22.320 sonuç

Tarama Sonuç Kümeleri
Tümünü Listeye Ekle
Türkiye ve Güney Kore, kültür, dil, eğitim sistemi vb. açılardan büyük farklılıklara sahip iki ülkedir. Bu nedenle, bu uluslararası işbirliği projesi, bu iki ülkedeki öğrencilerin matematiksel modelleme yeterlilikleri ve matematik değerleri arasındaki benzerlikleri ve farklılıklarını belirlemeyi amaçlamaktadır. Genel olarak değerler ise matematik değerleri özelde sosyo-kültürel ve konatif değişkenlerdir. Matematiksel modelleme yeterlikleri ise sosyo-kültürel ve konatif değişkenlerden etkilendiği söylenebilir. Bu bağlamda bu çalışmada sıralı açıklayıcı karma yöntem kullanılmıştır. Bu yöntemin ilk aşaması uluslararası nicel verilerin toplanmasını ve analizini, ikinci aşaması ise nitel verilerin bu niceliksel verilerin analizine uygun olarak yorumlanmasını içermektedir. Bu bağlamda çalışmada, nicel veriler için tabakalı örnekleme ve kolay ulaşılabilir örnekleme, nitel veriler için ise teorik örnekleme kullanılmıştır. Güney Koreli 5. ve 9. sınıfların uluslararası değerlendirmeleriyle (PISA) aynı doğrultuda Türkiye'deki 5. ve 9. sınıflarda Güney Koreli öğreniciler anma anlamlı olarak farklılaşmıştır. Ek olarak, ülkelerin kendi içerisinde 5. ve 9. sınıflar arası matematiksel modelleme yeterlikleri karşılaştırıldığında ise Türkiye?deki öğrencilerin matematiksel modelleme yeterlikleri puanlarının hemen hemen aynı kaldığı görülmekteyken Güney Kore?deki öğrencilerde ise 9. sınıflarda bir düşüş yaşanmaktadır. Ancak bu düşüş anlamlı bir farklılığı yansıtmamaktadır. Matematik eğitimi değerleri anlamında BİT değeri haricinde Güney Koreli 5. ve 9. sınıf öğrencileri Türkiye?deki 5. ve 9. sınıf öğrencilerine göre Güney Koreli öğrenciler lehine istatistiksel olarak anlamlı olarak farklılaşmaktadır. Bu bağlamda Türkiye?deki öğrencilerin matematik derslerinin günlük hayatla daha fazla ilişkilendirilmesini ve daha fazla pratik yapılmasını ve geri dönüt almayı bekledikleri söylenebilir. Bu sonuçlardan dolayı farklı kültürlerdeki öğrencilerin matematiksel modelleme yeterliklerindeki bu farklılıkları konatif bir değişken olarak matematik eğitimi değerleri ile birlikte ele alındığında, bu farklılıkların altında yatan bir nedenin diğer matematik eğitimi değerlerine göre matematiğin günlük hayatla ilişkili olmasını ifade eden uygunluk matematik eğitimi değeri olduğu söylenebilir. Bu bağlamda eğitim politikalarına yön verenlerin, müfredat yapıcıların ve öğretmenlerin vb., eğitim ve öğretim politikalarını ve planlarını, matematik derslerini günlük hayatla daha fazla ilişkilendirerek hazırlamaları ve düzenlemeleri gerektiği önerilebilir.
Kütle spektrometresi ve antikor tabanlı dizileme teknolojilerinin tek-hücre düzeyinde kullanılması, tek-hücre proteomik veri kümelerinin artmasını sağlamıştır. Bu veri kümelerini bütünleştirmek, dizilenen moleküllerin azlığı nedeniyle sıklıkla ortaya çıkan toplu etkiyi ortadan kaldırmak için çok önemlidir. Yüksek boyutlu tek-hücre transkriptomik veri kümelerini yatay bütünleştirmeye yönelik geliştirilen yöntemler tek-hücre proteomik veri kümelerine de uygulanabilmesine karşın, düşük boyutlu proteomik veri kümeleri için özel olarak tasarlanmış bir yaklaşım bütünleştirme işlemini geliştirebilmektedir. Bu projede, antikor tabanlı tek-hücre proteomik veri kümelerinin yatay bütünleştirilmesi amacıyla SCPRO-HI algoritması geliştirilmiştir. Bu yöntem farklı veri kümelerindeki benzer hücreleri eşleştirirken hücre kümeleri için ayırt edici proteinlerin benzerliğine dayalı hiyerarşik bir hücre eşleştirme tekniği önermektedir. Özgün bir varyasyonel otomatik kodlayıcı model kullanılarak protein bollukları daha düşük boyutlu yeni bir uzaya taşımadan üzerlerindeki toplu etkilerden arındırılmaktadır. SCPRO-HI algoritmasının performansı, sentetik ve gerçek dünya tek-hücre proteomik veri kümeleri kullanılarak test edilmiştir. Elde edilen bulgulara göre, geliştirilen algoritmanın yüksek performanslı rakip yöntemlerden daha iyi başarım göstermiştir. Deneysel sonuçlar geliştirilen yöntemin rakiplerinden %75 daha yüksek siluet skoru elde ederken önemli proteinlerin mevcudiyetini %13 daha iyi koruduğunu göstermektedir. Ayrıca, algoritma transkriptomik veri kümelerini ve kütle spektrometresi tabanlı proteomik veri kümelerini bütünleştirmede rekabetçi performans göstererek yüksek boyutlu veri kümelerini bütünleştirmede de kullanılabileceğini göstermiştir.
