Haluk ERAKSOY
Haluk ERAKSOY
|
Mehalene JAYARAM, Hideyuki NAGAO
Mehalene JAYARAM, Hideyuki NAGAO
Objective: The objective of this study is to describe the potato
dextrose agar (PDA) with rose-Bengal and chloramphenicol as
a new and simple medium (R-PDA chloramphenicol agar) to
facilitate the detection of black yeast, Exophiala dermatitidis
compared to ready-made conventional medium, namely rose-
Bengal chloramphenicol agar.
Methods: We prepared a new medium by adding chloramphenicol
and rose-Bengal to ready-made PDA.
Results: This medium proves better growth of the black yeast in
terms of increased colony size compared to commercial rose-
Bengal chloramphenicol agar. The increase in colony size aids
for distinguishing the slow growing black yeast from all the
other filamentous fungi.
Conclusions: Compared to traditional rose-Bengal chloramphenicol
agar, R-PDA chloramphenicol agar is superior to isolate
Exophiala dermatitidis among other fast growing filamentous
fungi which are present in the environment samples.
Klimik Dergisi 2018; 31(1): 11-5.
|
Amaç: Bu çalışmanın amacı, Staphylococcus aureus suşlarında
metisilin direncinin belirlenmesinde kullanılan çeşitli klasik
yöntemlerle genotipik bir yöntem olan mecA geni varlığının kıyaslanmasıdır.
Yöntemler: Çalışmaya çeşitli klinik örneklerden izole edilen 86
metisiline dirençli S. aureus (MRSA) ve 30 metisiline duyarlı S.
aureus (MSSA) suşu dahil edildi. Suşların metisilin dirençleri
oksasilin ve sefoksitin disk difüzyon testiyle belirlendi. Metisilin
direnci için MRSA kromojenik agarda kolonilerin üreyip
üremediklerine bakıldı. Polimeraz zincir reaksiyonuyla araştırılan
mecA geni varlığı altın standard test olarak kabul edildi
ve diğer sonuçların duyarlılık, özgüllük, pozitif prediktif değer
(PPD) ve negatif prediktif değer (NPD)’leri buna göre hesaplandı.
Bulgular: Duyarlılık, özgüllük, PPD ve NPD yüzdeleri sefoksitin
disk difüzyon testi için sırasıyla %98.7, %81.6, %91.7, %96.9;
oksasilin disk difüzyon testi için sırasıyla %100, %78.9, %90.7,
%100; MRSA kromojenik agar 24. saatlik değerlendirme için sırasıyla
%45.8, %63.2, %70.2, %38.0; 48. saatlik değerlendirme
için sırasıyla %51.4, %63.2, %72.5, %40.7 idi.
Sonuçlar: MRSA sorununun yüksek olduğu hastanelerde gerekli önlemlerin
alınabilmesi açısından mecA geninin araştırılması en doğru
sonuca ulaşmada önemlidir. Sefoksitin ve oksasilin disk difüzyon yöntemleri
sonuçları birbirine yakın bulunduğundan sefoksitin diski olmadığı
durumlarda oksasilinin de bir alternatif olabileceğini düşünmekteyiz.
MRSA saptanması için kromojenik agarın kullanılması durumunda
ihtiyatlı davranılması uygun olacaktır. Klimik Dergisi 2018; 31(1): 30-3.
|
Amaç: İnsan immün yetmezlik virusu (HIV) ile infekte hastalarda
ortak bulaşma yollarının olması nedeniyle hepatit B virusu
(HBV) ve hepatit C virusu (HCV) ile koinfeksiyon sık görülmektedir.
Bu çalışmanın amacı, HIV ile infekte olgularda HBV ve HCV
infeksiyonu sıklığının incelenmesidir.
Yöntemler: Sağlık Bilimleri Üniversitesi Kanuni Sultan Süleyman
Eğitim ve Araştırma Hastanesi’nde Ocak 2015-Mayıs 2017 tarihleri
arasında izlenen 68 HIV ile infekte olgu retrospektif olarak incelendi.
Bulgular: Yapılan çalışmada toplam 4 (%5.9) olguda HBV infeksiyonu,
3 (%4.4) olguda HCV infeksiyonu tespit edildi.
