen özneyi merkezileştirerek felsefeyi dünyevileştirme eğilimindedirler. Kapitalizmin gelişimine koşut olarak bu dünyevileşme, burjuvazinin ekonomi politik ve hukuki ideolojisinin temellerini biçimlendirmiştir. Üretim kapasitesinin ve verimliliğin artırılması için yeni tekniklerin kullanılması zorunluluğu bilimsel araştırmaları teşvik etmiştir. Ampirizm bu aşamada deney ve gözleme verdiği önem ile bilimsel bir metodoloji olarak ön plana çıkmıştır. Aynı dönemde İngiltere’de ampirizm, felsefinin de bir konusu haline gelmiştir. Epistemolojik bir hüviyet kazanan felsefi ampirizm bilginin kaynağı, nasıl edinildiği, sınırları ve insanın bilme kapasitesi gibi sorunlarla ilgilenmiştir. Bu çalışmada ampirizmin ortaya çıkışı ve gelişimi öncelikle doğa bilimlerinin bir yöntemi olarak benimsenmesi ekseninde ele alınacaktır. Ardından ampirist felsefe Bacon, Hobbes, Locke, Berkeley ve Hume gibi en önemli temsilcilerinin epistemolojik görüşleri çerçevesinde değerlendirilecektir. 16. yüzyıldan 18. yüzyıla uzanan süreçte, ampirist filozofların epistemolojik yaklaşımlarındaki değişimler İngiliz ekonomi politik ve hukuki düzenindeki dönüşümler göz önüne alınarak ayrıntılı bir biçimde incelenecektir.
|
Paye hukuk devleti ve olağanüstü hal dönemleri arasındaki ilişkiyi hukuksal, siyasal, ekonomik ve yönetsel düzlemde olay ve olgulara dayalı olarak irdeleyerek hukuk devletinin geleceği hakkında düşündürmeyi başarmıştır. Ayrıca hukuk devletinin temel ilkelerindeki dönüşümlerin bireysel yaşantımızda nelerin değişimine yol açacağının da ilk izlerini göstermiştir. Dijitalleşmenin sunduğu imkânların yanında neoliberalizm temel kavramlarından biri olan yönetişim aracılığıyla toplum yönetimdeki aktörlerin farklılaşması, hukuk devleti üzerine tartışmaların zaman içerisinde yoğunlaşmasına neden olacaktır. Paye’nin bu kitabı siyasal sistem analizinden, ekonomik düzene, hukuksal yapıdan, güvenlik politikalarına geniş bir çerçevede bu tartışmaların zemini oluşturulma niteliğini taşıdığı için alanında önemlidir.
|
Vesayet, velayet altında bulunmayan küçük ve kısıtlıların ihtiyaç duydukları yardımı onlara sağlama ve bunların malvarlıksal ve kişisel yönden korunmalarını temin etme amacıyla yaratılmış hukukî bir kurumdur. Vesayet altına alınmış olan kişinin malvarlığının yönetilmesi de vesayet kurumu vasıtasıyla yerine getirilmesi istenen önemli fonksiyonlardan birini oluşturmaktadır. Bununla ilgili olarak, Türk Medenî Kanunu gerek vasiye gerekse vesayet makamına, malvarlığına ilişkin defter tutma, değerli eşyayı güvenli bir yerde saklama, taşınır ve taşınmazların satışında belirli kurallara uyma, paraları değerlendirme, ticarî ve sınaî işletmeleri yönetme, rapor ve hesapları denetleme, vesayetin sona ermesi halinde malvarlığını teslim etme gibi belirli yükümlülükler yüklemiştir. Çalışmamızda, vesayet altındaki kişinin malvarlığının yönetimine ilişkin genel esasların ortaya konulması ile vesayet altındaki kişinin malvarlığının yönetimi konusunda vasi ile vesayet makamına verilmiş olan yükümlülüklerin kapsamının belirlenmesi amaçlanmaktadır.