Çizimler insanların fikirlerini, tasarımlarını ve konseptlerini görsel olarak aktarmaları için hızlı ve etkili bir araçtır. Teknolojinin ilerlemesinin bir sonucu olarak dokunmatik ekranların kullanımı artmıştır ve çizimler hayatımızda her geçen gün daha etkin bir rol oynamaktadır. Bu nedenle çizimlerin tanınması ve analizi gerekli bir çalışma konusu haline gelmiştir. Günlük hayattaki çizimler az ayrıntı içeren düşük kaliteli bir yapıya sahiptir. Bu çizimler bulunduğu çevreye göre anlam kazanır. Fakat çizim alanındaki temel çalışmalar, çizim objelerinin tek başına tanınabilirliği üzerine kuruludur ve literatürdeki veri setleri de ya tekil çizim objeleri içermektedir ya da günlük hayatta oluşturduğumuz çizimlerin özelliklerini yeteri kadar taşımamaktadır. Projemizde, bu problemleri temel alan çözümler önerilmiştir. Projemizin ilk amacı çizimlerin çok-çağrışımlı özelliğini ön plana çıkaran bir yaklaşım sunmaktır. Bu amaçla toplanan SketchNet veri setimiz literatürdeki çizim veri setlerine gündelik hayattaki çizim davranışlarını daha iyi temsil eden bir veri setini kazandırmıştır. Böylelikle çizimlerin farklı şartlarda ne çağrıştırdığını da sorgulayan bir yaklaşım getirilmiştir. Projemizin ikinci amacı sahne içerisinde yer alan çizim nesnelerinin bir arada değerlendirilerek tanındığı bir yapı ortaya koymaktır. Bu amaç doğrultusunda, çizim bölütleme ve tanıma yapay zeka modelleri geliştirilmiştir. Hedefimiz, sahne nesne çizimlerinin tanınmasında harici yazılı ve görsel bilgi kaynaklarının da kullanılması ile daha iyi bir tanıma yapmaktır. Bu amaç doğrultusunda, üç aşamadan oluşan bir yapay zeka yapısı tasarlanmıştır. İlk aşamada, sahnede bulunan nesne çizimlerini bölütleme algoritması çalışmaktadır. Bu algoritmanın amacı, sahnedeki her bir nesnenin vuruşlarına göre ayırt edilmesidir. İkinci aşamada, projemizin bir ana çıktısı olarak toplanan SketchNet veri setinden yararlanılarak sahnedeki her bir nesne için anlam listeleri oluşturulmuştur. Üçüncü aşamada ise sahnedeki nesnelerin konum, boyut ve nesne özellikleri kullanılarak mekansal özelliklerin nesne tanımadaki katkısını öne çıkartmak hedeflenmiştir. Bu çalışma, sahne çizim tanıma alanında hem yazılı hem görsel bilgiyi işleyerek nesnelerin mekansal özelliklerinden yararlanan ilk çalışma olması açısından literatürde önem arz etmektedir.
Modern koruma röleleri, akıllı şebeke işleyişini optimize etmede temel bileşenler olarak hizmet eder. Birçok besleyici ve enerji kaynağını entegre etmek, çift yönlü enerji akışını etkili bir şekilde yönetmek için verimli bir strateji gerektirir. Mevcut modern koruma röleleri, arıza çözme işlemini etkili bir şekilde koordine etme konusunda sınırlamalarla karşı karşıyadır, bu nedenle uyarlanabilir bir koruma rölesine ihtihaç duyulmaktadır. Bu proje'nin temel amacı, çift yönlü enerji akışının karmaşık teknik zorluklarını ele almak için çoklu ajan sistemine (MAS) dayalı bir adaptif koruma rölesi formüle etmek, tasarlamak, geliştirmek ve doğrulamaktır. Geliştirilen röle ayrıca elektrik alt istasyonundaki kaynakların veya yüklerin eklenmesi veya çıkarılması nedeniyle ağ yapılandırma değişiklikleri için otomatik yeniden yapılandırma özelliğine sahiptir.
Bitkisel üretimde yaygın olarak kullanılan katı fosforlu kimyasal gübreler ile toprağa uygulanan fosforun toprak özelliklerine, gübre özelliklerine, gübrenin uygulama zamanı ve şekli gibi faktörlere bağlı olarak hareketinin kısıtlı olması ve yarayışlı olmayan fraksiyonlara dönüşümü gibi nedenlerle önemli düzeyde kayıpların olduğu bilinmektedir. Fosfor kaynaklarının sınırlı olduğu düşünüldüğünde fosforlu gübrelerin etkin bir şekilde kullanılması, meydana gelen kayıpların azaltılması ve bitkilerin alım etkinliğinin arttırılması oldukça önemlidir. Bu nedenle çalışmamızda kireçli ve bazik reaksiyonlu bir toprağa, farklı fosforlu gübre (birincil ortofosfat formda fosfor içeren katı ve sıvı MAP, ikincil ortofosfat formunda fosfor içeren katı ve sıvı DAP, polifosfat formunda fosfor içeren APP) uygulamalarının fosforun toprakta hareketliliği, toprağın 0-5 cm, 5-10 cm, 10-15 cm ve 15-20 cm derinliklerindeki toprak çözelti P içeriği, uygulamaların toprağın farklı derinliklerindeki (0-5 cm ve 5-20 cm) alınabilir P içeriğine, fosfor fraksiyonlarına (labil-P, Fe bağlı-P, Ca bağlı-P, toplam-P ve organik-P) dönüşümü ve fosfor fraksiyonlarının dağılımlarına etkilerinin belirlenmesi amaçlanmıştır. Bu amaçla bitkisiz ve bitkili olmak üzere 2 deneme kurulup yürütülmüştür. Çalışma sonucunda, katı fosforlu gübre (katı MAP ve katı DAP) uygulamaları yerine sıvı fosforlu gübre (sıvı MAP, sıvı DAP ve APP) uygulamalarının toprakta fosforun hareketliliğini artırdığı belirlenmiştir. Ayrıca bitkiye yarayışlı P, labil-P fraksiyon içeriği, topraktaki fosforun hareketi ve fosfor agronomik ve geri alım etkinlikleri en yüksek polifosfat formunda fosfor içeren APP uygulaması ile belirlenmiştir. Sonuç olarak, bitkisel yetiştiricilikte verim ve kalitenin artırılması yanında fosfor fiksasyonun azaltılmasında, kireçli ve alkalin reaksiyonlu topraklarda öncelikle polifosfat ya da birincil ortofosfat (H2PO4-) iyonu şeklinde fosfor içeren sıvı gübrelerin kullanılmasını önerebiliriz.