Sonuçlar: HIV ile infekte olgularda HBV ve HCV koinfeksiyonları
önemli bir sorundur. Tüm HIV hastaları, HBV ve HCV infeksiyonu
açısından taranmalıdır. Klimik Dergisi 2018; 31(1): 34-6.
|
Pınar KORKMAZ, Hasan NAZ, Canan NAZ, Onur TOKA
Pınar KORKMAZ, Hasan NAZ, Canan NAZ, Onur TOKA
Amaç: Evde sağlık hizmeti (ESH), hekimlerin önerileri doğrultusunda
hasta kişilere, aileleriyle yaşadıkları ortamda, tıbbi ihtiyaçlarını
karşılamak üzere sağlık bakımı ve takip hizmetlerinin rehabilitasyon,
fizyoterapi, psikolojik tedavi de dahil olmak üzere sağlık
ekibi tarafından sunulmasıdır. Çalışmamızda ESH birimi tarafından
takip edilen hastalarda gelişen infeksiyonların değerlendirilmesi
amaçlanmıştır.
Yöntemler: Ocak 2011 ve Ocak 2013 tarihleri arasında ESH birimi
tarafından takip edilen 361 hastaya ait hasta takip formları retrospektif
olarak değerlendirildi.
Bulgular: ESH birimi tarafından takip edilen hastaların 143
(%39.6)’ü erkek olup, yaş ortalaması 69.2±17.8 yıldı. Altta yatan
hastalıkları incelendiğinde, 201 (%55.7)’inde serebrovasküler hastalık,
187 (%51.8)’sinde iskemik kalp hastalığı, 165 (%45.7)’inde
hipertansiyon, 65 (%18)’inde diabetes mellitus, 67 (%18.6)’sinde
solid organ malignitesi mevcuttu. Hastaların 153 (%42.4)’ü yatağa
tam bağımlıydı. Elli üç (%14.7) hastada üriner kateter mevcuttu.
Elli iki (%14.4) hastada dekübitus ülseri bulunmaktaydı. Hastaların
18 (%5)’inde parenteral yolla, 13 (%3.6)’ünde nazogastrik
sondayla, 10 (%2.8)’unda jejunal yolla beslenme yapılmaktaydı.
Çalışma periyodu boyunca izlenen 361 hastanın 68 (18.8)’inde,
88 infeksiyon atağı geliştiği saptandı. Hastalarda üriner sistem
infeksiyonu (%41) ve alt solunum yolu infeksiyonu (%26) en sık
saptanan infeksiyon hastalıklarıydı.
Sonuçlar: Çalışmamızda ESH verilen hastalarda en sık görülen
infeksiyonlar, üriner sistem infeksiyonu ve alt solunum yolu infeksiyonudur.
Yatağa tam bağımlı olma, ESH alan hastalarda infeksiyon
gelişimi açısından risk faktörü olarak tespit edilmiştir.
Klimik Dergisi 2018; 31(1): 41-5.
|
Amaç: Bu çalışmada, hastanemizin yoğun bakım ünite
(YBÜ)'lerinde, mekanik ventilasyon uygulanan hastalardan
alınan endotrakeal aspirat (ETA) örneklerinde üretilen mikroorganizmaların
dağılımı ve antibiyotik direnç oranlarının belirlenmesi
amaçlanmıştır.
Yöntemler: Ocak 2016-Ocak 2017 tarihleri arasında YBÜ hastalarının
ETA kültürü sonuçları geriye dönük olarak değerlendirilmiştir.
ETA kültürlerinden üreyen mikroorganizmalar konvansiyonel
yöntemler ve gerektiğinde VITEK® 2 (bioMérieux, Marcy
l’Etoile, Fransa) otomatize sistemiyle tanımlandı. Bakterilerin
antibiyotik duyarlılığı Clinical and Laboratory Standards Institute
önerileri doğrultusunda araştırıldı.
Bulgular: Bir yıllık periyodda 1470 ETA örneği incelenmiş ve bunların
620’sinde üreme saptanmıştır. Örneklerin 307 (%49.5)’sinde
Acinetobacter baumannii, 127 (%20.5)’sinde Pseudomonas aeruginosa,
101 (%16.3)’inde Klebsiella spp., 23 (%3.7)’ünde koagülaz-
negatif stafilokoklar, 13 (%2.1)’ünde Staphylococcus aureus, 23
(%3.7)’ünde Serratia marcescens, 15 (%2.4)’inde Escherichia coli,
3 (%0.5)’ünde Enterobacter spp., 1 (%0.2)’inde Stenotrophomonas
maltophilia, 1 (%0.2)’inde Sphingomonas sp. ve 6 (%1)’sında
Candida spp. saptanmıştır. Gram-negatif suşlardaki yüksek imipenem
direnci dikkat çekmektedir. İmipenem direnci A. baumannii’de
%97.7, S. marcescens’te %78.3, P. aeruginosa’da %70.9 saptanmıştır.