|
Yapay zeka alanındaki gelişmelerin anonim ortaklıklar üzerinde etkileri olması kaçınılmazdır. Bu teknolojiler, ortaklıkların kurumsal yönetimine katkı yaptığı oranda kabul görecektir. Kurumsal yönetimin inceleme konusu yaptığı en temel sorun, ortaklık yöneticileriyle pay sahipleri arasındaki çıkar çatışmalarıdır. Söz konusu çıkar çatışmalarının en temel sebebi yöneticilerin kişisel çıkarları doğrultusunda karar alma eğiliminde olmasıdır. Buna karşın yapay zeka insani zaaflardan aridir. Bu bağlamda yapay zeka, insandan farklı olarak önyargısızdır. Bu açıdan, karar alma sürecinde yapay zekadan yararlanılması; yöneticilerle pay sahipleri arasındaki menfaat çatışmalarının azaltılmasına yardımcı olarak, ortaklıkta kurumsal yönetimin güçlenmesine katkı sağlayabilir. Yapay zeka farklı parametreleri değerlendirerek, büyük veriyi kısa sürede analiz edip tahmin yapabilir. Bu özellikler, onu üst düzey yöneticilerin seçiminde doğru adayların tespit edilmesi bakımından etkili bir araç haline getirmektedir. Yapay zekanın kullanımında yapay zeka servis sağlayıcılarından hizmet almak risklidir. Bu nedenle ortaklık, yapay zeka altyapısını kurmalıdır. Bu bağlamda, ortaklıkta organizasyonel değişikliklere gidilmesi gerekir. Zira ancak işletme organizasyonunun bir parçası haline gelen yapay zeka ortaklık stratejisine uyum sağlayabilir.
|
Bu çalışma, Carl Schmitt’in ‘olağanüstü hal’ ve Giorgio Agamben’in ‘istisna hali’ kavramsallaştırmalarını, sırası ile, her iki düşünürün kuramı içerisinde ele almayı ve ortak izlekler üzerinden irdelemeyi amaçlamaktadır. Bu bakımdan çalışmanın ilk bölümü Schmitt’in ‘olağanüstü hal’ kavramını, ikinci bölümü ise Agamben’in ‘istisna hali’ kavramını egemenlikle olan içkin bağlantısı, siyasallık niteliği ve hukuk ile kurduğu içsellik-dışsallık ilişkisi üzerinden incelemektedir. Çalışmanın bütününde karşılaştımalı olarak ele alındığı üzere, ‘olağanüstü hal’ ve ‘istisna hali’, her iki düşünürün kuramı içerisinde, egemenlikle içkin bir bağlantıyı ve siyasal niteliği haiz olup, hukukun askıda olduğu bir uzamı betimlemelerine karşın hukuka dışsal olarak tasavvur edilmemiştir. Schmitt’in ve Agamben’in kavramları doğrultusunda ortaya çıkan temel farkın ise, ‘olağanüstü hal’den veya ‘istisna hali’nden ‘olağan-durum’a geri dönüş hususunda ortaya çıktığı vurgulanmıştır.
|
Bekçiler adli ve idari kolluk faaliyetleri yürütebilen bir personel grubudur. Genel idari kolluk niteliği taşıyan bekçiler, yardımcı kolluk olarak da nitelenmektedir. Bekçilerin görev ve yetkileri, 7245 sayılı Çarşı ve Mahalle Bekçileri Kanunu’nun yürürlüğe girmesiyle farklı bir sistematikle yeniden düzenlenmiştir. Bu görev ve yetkiler, zaman yönünden bekçilerin çalışma saatleriyle sınırlı olarak verilmiştir. Yer yönünden ise –kural olarak– herhangi bir sınırlama bulunmadığını söylemek mümkündür. Bekçilerin görev ve yetkileri altı kategoride düzenlenmektedir. Halka yardım görevi sınırlayıcı kolluk yetkileri içermemektedir. Önleyici ve koruyucu görev ve yetkiler, bekçilerin idari kolluk faaliyetlerinden olup genel kolluğa bildirim ve belirli hâller karşısında tedbir alma yetkileri içerir. Bu yetkiler idari eylemde bulunma yetkileridir. Durdurma ve kimlik sorma yetkileri, idari ya da adli kolluk niteliği taşıyabilir ve zaman ve yer yönünden sınırlanmıştır. Adli görev ve yetkiler, bekçilerin adli kolluk faaliyeti niteliğindedir ve bu faaliyet ayrıca 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’na uygun yürütülmek zorundadır. Bekçilere zor ve silah kullanma yetkisi tanınmış olmakla birlikte, kullanılacak zorun özel normla belirlendiği hâller ve kişilere müdahale yetkisi içermeyen görevler yönünden bulunmamaktadır. Genel kolluk kuvvetlerine yardım görevi; bekçilere 7245 sayılı Kanun’da tanınmamış olsa da mevzuatın genel kolluk kuvvetlerine tanıdığı görevlerin ifasına yardım yükümlülüğü getirmektedir. Diğer yandan bu görev, bekçilerin kendilerine tanınmamış yetkileri kullanmalarına izin vermemektedir.