Bu proje çalışmasında oksijen transfer verimini arttırmak ve aşırı biyofilm gelişimini önlemek amacıyla farklı oranlarda katılan nano boyutlu sıfır değerlikli demir ile gaz transfer membranları üretilmiş ve membran biyofilm reaktörlerinde kullanılmıştır. Proje kapsamında bir adet nZVI katkısız ve 3 adet ağırlıkça farklı oranlarda (%0.25, %0.5, %0.75) nZVI katkılı gaz transfer membranlarını içeren toplamda 4 adet laboratuvar ölçekli membran biyofilm reaktörler eş zamanlı KOİ ve amonyum oksidasyon performanslarının ve biyofilm kalınlıklarının değerlendirilmesi amacıyla farklı hidrolik bekleme süresi ve oksijen gaz basıncı altında çalıştırılmıştır. Aynı zamanda üretilen membranların fiziko-kimyasal özellikleri belirlenmiştir. nZVI katkısı ile gaz transfer membran yapısında düzensiz yapılar ve makro boşluklar oluşmuştur. Membranda nZVI katkısı arttıkça membran yüzey hidrofilikliği ve porozitede bir artış gözlenirken oksijen transfer verimi ve malzeme sertliğinde bir azalma meydana gelmiştir. Aynı zamanda nZVI ilavesi anti-bakteriyel bir etki sergilememiştir. Yaklaşık 90 gün boyunca 8 farklı periyot ile işletimde olan membran biyofilm reaktörler arasında KOİ giderim verimi açısından belirgin bir fark tespit edilmemiş ve KOİ giderim verimi %70 ile 95 aralığında belirlenmiştir. Amonyum oksidasyon veriminin nZVI katkısından ziyade membran biyofilm reaktörlerdeki işletimsel parametrelerden (hidrolik bekleme süresi, oksijen gaz basıncı) çok daha fazla etkilendiği ve amonyum giderme veriminin %91?den yaklaşık %20?lere kadar düştüğü tespit edilmiştir. Tüm işletme periyotlarının sonunda reaktörlerdeki biyofilm kalınlıkları yaklaşık 700 µm olarak belirlenmiş sadece bir reaktörde 100 µm?lik biyofilm kalınlığında bir azalma gözlenmiştir. Tüm bu sonuçlardan nZVI katkısının beklenilenin aksine anti-bakteriyel bir etki sergilemediği ve gaz transfer membranların önemli bir özelliği olan gaz transfer verimini azalttığı sonucuna varılmıştır.
Antarktika, benzersiz pek çok özelliğe sahip bir kıta olup, dünya kıtaları arasında Avusturalya?dan %80 daha büyük olmasıyla altıncı en büyük kıta olma özelliğini taşır. Aynı zamanda yıllık yağış miktarının sadece ~3 mm/yıl olması nedeniyle en kurak kıta olarak bilinir ve sıcaklıkların -60 °C'ye kadar düştüğü dünyanın en soğuk yerlerinden biridir. Antarktika, kıtalar arasında ortalama yükseklik bakımından da zirvededir, 2300 metrelik bir ortalama yüksekliğe sahiptir ve en yüksek noktası, 4892 metrelik yüksekliğiyle Vinson Dağı'dır. Bu benzersiz koşullar, düşük nem, uzun karanlık geceler ve sert soğukla birleşerek astronomi için uygun bir ortam sağlar, bu da Antarktika'yı astronomi için kapsamlı araştırmaların yapılabileceği değerli bir yer haline getirir. Bu kıta üzerinde bir dizi önemli astronomi konulu araştırma projesi yürütülmüş veya hala devam etmektedir. Bu projeler arasında JACEE, BOOMERanG, IceCube, 10 Metre Güney Kutbu Teleskobu ve MITO gibi önemli çalışmalar bulunmaktadır. Bu çalışma, Antarktika'da astronomi kapsamlı araştırmalar için uygun yerlerin tespiti amacıyla astro-meteorolojik ve yükseklik verilerini içeren bir analiz sunmaktadır. Bu analiz, çeşitli senaryoları kapsayacak şekilde tasarlanmış ve Coğrafi Bilgi Sistemleri (CBS) kullanılarak gerçekleştirilmiştir. Bu araştırma, Antarktika'da astronomi için saha seçimi konusunda CBS tabanlı bir yaklaşımın uygulandığı ilk çalışmalardan birini temsil etmektedir. Çalışmada kullanılan yöntem, Çok Kriterli Karar Analizi (MCDA) olarak adlandırılan ve yüksek mekânsal çözünürlüğe (1 km) sahip güncel uydu ve model verilerinin yanı sıra en az 20 yıl süreli zaman serilerini kullanarak geliştirilmiştir. Bu yaklaşım, Antarktika'daki Astronomi Sitelerinin Uygunluk İndeksi (SIASA) adı verilen bir indeks oluşturulmasını sağlamıştır. SIASA, farklı senaryoları (optik ve kızılötesi bölgede çalışabilecek teleskoplar için uygun) hesaba katan ve farklı katmanlara ağırlık veren bir indeks olarak geliştirilmiştir. Araştırma sonucunda elde ettiğimiz sonuçlar aşağıda sunulmuştur. Antarktika, Dünya üzerindeki en açık gökyüzü değerlerine (340 gün) sahiptir. Yoğuşablir su buharı miktarı değerleri, dünyanın geri kalanından daha kuru (0.09 mm'ye kadar) olduğunu göstermektedir. Ortalama 2.300 metre yüksekliği ile Dünya üzerindeki en yüksek kıta olma özelliğine sahiptir. Rüzgâr profili Antarktika'nın istikrarlı atmosferini göstermektedir. Yaz aylarında PWV'deki artış gibi klasik mevsimsel meteorolojik değişiklikler Antarktika'da da gözlemlenmektedir. Astro-meteorolojik parametrelerin uzun vadeli eğilimleri araştırma istasyonlarında incelenmiş ve uzun vadeli etkiler gözlenmiştir. Çalışmamızda astro-meteorolojik parametrelerin korelasyonları da araştırma istasyonları için incelenmiş ve CC-DEM, DEM-PWV ve HVW-PWV katmanları arasında güçlü korelasyonlar bulunmuştur. SIASA serilerinin sonuçları incelendiğinde astronomi için uygun alanlar belirlenmiştir. SIASA serileri genel olarak birbirlerine yakın sonuçlar sunmaktadır. Bu alanlar Dome F'nin 800 km kuzeybatısında (12.26oE ve 74.71oS) başlar ve Dome C'ye kadar devam eder. Bu bölgede bulunan istasyonların almış olduğu uygunluk değerleri diğer istasyonlara göre daha yüksektir. Antarktika'da, Trans-Atlantik Dağları'nın doğu ve iç kısımları astronomi için elverişlidir. Buna karşılık, Antarktika'nın kıyı bölgeleri astronomi için uygun değildir. Dome A, Ridge A ve Dome F SIASA serilerinde en yüksek uygunluk değerlerine sahiptir. Diğer taraftan, lojistik açıdan uygun olan ve At nalı adasında bulunan Türk Antarktika Araştırma İstasyonu konumu gereği astronomi çalışmaları için uygun değildir. Bu bulgular, gelecekteki astronomi alanlarının planlanması açısından büyük bir öneme sahiptir. Antarktika'da yeni bir gözlemevi veya araştırma istasyonu kurmayı düşünen ülkeler, araştırma merkezleri ve üniversiteler için değerli bir referans kaynağı oluşturmaktadır.
