OBJECTIVE: We aimed to retrospectively examine the cases of peripartum hysterectomy performed in our clinic in the last three years and to evaluate the incidence, risk factors, indications, surgical methods, complications, and results of peripartum hysterectomy.MATERIAL AND METHODS: Patients who had undergone a peripartum hysterectomy in Pamukkale University Medical Faculty Hospital between January 2017 and January 2020 were included in the study. We excluded all patients with the massive peripartum hemorrhage who were treated with conservative approaches (such as suturing or segmental resection of the defective placenta insertion area, uterine compression sutures, intrauterine balloon applications, and uterine or internal iliac artery ligation) rather than hysterectomy. Data of the patients were obtained from patient files and hospital medical records. The demographic and clinical data of the patients were recorded and analyzed.RESULTS: During the three years, a total of 3220 births took place in our hospital. Peripartum hysterectomy was performed in twenty-one patients; the incidence was 6.5/1000. The most common indication for peripartum hysterectomy in the postpartum hemorrhage group was placental location and invasion anomalies (90.4%) and among these anomalies, the most common histopathological diagnosis was the association of placenta previa and placenta increta (33.33%). Massive transfusion, bladder damage, relaparotomy, and wound infection were the major causes of morbidity in patients with peripartum hysterectomy.CONCLUSIONS: Recently, placental location and invasion anomalies have become the most common cause of peripartum hemorrhages. Peripartum hysterectomy is the leading treatment method for patients with abnormal placentation.
|
Amaç: Çalışmamızın amacı, yardımcı üreme tekniği olarak intrasitoplazmik sperm enjeksiyonu uygulanan
infertil kadınlarda gebelik başarısını etkileyen faktörlerin değerlendirilmesidir.
Gereç ve yöntem: Ocak 2018 ve Aralık 2020 tarihleri arasında, intrasitoplazmik sperm enjeksiyonu uygulanan,
tek ve taze embriyo transferinin yapıldığı toplam 283 infertil hastaya ait 325 siklus çalışmaya dâhil edildi.
Hastaların yaşı, vücut kitle indeksleri, infertilite nedenleri, kaç adet oosit toplandığı ve maturasyon oranı,
embriyo transfer günü endometriyal kalınlık, embriyonun kalitesi ve kaçıncı gün transfer edildiği belirlendi.
Ayrıca hastaların Anti-Müllerian Hormon (AMH), bazal FSH, LH, estradiol (E2) düzeyleri, Human Chorionic
Gonadotropin (hCG) uygulandığı gün E2 ile progesteron (P) düzeyleri ve gebelik sonuçları değerlendirildi.
Bulgular: Gebelik oluşan sikluslarda (n:141), oluşmayan sikluslara (n:184) kıyasla kadın yaşı (31,57±4,33 vs.
32,95±5,55, p=0,015), bazal FSH seviyesi (7,51±4,30 vs. 8,23±3,64, p=0,005), AMH (2,99±2,39 vs. 2,70±3,19,
p=0,002), elde edilen oosit sayısı (11,54±6,87 vs. 9,81±7,61, p=0,003), MII oosit sayısı (9,55±6,2 vs. 7,57±5,91,
p=0,001), embriyo kalitesi (χ²=13,46, p<0,001) ve 5. gün embriyo transfer oranı (χ²=15,40, p<0,0001) istatiksel
olarak anlamlı bulundu. VKİ, bazal E2 seviyesi, hCG günü E2 ve p seviyesi, ET günü EMK, oosit maturasyon
indeksi ve total pogressif motil sperm sayısı açısından her iki grup arasında anlamlı bir farklılık gözlenmedi
(p>0,05). İnfertilite nedenlerinin gebelik oluşumuna etkisi değerlendirildiğinde gruplar arasında anlamlı fark
olmadığı izlendi.