|
Teknolojinin hızlı ilerlemesi sonucu biyoteknoloji alanındaki baş döndürücü gelişmeler yaşanmaktadır. Bu gelişmeler, pek çok hukuki düzenlemeyi gerektirdiği gibi aynı zamanda da kamu düzeni ve ahlak kuralları ile ilgili tartışmalara da yol açmaktadır. Uzun yıllardır süren biyoteknolojik buluşun patentlenebilirliği sorunu, COVID 19 pandemisi ile birlikte daha da hararetli bir hale gelmiştir. COVID 19 pandemisinin dünya genelinde yarattığı yıkıcı sonuçlar üzerine acil aşı ve ilaç geliştirme çalışmalarına başlanmıştır. Yeni teknikler kullanılarak geliştirilen bu modern aşılar, biyoteknolojik buluşların bir sonucudur ve patent koruması altındadır. Gelişmekte olan veya az gelişmiş ülkelere aşının yeterli seviyede ulaştırılamaması, bu buluşa ilişkin patent korumasının kaldırılması talebine yol açmıştır. Fakat güvenilir bir aşının geliştirilmesi ve üretimi süreci son derece masraflıdır. Biyoteknolojik buluşlar yalnızca aşılar ile de sınırlı değildir, başlıca kullanım alanları; sağlık sektörü, tarım, hayvancılık ve gıda sanayidir. Biyoteknolojik buluşlar, canlı organizmaların oluşumu ve gelişimi ile ilgili olduğundan beraberinde pek çok etik endişeyi de taşımaktadır. Tüm bu tartışmalar, biyoteknolojik buluşların patentlenmesi şartlarının ve patentlenebilirliğin istisnalarının değerlendirilmesi gerekliliğini ortaya koymaktadır.
|
19 Kasım 2017 tarih ve 7039 sayılı Kanun’un 6’ıncı maddesi ile, Nüfus Hizmetleri Kanunu’nun 22’inci maddesine “il ve ilçe müftülükleri” ibaresi eklenmiştir. Böylece, bakanlığın il ve ilçe müftülüklerine evlendirme memurluğu yetkisi verebilmesine imkan tanınmıştır. Bu çalışma, söz konusu düzenlemenin anayasallığı sorununu inceler. Nüfus Hizmetleri Kanunu’nda yapılan değişiklikten sonra İç İşleri Bakanlığı, 28 Kasım 2017 tarihinde Evlendirme Yönetmeliği’nde değişiklik yapmıştır. Akabinde, Diyanet İşleri Başkanlığı, 1 Şubat 2018 tarihinde “Resmi Nikah Yetkisi Hakkında Genelge”yi yayımlamıştır. Bu Genelge’nin 6’ncı maddesinin 7’nci fıkrası, evlendirme işlemine başlamadan önce ve evlenme kütüğü imzalandıktan sonra bazı dini ritüellerin müftü tarafından yerine getirilmesi suretiyle evlendirme töreninin yapılacağını düzenlemektedir. Genelge’nin Türk Medeni Kanunu hükümlerine ve Anayasa’nın 174’üncü maddesine aykırı olduğu ileri sürülmüştür. Kanaatimizce, Diyanet İşleri Başkanlığının Resmi Nikaha ilişkin Genelgesi Türk Medeni Kanununa aykırı değildir. Müftülüklere evlendirme yetkisi verilebileceğine dair düzenlemeye karşı olanlar, söz konusu düzenlemenin, Anayasa’nın 2’nci maddesindeki laiklik ilkesine, 10’uncu maddesindeki eşitlik ilkesine, 24’üncü maddesindeki din ve vicdan hürriyetine, 