Kloramfenikol geniş spektrumlu bir antibiyotik olup hem gram pozitif hem de gram negatif bakterilere karşı etkilidir. Günümüzde sentetik olarak üretilebilmesi, ucuz maliyeti ve geniş spektrum etki mekanizmasına sahip olması nedeniyle insan ve hayvan hastalıklarında sıklıkla kullanılmasına rağmen, gri bebek sendromu, lösemi, aplastik anemi ve kemik iliği baskılanması gibi birçok hastalığa sebep olduğu bilinmektedir. Bu nedenle ülkemizde 2017 yılında yürürlüğü giren yönetmeliklerle kloramfenikol yasaklı madde olarak belirlenmiştir. Aflatoksin M1 Aspergillus cinsi küfler tarafından üretilen, özelikle süt ve süt ürünlerinde bulunan, 4-hidroksi aflatoksin B1`in toksik türevidir. Karsinojen olarak değerlendirilen bu aflatoksin çeşidi pastörizasyon gibi ısıl işlemlere karşı stabilite gösterdiğinden süt ve süt ürünlerinde risk oluşturmaktadır ve bu nedenle 2011 yılında yayınlanan bulaşan yönetmeliğiyle çiğ süt, ısıl işlem görmüş süt ve süt bazlı ürünlerin üretiminde kullanılan sütlerde aflatoksin M1`in maksimum limiti 0.050 ?g/kg olarak belirtilmiştir. Günümüzde kloramfenikol ve aflatoksin M1 için kromatografik ve spektroskobik tayin yöntemleri bulunmasına karşılık ön ekstraksiyon ve saflaştırma basamaklarına ihtiyaç duymaları, maliyetli ve zaman alıcı olmaları nedeniyle farklı yöntemlerin geliştirilmesine ihtiyaç duyulmaktadır. Bu projede, kloramfenikol ve aflatoksin M1`i aynı anda algılayabilecek ve aflatoksin M1 miktar tayini yapabilecek, aptamer bağlayıcılı DNA hidrojel tabanlı tek bir algılama platformunun geliştirilmesi amaçlandı. Bu amaçla, kloramfenikol aptameri ve ona kısmen eşlenik tasarlanan DNA iplik 1 ile DNA hidrojeli sentezlendi ve karakterizasyonu gerçekleştirildi. Sentez esnasında aflatoksin M1 aptameri ve ona kısmen eşlenik tasarlanan DNA iplik 2 de polimer yapıya entegre edildi. Her iki ayrı hedef için tasarlanan tespit yöntemine ait optimizasyon çalışmaları yapılarak en uygun sentez, entegrasyon ve tespit koşulları belirlendi. Algılama platformuna ait performans parametreleri olan tespit (LOD) ve tayin limiti (LOQ) kloramfenikol için 0.10 nM LOD, aflatoksin M1 için ise 1.68 nM LOD ve 5.16 nM LOQ olarak belirlendi. Sentezlenen DNA hidrojelin hedef moleküllere karşı verdiği cevap hem solüsyon ortamında hem de gerçek örnek olarak seçilen süt örneğinde denendi ve iki hedefe karşı tasarlanan algılama platformunun çalışır olduğu gösterildi. Sonuç olarak; proje başarılı bir şekilde tamamlandı.
Teknolojinin ilerlemesiyle birlikte kanser teşhisindeki araştırmaların odak noktası, histopatoloji görüntülerinin dijital ortama aktarılmasıyla değişti. Özellikle meme kanseri teşhisi için kullanılan değerlendirme sürecinde; renk tutarsızlıkları, çekirdek tespiti, mitoz tespiti, tübüler oluşumların tespiti ve kanserli bölgelerin belirlenmesi gibi zorluklar ortaya çıktı. Proje kapsamında bu zorluklara çözüm olarak, otomatik meme kanseri teşhisi ve derecelendirmesi için yeni bir metodoloji önerildi. Önerilen metodoloji yedi aşamadan oluşmaktadır: 1) Renk Normalizasyonu; 2) Çekirdek Segmentasyonu; 3) Mitoz Sayımı ve Tespiti; 4) Nükleer Atipi Değerlendirme; 5) Kanserli Bölge Tespiti; 6) Tübüler Oluşumların Tespiti ve 7) Veri Setleri. Bu adımlar ile beraber patologların subjektif değerlendirmelerine alternatif olmak, tanılarını nicel değerler ile desteklemeleri sağlanacaktır. Bu çalışmanın amacı, otomatik veya yarı otomatik meme kanseri tespit ve derecelendirme sistemi geliştirilmesine yardımcı olabilecek özgün bir metodoloji geliştirmektir. Önerilen yedi aşamalı metodoloji için yapılan katkılar şöyle açıklanabilir: 1) Histopatoloji görüntülerinde boyama tutarsızlığını en aza indiren bir renk normalizasyonu yöntemi uygulandı. 2) Çekirdek segmentasyonu için özgün iki derin öğrenme mimarisi (Lightweight U-Net ve ComSegNet) önerildi. 3) Mitoz sayımı ve tespiti için derin öğrenme ve bulanık mantık yöntemlerini içeren özgün bir metodoloji geliştirildi. 4) Histopatolojik görüntülerde morfolojik olarak bulunan doku heterojenliğini özetleyen bir nükleer atipi değerlendirme yaklaşımı uygulandı. 5) Kanserli bölge tespiti için literatürdeki derin öğrenme yöntemleri uygulandı. 6) Tübüler oluşumların tespiti için özgün bir dikkat modelli U-Net modeli önerildi. 7) Çekirdek ve mitoz verileri içeren, özgün iki adet HE boyalı dijital histopatoloji veri seti oluşturuldu. Proje, disiplinler arası bir projedir. Projede, Ankara Üniversitesi Patoloji Anabilim Dalı ile ortak çalışarak, meme dokusu üzerine HE boyalı dijital histopatoloji veri seti oluşturulmuştur. Bu çalışma, meme kanseri teşhisinde daha doğru, objektif ve güvenilir bir yöntem sunarak klinik uygulamalara katkıda bulunmayı hedeflemektedir.