A. baumannii, P. aeruginosa, Klebsiella spp., S. marcescens suşlarında
sırasıyla %2.9, %2.4, %5 ve %4.3 oranında kolistin direnci de
saptanmıştır. Koagülaz-negatif stafilokoklarda ve S. aureus’ta metisilin
direnci sırasıyla %86.4 ve %100 olarak bulunmuştur. Sonuçlar: YBÜ’de uygun ampirik tedavi yaklaşımlarının planlanması
açısından, ventilatörle ilişkili pnömoni etkeni mikroorganizmalar
ve antibiyotik duyarlılıkları düzenli olarak analiz
edilmelidir. Panrezistan şuşlar ve artan direnç oranları göz önüne
alındığında, infeksiyon kontrol önlemlerine harfiyen uyulması
ve doğru infeksiyon kontrol stratejilerinin geliştirilmesi,
YBÜ infeksiyonlarının önlenmesinde önemlidir.
Klimik Dergisi 2018; 31(1): 56-60.
|
Burcu DENİZ YAYLA, Birsen MUTLU, Ayfer GEDUK
Burcu DENİZ YAYLA, Birsen MUTLU, Ayfer GEDUK
Trichosporon türleri, çoğunlukla yüzeyel deri infeksiyonlarına
sebep olurlarken, özellikle hematolojik maligniteleri ve solid
organ tümörleri olan veya transplant alıcısı immünosüprese
hastalarda fırsatçı bir invazif infeksiyon ajanı da olabilirler.
Trikosporonozlu hastaların tedavisi, kullanılan antifungal ajanlar
hakkında etkene yönelik sınırlı veri nedeniyle sorun teşkil
etmektedir. Bu yazıda hastanemizin inşaat ve yenileme döneminde
izlenen, hematolojik malignite zemininde gelişen invazif
trikosporonoz tanılı iki hastanın kombine antifungal tedavi
yanıtları sunulmuştur.
Klimik Dergisi 2018; 31(1): 67-70.
|
Tularemi, dünyada en sık olarak infekte hayvanlarla ve keneyle
temas sonucu bulaşırken, ülkemizde ana bulaşma yolu doğal
kaynak sularının tüketimidir. Bu nedenle bakterinin oral mukozadan
girmesiyle oluşan orofaringeal tularemi formu ülkemizde
daha sık görülür; ülseroglandüler formla nadiren karşılaşılmaktadır.
Bu yazımızda, Bursa ilinde, eline diken batması sonucu
aksiller ve epitroklear lenfadenopati gelişen bir ülseroglandüler
tularemi olgusu sunulmuştur.
Klimik Dergisi 2018; 31(1): 71-3.
|
Haluk ERAKSOY
Haluk ERAKSOY
|
Hastane kökenli patojenler başta olmak üzere, mikroorganizmalarda
görülen çoklu antibiyotik direnci halk sağlığı için ciddi
bir tehdit oluşturmaktadır. Bilim insanları, artan antibiyotik direnci
gelişimine radikal bir çözüm getiremezken, uygun klinik
durumlarda tedavi alternatifleri arayışı hızla devam etmektedir.
Bakteriyofaj (faj) terapisi 1920-1950 yılları arasında oldukça
popüler olmasına rağmen, çeşitli sebeplerle dünyanın büyük
bir kısmında terk edilen ve bugün tekrar hatırlanan bir yöntem
olarak alternatif terapilerin başında yer almaktadır. İnfeksiyon
hastalıkları ve klinik mikrobiyoloji alanındaki bu yeniden keşif
sürecinde, faj terapisinin ilginç tarihi, terk edilme sebepleri,
antibiyotiklere göre üstünlükleri/zayıflıkları ve yeniden klinik
kullanıma girmesiyle ilgili kaygılar hakkındaki bilgilerin gözden
geçirilmesi önem taşımaktadır.
Klimik Dergisi. 2018; 31(2): 78-87.
|