Sonuç: ICSI uygulanan infertil kadınlarda gebelik başarısını öngörmede en önemli prognostik faktörler maternal
yaş, embriyo kalitesi ve transfer günüdür.
|
Amaç: İntrauterin inseminasyon, nedeni açıklanamayan infertil hastalarda ilk basamak tedavi yaklaşımıdır.Çalışmamızın amacı, intrauterin inseminasyon tedavisi uygulanan kadınların gebelik sonuçlarının, serum Dvitamini seviyesi ile ilişkisini belirlemektir.Gereç ve yöntem: İntrauterin inseminasyon uygulanan 135 hastaya ait 212 ovulasyon indüksiyonu siklusunaait veriler değerlendirilmiştir. Çalışmaya dahil edilen tüm hastalara gonadotropinler ile ovulasyon indüksiyonunutakiben intrauterin inseminasyon yapılmıştır. Hastanın ovulasyon indüksiyonu öncesi FSH, LH, estradiol,prolaktin, anti-müllerian hormon (AMH), TSH ve 25(OH) D vitamin seviyesi, overyan yanıtı ve gebelik sonucuincelenmiştir. Serum D vitamini seviyesine göre hastalar Grup A (≥20 ng/mL) ve Grup B (<20 ng/mL) olarakdeğerlendirilmiştir.Bulgular: Hastaların yaş ortalaması 29,71±4,18 idi. Hastaların ortalama infertilite süresi 4,31±2,55 yıldı. Toplam212 siklus çalışmaya dahil edilmiştir. 212 siklusun ovulasyon indüksiyonunda siklus başına kullanılan ortalamagonadotropin dozu 832,0±463,8 IU, ortalama indüksiyon süresi 11,49±3,45 gündü. Grup A (vitamin D ≥20 ng/mL) ile Grup B (vitamin D <20 ng/mL) arasında yaş, infertilite süresi, vücut kitle indeksi, AMH değeri, bazal antralfolikül sayısı, indüksiyon süresi, kullanılan total gonadotropin dozu, endometriyal kalınlık ölçülerinde istatistikselolarak anlamlı fark tespit edilmedi (p<0,05). Grup A’da gebelik oranı %18,3 (n=11), Grup B’de ise %16,4 (n=25)olarak bulundu (p=0,742). D vitamini seviyesi ile vücut kitle indeksi, infertilite süresi, antral folikül sayısı, antimüllerian hormon, indüksiyon süresi, ve gelişen folikül sayısı arasında istatistiksel olarak anlamlı korelasyontespit edilmedi. ROC eğrisi analizi, serum D vitamin seviyesinin gebelik prediksiyonunda faydalı olmadığınıgöstermiştir (AUC=0,478 p=0,684).Sonuç: Ovulasyon indüksiyonunu takiben yapılan intrauterin inseminasyon sikluslarında serum D vitaminiseviyesi gebelik sonucu üzerinde etkili değildir.
|
Objective: The rate of bladder injury during laparoscopic hysterectomy (LH) is three-fold higher than that of ureter injury and is an important problem for gynecologists. The aim of the present study was to present the results of laparoscopic repair of bladder injuries produced during LH procedure. Methods: Patients who underwent LH for benign indications between November 2018 and January 2020 were evaluated retrospectively. Medical records of all patients with bladder injury were reviewed and their causes of injury, incidence, treatment and follow-up were evaluated. Results: Eight patients were established to have bladder injury while undergoing LH. All bladder injuries were recognized during operation. Bladder injury occurred during laparoscopic sharp and blunt dissection of uterovesical area in seven patients and during suprapubic trochar insertion in one patient. All bladder injuries were repaired laparoscopically. No major complications were encountered during or after operation. Bladder catheters were removed 7–10 days after surgery. Conclusion: It was demonstrated that laparoscopic repair of bladder injury, which is a feared complication of LH, can be carried out successfully be gynecologists experienced in endoscopic surgery.