Biyokimyasal olayları temsil eden modellerin özellikleri, uygulamalarda ilgi çekici olmaya devam eden karmaşık kararlı durumlar ve sayısız durum geçişleri sergiler. Çatallanma teorisi ve hesaplamalı cebirin etkili yöntemlerini birleştirerek bu durumları incelemek, yakınında modelin niteliksel davranışının değiştiği çatallanma noktalarını ve belirli davranışı teşvik eden parametre aralıklarını elde etmek için son derece önemlidir. Bu proje, bazı biyokimyasal reaksiyon modellerinin daha önce tespit edilmemiş birkaç temel özelliğini ortaya koyan hesaplamalı cebirsel bir yaklaşım sunmaktadır. Bu yaklaşım sayesinde, önce, Lyapunov fonksiyonunu kullanarak, Brusselator modeli için Hopf çatallanmasını incelemek için ilk Lyapunov katsayısının genel formunu hesaplamaktayız. Daha sonra, en küçük üç boyutlu biyokimyasal reaksiyon modelindeki Hopf çatallanmasını incelemek için üçüncü dereceye kadar bir merkez manifold elde etmekteyiz. Bu iki model için elde ettiğimiz sonuçları sayısal benzetim ile görsel olarak sunmaktayız. Önde gelen metabolik yollardan biri olan glikoliz, bu temel süreci tanımlayan biyokimyasal modellerin pozitif kararlı durumlarında ortaya çıkan birçok farklı periyodik salınımı içermektedir. Ara ürünlerin moleküler difüzyonunu kullanan modellerden biri, sürekli salınımları açıklayabilmek için Higgins biyokimyasal modelidir. Projemizde, minimal Higgins modeli için hesaplamalı cebir yardımıyla model parametrelerinin genel değerleri için merkez odak problemini çalışmaktayız. İlk Lyapunov sayısının genel bir formunu bularak modelin her zaman kararlı bir odak noktasına sahip olduğunu göstermekteyiz. Daha sonra, model parametrelerinden ikisini değiştirerek, modelin kararlı odak noktası için periyot fonksiyonunun ilk üç katsayısını elde etmek için bir yaklaşım sunmaktayız. Bu sayede, tekil noktanın aslında [1,2] tipinde ikili-zayıf monodromik bir denge noktası olduğunu kanıtlamaktayız. Ek olarak, seçilen bir parametre için bir kritik periyodun küçük pertürbasyonlardan sonra bu tekil noktadan çatallanması için iki (küçük) aralık olduğunu göstermekteyiz. Son olarak, elde ettiğimiz tüm bulguları sayısal benzetimler ile görselleştirmekteyiz.
Bu projede yüksek dereceli rassal gerçel cebirsel hiperyüzeylerin geometrik ve topolojik özellikleri; örneğin bağlantılı bileşenlerinin sayısı, projektif hacimleri ve birbirlerine göre konumlarını istatistiksel bir bakış açısıyla çalışılmıştır. Burada RP^n üzerinde tanımlı rassal gerçel hiperyüzey ile n+1 değişkenli homojen rassal bir polinomun sıfır varyetesi kastedilmektedir. Tek değişkenli durumda (n=1 için) bu problem yüksek dereceli rassal polinomların gerçel köklerinin sayısı ve asimptotik dağılımını çalışmaya karşılık gelmektedir. Öte yandan iki boyutlu durumda ise rassal gerçel cebirsel düzlem eğrilerinin ovallerinin sayıları, düzlemdeki asimptotik dağılımları ve birbirlerine göre konumlarını incelemeye karşılık gelmektedir. Bu projede ele alınan problemler Hilbert?in onaltıncı probleminin daha genel ve istatistiksel bir hali olarak düşünülebilir. Bu projede matematiksel analiz ve çoklu potansiyel teorisinin araçlarını kullanarak yeni teknikler geliştirilmiş ve bu yeni teknikler cebirsel geometri ve topoloji problemlerine uygulamıştır. Rassal gerçel hiperyüzeylerin asimptotik geometrik ve topolojik özelliklerini incelemek için olasılık teorisinin yöntemlerine ek olarak çoklu potansiyel teorisi (çoklu altharmonik fonksiyonlar teorisi) ve ? ?-operatörü için L^2-hesapları gibi kompleks geometri teknikleri kullanılmıştır. Ek olarak, burada elde edilen sonuçlar disiplinler arası bir yapıya sahip olup cebirsel geometri, olasılık teorisi ve kompleks analiz konuları arasındaki etkileşimi artırması beklenmektedir.
Nüfus artışıyla birlikte yoğunlaşan tarımsal ve endüstriyel faaliyetlerin sonucunda ortaya çıkan atıklar içme sularında ağır metallerin veya organik kirleticilerin artmasına neden olmaktadır. Her geçen gün temiz suya olan ihtiyacın artışı ve küresel ısınmanın su kıtlığını tetiklemesi sulardaki kirlenmenin giderimini son derece önemli hale getirmektedir. Bu bağlamda, tekstilden ilaç sanayine kadar geniş bir uygulama alanına sahip olan organik kirleticilerden olan sentetik boyaların atık sulardan temizlenmesi hayati önem arz etmektedir. Bu çalışma kapsamında sulardaki sentetik boya kirliliği problemine odaklanılmıştır. Bu amaca yönelik olarak, yeni bir katalizör olarak sunulan Ag@HfO2 çekirdek-kabuk nanoyapılarının yaygın endüstriyel sentetik kirleticiler arasında yer alan katyonik boyalardan Rodamin B (RhB), metilen mavisi (MB) ve direkt kırmızı-23 (DR-23) kirleticilerinin fotokatalitik bozunmasındaki performansları incelenmiştir. Sentezlenen yapıların X-ışınları kırınım difraktometresi (XRD), geçirmeli elektron mikroskopu (TEM) X-ışınları fotoelektron spektroskopisi, UV-Vis ve fotolüminesans spektroskopileri ile karakterizasyonu Ag@HfO2 çekirdek-kabuk nanoyapılarının başarılı bir şekilde sentezlendiğini ortaya konmuştur. Daha sonra sentezlenen Ag@HfO2 çekirdek-kabuk nanoyapılarının fotodegredasyon için uygunluğu test edilmiştir. Fotokatalitik ölçümler, ilgili boyaların hem UV bölgede hem de görünür bölgede yüksek verim ile giderebildiğini göstermiştir. Elde edilen sonuçlara dayalı olarak Ag@HfO2 çekirdek-kabuk nanoyapılarının çevre sağlığı bakımından oldukça önemli görülen bir problemin çözümüne katkı sağlayacağı söylenebilir.