90’ıncı ve 136’ncı madde hükümlerine ve medeni nikahı Anayasa’ya aykırılığı ileri sürülemeyecek inkılap kanunları arasında sayan 174’üncü maddeye aykırı olduğunu ileri sürmüştür. Nüfus Hizmetleri Kanunu’nda yapılan değişikliğine karşı Anayasa’ya aykırı olduğu gerekçesiyle açılan iptal davası, Anayasa Mahkemesinin 6 Aralık 2018 tarihli kararıyla oybirliği ile reddedilmiştir. Mahkeme, bu kararında pasif laiklik ilkesi kavrayışını devam ettirmiştir. Kanaatimizce de müftülüklere evlendirme yetkisi verilebilmesine dair kanuni düzenleme, 1982 Anayasası’na aykırı değildir.
|
Bu çalışma, Anayasa Mahkemesi’nin bireysel başvuru kararları kapsamında çocuğun mutat meskenine iadesi davalarına etki eden hususları incelemektedir. Bu bağlamda çalışma, 1980 Tarihli Uluslararası Çocuk Kaçırmanın Hukuki Veçhelerine Dair La Haye Sözleşmesi’nin konuya ilişkin hükümleri çerçevesinde Anayasa Mahkemesi’nin verdiği kararları değerlendirmekte, mahkemenin kararlarını çocuğun yüksek menfaati kriteri ekseninde ne şekilde tasarladığını ortaya koymaktadır. Mahkemeye göre, çocuğun yüksek menfaatini etkileyen iki temel durum, çocuğun fiziksel veya psikolojik saldırı mağduru olma olasılığının bulunup bulunmadığıdır. Çocuğa yönelik tehdit yüksek ise iade taleplerinin reddedilmesi, aile hayatına saygı gösterilmesini isteme hakkını ihlal etmemektedir. Buna karşın bu tür yargılamalar süratle sonuçlandırılmalı, verilen kararlar icra edilebilir olmalıdır. Aksi halde hem AİHM hem de AYM ilgili hakkın ihlal edildiği sonucuna varmaktadır. Fakat çalışma, AYM’nin bizzat kendisinin yargılamanın süresine ilişkin içtihadına uymadığını iddia etmektedir.
|
Doktriner hukuk bilimi, hukuk pratiğinin sorunlarıyla ilgilenir. Doktriner hukuk bilimi, hukukta meydana gelen gelişmeleri sistematik hale getirir, yorumlar, değerlendirir ve tartışır. Bu faaliyetler bir boşlukta gerçekleşmez: Bunlar, bilimsel bir gelenek ve teoriler içerisinde gömülü bir şekilde bulunur. Bu makale, hukuk araştırmalarında kullanılan teorik çerçevelerin rolünü tartışmakla birlikte, birbiriyle ilişkili iki amaca sahiptir. Birincisi, bu çalışma hukuk araştırmalarını anlamak ve yürütmek için faydalı olan teorik ve normatif çerçevelerle ilgili bazı pratik kavramsallaştırmalar ve kılavuzlar sağlamayı amaçlar. İkincisi, farklı türdeki normatif çerçeveler arasındaki ilişkileri ve bunların ampirik çalışmalarla olan ilişkilerini araştırmayı amaçlar. İkinci bölümde, normatif kuramlaştırma ve ampirik çalışma arasındaki etkileşimin pragmatist bir şekilde anlaşılması için bir tartışma gerçekleştirilmektedir. Peki, tüm bunlar hukukun mevcut durumu ile ilgili hususlarda nasıl birlikte hareket ederler?
|