|
Purpose: Alterations in β-cell function may play crucial roles in the pathogenesis of polycystic ovary syndrome (PCOS). Pancreatic-derived factor (PANDER) is a cytokine-like protein, inducing of pancreatic β-cell apoptosis under pathological conditions. This investigation was planned to determine serum PANDER levels and establish whether serum PANDER levels are related with oxidative stress, and insulin resistance in PCOS. Materials and methods: Twenty-seven patients with PCOS and 24 healthy control women were evaluated in this controlled clinical study. Serum lipid sub-fractions, fasting glucose, insulin, gonadotropins, androgens, malondialdehyde (MDA) and PANDER levels were measured. Homeostasis model assessment (HOMA-IR) were used to estimate insulin resistance. Results: Subjects in study and control groups were similar with respect to waist measurements, gonadotropins, lipid sub-fractions, MDA and PANDER levels, the women with PCOS had considerably higher FAI and HOMA-IR than healthy women. Serum PANDER levels were not correlated with any studied parameters. Conclusion: These outcomes showed that PANDER level is not related with insulin resistance, ovarian hyperandrogenism and oxidative stress in PCOS.
|
Adolesan gebelik (AG), 13 ile 19 yaş arasındaki kız çocuklarında yaşanan gebelik olarak tanımlanır. AG, hastaların fiziksel ve duygusal sağlığını, eğitimsel ve ekonomik durumunu, aynı zamanda bebeklerini de etkileyen küresel bir halk sağlığı sorunudur. Fizyolojik ve psikolojik olarak tam erişkinliğe ulaşmayan adolesanlarda oluşan gebelikler, diğer gebeliklere göre daha riskli kabul edilirler. Adolesan gebeliklerde erken doğum riski, bebekte düşük doğum ağırlığı, gebelikte hipertansif hastalıklar, anemi, müdahaleli doğum ve psikiyatrik rahatsızlıklar gibi anne ve bebeğin hayatını tehdit eden sorunlar daha sık yaşanmaktadır. Gebelik süresince gebelerin yaklaşık %2’si obstetrik olmayan nedenlerden dolayı opere olmaktadır. Gebelikte en sık görülen obstetri dışı akut batın tablosu akut apandisittir. Gebe hastalarda, gebe olmayanlara kıyasla akut apandisit tanısı koymak, apandisit ile ilişkilendirilmiş klinik muayene ve laboratuvar bulgularının maskelenmesi sebebiyle zorlaşmaktadır. Bu zorluklar nedeniyle gebe hastada radyolojik görüntülemeler akut apandisit tanısında daha önceliklidir. Olgumuzda adolesan çağdaki bir gebenin (14y) obstetrik olmayan nedenli akut batın tablosundan, gebelikte akut batın tanısının konulmasında yaşanan zorluklardan ve multidisipliner bir yaklaşımın öneminden bahsedilmektedir.
|
Brenner tumors are rare transitional cell tumors of the ovary. They are usually benign tumors but rarely have borderline and malignant types. Most of the benign Brenner tumors are small and are found incidentally. Our case was a 57 years old woman who underwent laparotomy for ovarian cyst. On laparotomy a solid mass was found on the left ovary. The left ovarian mass was excised and a histopathological diagnosis of borderline (atypical proliferative) Brenner tumor was made. In this paper, histopathological findings of this rare case are presented and the literature is reviewed.
|
Cantrell pentalojisi oldukça nadir görülen ve orta hat supraumbilikal abdominal defekt, sternum alt uç defekti, diafragma ön kısmında defekt, perikardın diafragma yüzünün eksikliği ve intrakardiak anomaliler ile karakterize bir sendromdur. Az görülen bir anomaliler grubu olması nedeniyle ilgili literatür gözden geçirilerek olgumuza ait özellikler sunulmuştur.
|
Vulvar fibroepithelial polyp in a pregnant woman is a rare clinical condition. In this study, a case of a giant fibroepithelial polyp of vulva in a pregnant woman is reported. A pregnant woman presented with a pedunculated mass over right labium majus that grew up during pregnancy period was surgically removed. Surgical excision of the tumour was performed and postoperative recovery and pregnancy follow-up were uneventful. Fibroepithelial polyps are common lesions of skin but unusual locations have been rarely reported in literature. To the best of our knowledge, the presented case is one of the largest fibroepithelial polyp of vulva in a pregnant woman.
|