Transfer reaksiyonları nükleer yapının incelenmesinde önemli bir rol oynamaktadır. Tek nötron transferini içeren soyma (stripping) ve koparma (pick-up) reaksiyonlarının incelenmesinden elde edilen sonuçlar tek parçacık durumlarını tanımlayarak nükleer kabuk modelinin doğrulanmasına yardımcı olmaktadır. Bir protonun aktarıldığı reaksiyonlar ise proton tek parçacık durumları hakkında benzer bilgiler sağlar. Transfer reaksiyonları aynı zamanda deneysel nükleer astrofizik alanında da çok önemlidir. Örneğin laboratuvarda üretilmesi zor veya imkânsız olan yıldız reaksiyonlarında oluşturulan çekirdekleri aynı ilgilenilen çekirdeği üretmek ve incelemek için transfer reaksiyonları alternatif bir yol sağlar. Buna ek olarak rezonans reaksiyonlarında yer alan nükleer durumların kısmi bozunum genişliklerini belirlemek ve doğrudan yakalama reaksiyonunun tesir kesitini değerlendirmek için yaygın olarak kullanılmaktadır. Projede, transfer reaksiyonlarının eş zamanlı olarak yoğunluk dağılımı, sıcaklık, nükleer potansiyel ve nükleon-nükleon etkileşimlerine bağlı olarak değişimleri incelenmiştir. Bu kapsamda proje dört aşamadan oluşmaktadır. Birinci aşamada her bir transfer reaksiyonu için giriş kanalına göre sıcaklığa bağlı olmayan farklı yoğunluk dağılımları incelenerek uygun yoğunluk dağılımları önerilmiştir. İkinci aşamada sıcaklığa bağlı yoğunluk dağılımı kullanılarak tüm transfer reaksiyonların sıcaklıkla değişimleri incelenmiştir. Üçüncü aşamada çeşitli nükleer potansiyeller için transfer reaksiyonları analiz edilerek alternatif nükleer potansiyeller önerilmiştir. Son olarak farklı nükleon-nükleon etkileşimleri kullanılarak transfer reaksiyonları incelenmiş ve en çok kullanılan nükleon-nükleon etkileşimlerinden olan M3Y için alternatif nükleon-nükleon etkileşimleri önerilmiştir.
Son yıllarda artan bilimsel ve teknolojik çalışmalar neticesinde, malzeme bilimindeki çalışmalar hız kazanmış ve özellikle nanoteknolojiye olan ilgi artmıştır. Nanomalzemeler de nanoteknolojinin temel taşlarını oluşturmakta ve bu boyutta eşsiz optik, manyetik ve elektriksel özellikler taşımaktadırlar. Nanoteknolojiyi bu kadar ilginç kılan unsur, malzemelerin bu boyutta makro dünyadan farklı davranmalarıdır. Makro boyuttan nano boyuta geçerken geniş yüzey alanı/hacim oranı, iletkenlik, optik ve manyetik özellikleri kayda değer biçimde değişmekte ve geniş bir perspektifte araştırma olanağı sunmaktadır. İki boyutlu (2D) malzeme olan grafenin keşfi nanodetektörlerin geliştirilmesinde öncülük etmiş ve oldukça popüler olmuştur. Grafenin bu popülaritesi beraberinde başka grafen benzeri 2D malzemelerin keşfine yol açmıştır ve farklı özelliklere sahip yeni 2D malzeme arayışının içerisine girilmiştir. Bu alanda son zamanlarda yapılan en önemli keşiflerden birisi tek katmanlı fosforen yapısıdır. Çalışmalar bununla birlikte fosforenin diğer V-A grubu elementleri ile yaptığı bileşiklerin keşfi ile devam etmiştir. Burada ilgi çekici örneklerinden birisi mavi arsenik-fosforen (ß-AsP) yapısıdır. ß-AsP, ayarlanabilir geniş band aralığı, yüksek iletkenlik, yüksek taşıyıcı mobilitesi gibi özellikleri dolayısıyla yeni ve hassas teknolojilerdeki olası kullanılabilirliği bakımından dikkat çekmektedir. Ayrıca, zikzaklı büzüşük yapısı sayesinde yüzey alanı oldukça fazladır ve dolayısıyla da üzerine farklı konfigürasyonlarda yaklaşan molekülleri tutabilme kabiliyeti de yüksektir. Bu da ß-AsP?nin bir alttaş olarak kullanılması durumunda ihtiyaca yönelik çok daha fonksiyonel 2D yapıların ortaya çıkabileceği anlamına gelmektedir. Bu projede, ß-AsP tek katmanlı yüzey ile Glisin ve Serin biyolojik moleküllerinin atomik boyutta etkileşmeleri ilk prensiplere dayalı hesaplamalarla incelenmiştir. En temel aminoasitlerden olan Glisin ve Serin molekülleri pek çok rahatsızlığın tedavi sürecinde önemli rol oynamaktadırlar. Bu nedenle bu moleküllerin dedekte edilebilmeleri ile yapısal deformasyona uğramadan taşınabilmeleri oldukça önemlidir. Bu noktada, ß-AsP?nin bu tip biyolojik moleküller için iyi bir alttaş olup olamayacağının araştırılması önem kazanmıştır. Projedeki hesaplar kuantum mekaniğine dayalı Yoğunluk Fonksiyonel Teorisi (DFT) kullanılarak yapılmıştır. Yazılım olarak dünya çapında yaygın olarak kullanılan Quantum Espresso ve VASP programları kullanılmıştır. Glisin ve Serin moleküllerinin ß-AsP üzerindeki tüm olası adsorpsiyon geometrileri belirlenerek bu konfigürasyonların yapısal ve elektronik özellikleri incelenmiştir.
Bu proje kapsamında, 6 Şubat 2023?te Pazarcık ve Elbistan merkezli 7,7 ve 7,6 büyüklüğündeki depremlerin ve sonrasında oluşan artçı depremlerin Hatay bölgesindeki yeraltısularında (termal ve kaynak suları) olası radon anomalileri üzerine etkileri araştırılmıştır. Radon konsantrasyonu ölçümleri AlphaGUARD PQ 2000PRO radon detektörü ile gerçekleştirilmiştir. Elde edilen verilere göre 2 lokasyonda önemli radon anomalilerinin olduğu gözlenmiştir. Bu anomalilere 6 Şubat tarihli depremlerin etkisi olabileceği gibi sonrasında gerçekleşen çok sayıdaki artçı depremlerin de etkisi olabilir. Bu anomalilerden ilki Hamamat kaplıcasını besleyen kaynakta gözlenmiştir. Bu kaynakta, 7 Mayıs 2023 tarihinde Topboğazı-Kırıkhan?da meydana gelen 4,9 ML büyüklüğündeki artçı deprem öncesinde radon seviyesinde 4 kat artış gözlenirken sonrasında ise bir azalış gözlenmiştir. Diğer anomali ise Tahtaköprü lokasyonundan alınan kaynakta gözlenmiş olup bu kaynaktaki radon seviyesinde de 28 Nisan tarihinde Hatay-Samandağ?da meydana gelen 4,2 ML büyüklüğündeki deprem öncesi gerçekleştirilen ölçümde yaklaşık 5 kat artış gözlenirken sonrasında da yaklaşık 4 kat gibi bir azalış gözlenmiştir. Bu iki kaynakta gözlenen radon anomalileri ile bu kaynaklar civarında meydana gelen 4,9 ve 4,2 ML büyüklüğündeki depremler arasında bir ilişki olabilir. Dolayısıyla kısıtlı verilere ragmen bu iki anomali 28 Nisan tarihinde Hatay-Samandağ?da meydana gelen 4,2 ML ve 7 Mayıs tarihinde Topboğazı-Kırıkhan?da meydana gelen 4,9 ML büyüklüğündeki artçı depremlerin bir ön işaretçisi olarak yorumlanabilir. Ayrıca bu iki kaynakta uzun süreli radon ölçümlerinin gerçekleştirilmesi olası depremler öncesi bir öncü işaretin gözlenmesi bakımından önemli olabilir.
Bu proje, ölçüm hassasiyetini artırmayı ve uygulanabilir sıcaklık aralığını genişletmeyi amaçlayan düşük sıcaklık termometri şemalarını sunmayı hedeflemektedir. Özellikle, kuantum termometrelerini sistemli bir şekilde incelemeyi, sıcaklık ölçümlerindeki temel sınırlarını belirlemeyi ve kuantum koherans (quantum coherence) ve kuantum dolanıklık (entanglement) gibi özelliklerle donatarak geliştirmeyi amaçlıyoruz. Ayrıca, termal koherant bir durumu (thermal coherent state) hazırlamak için teorik bir model öneriyoruz ve bunun kuantum termometrisinde etkinliğini değerlendiriyoruz. Son olarak, bir optomekanik kuantum sisteminden yararlanarak kuantum termometrisi için daha uygulanabilir ve pratik bir teknik üzerinde araştırma yapıyoruz. Son yıllarda, düşük sıcaklık kuantum termometrisini iyileştirmek için birçok öneri ortaya çıktı. Tipik bir sıcaklık ölçümünde beklenti, probun ölçülmek istenen örnek ile termal dengeye geçmesidir. Belirli bir enerji spektrumuna sahip problar, termal denge durumundaki tek bir sıcaklık için uygundur. Bir dizi sıcaklık için optimal algılama elde etmek, probun daha yüksek uyarılmış durumlarında yüksek derecede dejenere veya harici periyodik uyarılma içeren komplike kontrol yöntemleri gerektirir. Mevcut öneriler yeni nesil kuantum koherans, süperpozisyon, dolanıklık gibi kuantum durumlarının avantajlarından istifade eden, kuantum termometreler için ideal değildir. Yeni nesil kuantum avantajları kullanabilen ve geniş bir düşük sıcaklık aralığını ölçeebilen bir kuantum termal probu tanımlamak arzu edilmektedir. Ayrıca, kuantum termometrisi için mevcut fiziksel düzenekleri, örneğin kubit-rezonatör ve saf optomekanik sistemler gibi, deneysel gerçekleme potansiyellerini göstermek kritiktir. Bu sistemler, düşük sıcaklıkta hassas ölçümler yapma yeteneğiini korurken sıcaklık tahmininin pratik uygulanabilir aralığıını genişletir. Bu zorlukları ele almak için projemiz, koherans (coherence), termal koherant durumlar (thermal coherent state) ve enerji seviyelerindeki parametre bağımlı dejenerasyonlarının sıcaklık tahminine olan etkisini daha derinlemesine anlamak için basit modeller sunmaktadır
Yakın gelecekte kullanılmaya başlanacak olan 5G haberleşme sistemleri çok daha yüksek veri hızı, kapsama alanı ve enerji verimliliği sağlayan bunun yanı sıra çok yüksek gezginliğe sahip olabilen yüksek hızlı tren, uçak gibi ulaşım araçlarının haberleşme gereksinimlerini de destekleyen sistemler olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu nedenle tam çift yönlü haberleşme, aynı frekans bandını aynı anda kullanarak, eşzamanlı veri iletimi ve alımı yaparak, spektrum verimliliğini önemli ölçüde arttırabilmeleri bakımından 5G ve sonrası haberleşme teknolojilerinde yaygın olarak kullanılacak olan umut verici bir teknolojidir. Diğer taraftan, bu projenin sistem senaryosu olan çok yollu kanallar üzerinden haberleşen geniş bantlı (broad band) iletişim sistemlerinde, zaman düzleminde veri sembolleri arası girişim (Inter Symbol Interference, ISI) ve frekans düzleminde frekans seçiciliği (frequency selective) gibi kanalın olumsuz etkilerinin üstesinden gelebilmek için çok taşıyıcılı (OFDM vb) dalga şekillerini kullanmak gerekmektedir. Literatürde zamanla değişmeyen çokyollu radyo kanallara sahip noktadan-noktaya (rölesiz) tam çift yönlü OFDM haberleşme sistemi için kanal kestirimi öneren ve 5G için pek de verimli olmayan birkaç çalışma dışında özellikle de gezgin ve/veya kuvvetlendir-ve-aktar röleli Tam Çift Yönlü 5G Çoktaşıyıcılı Haberleşme Sistemleri için Kanal Kestirim problemi üzerine yoğunlaşan herhangi bir çalışma rapor edilmemiştir. Buna ek olarak, gezgin (zamanla değişen çokyollu radyo kanallara sahip) ve/veya analog kuvvetlendir-ve-aktar röleli tam çift yönlü 5G OFDM haberleşme sistemleri için kanal kestirim metodlarını konu alan herhangi bir çalışma mevcut değildir ve bu sistem senaryolarını konu alan bu proje özgün değere sahiptir. Proje, gezgin (zamanla değişen çokyollu radyo kanallara sahip) ve/veya analog kuvvetlendir-ve-aktar röleli olmak üzere 4 farklı sistem senaryolu tam çift yönlü 5G OFDM haberleşme sistemleri için önereceği çokyollu ve Residual Self Interference (RSI) kanalların efektif kestirim metodlarıyla (hesaplama yükü düşük, pilot kullanım oranı düşük, ortalama karesel hatası (MSE) başarımı yüksek) bu alana önemli bilimsel katkı sağlayacaktır. Projede, düğümlerin (alıcı, verici ve röle) tam çift yönlü haberleşme yaptıkları ve OFDM dalga şeklini kullandıklarını düşünülmektedir. Projede, en basit sistem senaryosu olarak kabul edebileceğimiz, yani alıcı-verici düğümlerinin sabit olduğu (düğümler arası radyo kanalların zamanla değişmediği) ve noktadan-noktaya (rölesiz) olan bir tam çift yönlü OFDM haberleşme sisteminden başlayarak sırasıyla sistemde düğümlerin gezgin (düğümler arası çokyollu radyo kanalların zamanla değiştiği) ve/veya düğümler arasında bir analog kuvvetlendir-ve-aktar röle olduğu daha zorlu sistem senaryoları ele alarak her bir senaryo için çokyollu ve RSI kanalların efektif kestirim metodları önerilecektir. Projede, konusunda deneyimli iki öğretim üyesi (yürütücü: Doç. Dr. Habib Şenol, araştırmacı: Doç. Dr. Atilla Özmen) ve bu konularda yetiştirilmek üzere iki yüksek lisans bursiyeri görev alacaktır. Geliştirilecek algoritmaların ve bunların uygulama sonuçlarının ulusal ve uluslararası bilimsel kamuoyunun görüşüne sunulması amacıyla, IEEE Transactions on Wireless Communications ve IEEE Transactions on Signal Processing gibi saygın dergilerde yayınlanmak üzere en az iki makale ve üç uluslararası bildiri hazırlanması beklenmektedir. Proje sonuçları, yüksek gezginliğe sahip hızlı tren, uçak gibi ulaşım araçlar tarafından kullanılacak olan 5G tam çift yönlü haberleşme sistemlerinin etkin kanal kestirim algoritma gereksinimini karşılar durumda olacaktır. Ayrıca, proje sonucunda elde edilen etkin kanal kestirim algoritmaları için patent başvurusu yapılması planlanmaktadır. Proje ekibinin edineceği bilgi ve deneyim, 5G ve sonrası haberleşme sistemleri için makine öğrenmesi kullanarak kanal kestirim alogitmaları gibi konularda başka TUBITAK projelerine yol açacaktır.
Gelecek Nesil İletişim Sistemleri için Zaman-Frekans Yayılımlı Seyrek Kodlu Çoklu Erişim adlı proje, 1001 Araştırma Programı kapsamında 2021-2023 yılları arasında TÜBİTAK tarafından desteklenmiştir. Bu projenin amacı, 4G için önerilen dikgen frekans ve kod bölmeli çoğullama yönteminin hem zaman hem de frekans yayılımlarının getirdiği kazançlar dikkate alınarak, SCMA tabanlı yeni çoklu erişim yöntemleri geliştirmektir. Buna göre SCMA yönteminin kodlama kazancına ek olarak zaman ve frekans yayılımlarının katılması ile hem aşağı bağlantı hem de yukarı bağlantıda daha iyi çoklu erişim performansları elde edilmesi hedeflenmiştir. Bu yeni yöntem Zaman-Frekans Yayılımlı SCMA (SCMA with Time-Frequency Spreading ? SCMA-TFS) olarak adlandırılmıştır. Bu doğrultuda yapılan çalışmalar şu şekilde özetlenebilir. Zaman yayılımı ve tekrarlamalı gönderimlerin SCMA modeline dahil edilmesiyle veri hızı ve çoklu erişim performansı analiz edilmiş, önerilen sistemin veri hızını düşürmeden BER performansını artırdığı gösterilmiştir. Bu başarım gösterilirken önerilen sistemin hesaplama karmaşıklığının sınırlı olarak arttığı ve dolayısıyla pratikliği gösterilmiştir. Önerilen SCMA-TFS sisteminin başarımını maksimize etmek için gerekli optimal kod kitabı tasarımına dönük olarak genetik algoritma tabanlı kod kitabı tasarımları yapılmış, önerilen kod kitaplarının literatürdeki kod kitaplarına belirli kanallardaki üstünlüğü gösterilmiştir. Son olarak PN dizisi seçiminin SCMA-TFS sisteminin BER performansını artırarak ISI probleminin çözümüne önemli katkı sağladığı gösterilmiştir.
Uzay tabanlı gözlemlerin artmasıyla birlikte zonklayan yıldızlar üzerine yer tabanlı gözlemlerden elde edilmiş olan birçok bilginin güncellenmesi gerekliliği ortaya çıkmıştır. Daha önceden varlıkları tam olarak kanıtlanmaya hatta değişen yıldız grupları içerisinde sayılmayan yıldız gruplarının da birçok yeni adayı uzay gözlemeleriyle keşfedilmiştir ve bu yıldızların varlıkları tekrar ortaya koymuştur. Maia değişen yıldızları da bu yıldız gruplarından biridir. Maia yıldızlarının varlığı ile ilgili birçok hipotez ortaya atılmıştır ve gerçekten böyle bir yıldız grubu olup olmadığı tartışılagelmektedir. Projemiz kapsamında HERMES ve FIES tayfçekerleri gözlem projeleri ile elde edilen tayfsal verilerden ve Mikulski Archive for Space Telescopes (MAST) arşivinden alınan TESS uydu gözlemlerinden yararlanarak detaylı tayfsal ve fotometrik çalışmalar yürütülmüştür. Bu çalışmalar neticesinde Maia yıldızlarının varlığı üzerine ortaya konan yanlış etkin sıcaklık, çift sistem olma durumu ve hızlı dönme hipotezlerinin doğru olmadığı gösterilmiştir. Ayrıca incelenen sistemler içerisinde varlığı açıklanamayan ve Maia yıldızı olduğu kuvvetli olan sistemler tespit edilmiştir. Bu yıldızların varlığının açıklanması için önerilebilecek tek yol yeni bir zonklama mekanizması ya da mevcut zonklama mekanizmaları arasındaki bilinmeyen bir ilişki olabileceği ortaya konmuştur. Bu çalışmayla birlikte Maia yıldızları varlığı üzerine literatürde ilk kez bu denli detaylı bir çalışmayla yaklaşımda bulunulmuştur.
Galaksi kümelerini, gruplarını ve galaksileri kaplayan sıcak, X-ışınları yayan atmosferler met- allerle zenginleştirilmiştir. Bu halelerin kimyasal zenginleşmesi, en çok kümelerde incelendi ve mekansal dağılım ve kimyasal bileşimde dikkate değer ölçüde tek tip olduğu ortaya çıktı. Bununla birlikte, daha düşük kütleli sistemlerin durumu, element bolluğu şimdiye kadar daha az araştırıldığı için hala geniş çapta tartışılmaktadır. Burada, AGN geri bildirim etkinliğine ev sahipliği yapan, Başak kümesine doğru alçalan eliptik bir gökada olan NGC 4552?nin metal içeriğinin ölçümlerini sunuyoruz. Yolculuğu sırasında sıcak atmosferinin çarpma basıncından sıyrılması nedeniyle bir X-ışını izi gösterir. Kimyasal zenginleşmesini ilk kez incelemek için bu galaksinin derin Chandra ve XMM-Newton gözlemlerinden yararlanıyoruz. Spektrumun dikkatlice modellenmesine özel bir dikkat gösterilerek, çekirdeğindeki O/Fe, Ne/Fe, Mg/Fe, Si/Fe ve S/Fe oranlarını XMM-Newton/EPIC ve RGS ile Chandra/ACIS verileriyle birlikte sunuyoruz. Sonuçlarımız, çekirdekte bir süper-Güneş kimyasal bileşimine işaret ediyor. Bu yeni sonuçları mevcut küme zenginleştirme paradigması bağlamında yorumluyoruz.

/ 1116
2 / 1116