The rationale of the study is to determine the relationship between the health and social status of the elderly and the related factors. This study is cross-sectional. The data of the study were obtained from the n=1025 nursing care plan form of elderly who applied to the primary health care institutions in the city center of Yozgat in 2016-2017. The data were analyzed by Chi-Square test, binary, and multinominal logistic regression. Of the elderly who participated in the study, 47.8% were women, 72.3% were married, and 41.7% were in the 65-69 age group. 33.6% of the elderly are obese, 82.2% have a diagnosed health problem, the most common (53.5%) is hypertension, 80.3% use drugs, 40.4% use at least three drugs. They were stated that 39.3% of them fell after the age of 65. In the last 30 days, the elderly mostly experienced anxiety (22.9%), and anger was second (17.6%). It has been observed that the elderly mostly (74.5%) tend to worship in case of stress and distress, mostly (40.1%) go to neighbors in their spare time and 79.8% of them have good neighborly relations. The elderly who are women, not exercised, non-pursuit, and have high body mass index (BMI) are at higher risk of having at least two health problems. It has been determined that a great majority of the elderly have health problems, 2/5 of them took at least three drugs and fell after the age of 65. As a result, women, those who live sedentarily, and those with high BMI are at high risk for health.
|
Objective: In this study, it was aimed to reveal the relationship between sleep quality, fear of death and sociodemographic factors in middle-aged and older individuals who applied to the hospital. Materials and Methods: This descriptive study was conducted by applying a questionnaire to middle-aged and older individuals who were hospitalized in the Health Practice and Research Center of a state university and agreed to participate in the study. Data Collection Form, Thorson-Powell Death Anxiety Scale and Pittsburgh Sleep Quality Index (PUKI) were used for all middle-aged and older individuals who agreed to participate in the study. Student t test, Anova and analysis of variance were used to compare the scores obtained from the scales. Results: 38% of the individuals participating in the study are in the 45-64, 36% are in the 65-74, and 26% are in the 75 and over age group. In the correlation analysis, a weak linear correlation was found between DAS score (high score indicates increased fear of death) and PUKI in the opposite direction (r=-0.216) and economic level perception (r= 0.238). In the correlation analysis, there was an inverse relationship between PUKI score (high score indicates increased sleep problem) and DAS, poor (r=-0.216), perception of quality of life, perception of health status, perception of adaptation to life, perceived age, education level and perception of economic level. Conclusion: According to the correlation analysis, there is a weak correlation between death anxiety and sleep quality in the opposite direction.
|
Bu çalışma, sağlık çalışanlarının D tipi kişilik yapısı ve
yaşam doyumunun ekip çalışma tutumu üzerine olan
etkisini belirlemek amacıyla yapılmıştır. Kesitsel tipte
yapılan bu araştırma, Yozgat’ta hastanede çalışan sağlık
personeli arasında 2021 Ocak ayında yapılmıştır. Araştırmaya n=312kişi katılmıştır. Veriler, Ekip Çalışması
Tutumları Ölçeği, D tipi Kişilik Ölçeği (DKÖ) ve Yaşam
Doyum Ölçeği-Yetişkin (YDÖ-Y) ile toplanmıştır. Veriler,
bağımsız örneklem t testi, tek yönlü ANOVA ve regresyon testleri ile analiz edilmiştir.Araştırmaya katılanların
%59.9’u kadın, %48.0’i 30 yaşından küçük, %54.5’i
hemşire/ebe, %64.7’si üniversite hastanesinde çalışmakta ve %58.7’si vardiyalı çalışmaktadır. EÇTÖ puan
ortalaması toplamda orta değerin çok üstünde
(4.08±0.54) olup, alt boyut puan ortalaması en yüksekten sırasıyla Liderlik (4.23±0.63), İletişim (4.12±0.60),
Durum İzlemi (4.11±0.58), Karşılıklı Destek (3.98±0.68)
ve Ekip Yapısı (3.91±0.64) olduğu görülmüştür. Çoklu
doğrusal regresyon analizine göre ekip çalışması tutumunu, öğrenim düzeyinin ve negatif duygulanımın artması, sosyal içe dönüklüğün ve bulunduğu birimdeki
çalışma süresinin azalması olumlu yönde etki ederken,
tersine doktor olmak olumsuz etkilemektedir. Ekip çalışması tutumu ile yaşam doyumu ve meslekte çalışma
süresi arasında önemli bir ilişki bulunmamıştır. Ekip
yapısı tutumu hariç diğer alt boyut tutumları da benzer
bağımsız değişkenlerden etkilenmektedir.Ekip çalışması tutumu, sağlık personelinin D-tipi kişilik yapısından,
bulunduğu birimdeki çalışma süresinden, meslekten ve
öğrenim düzeyinden etkilenmektedir.
|
Amaç: Bu araştırmanın amacı, yoğun bakım birimlerinde görev yapan hemşirelerde iş doyumu
ile D tipi kişilik yapısı, yaşam doyumu ve ruhsal durum arasındaki ilişkiyi saptamaktır.
Yöntem: Kesitsel türde yapılan bu araştırma, yoğun bakım birimlerinde çalışan hemşireler
arasında 2020 yılında yapılmıştır. Araştırmaya 294 hemşire katılmıştır. Veriler, “İş Doyumu
Ölçeği, D tipi Kişilik Ölçeği, Minnesota Yaşam Doyumu Ölçeği- Yetişkin ve Depresyon,
Anksiyete ve Stres Ölçeği” kullanılarak toplanmıştır. Verilerin analizinde, bağımsız gruplarda t
testi, Anova testi, korelasyon ve çok değişkenli lineer regresyon kullanılmıştır.
Bulgular: Araştırmaya katılan yoğun bakım hemşirelerinin yaşam doyumları orta (56.7) düzeyde
olup %53,7’sinin D tipi kişilik olumsuz duygulanım ve %44,2’sinin ise sosyal içe dönük olduğu
görülmüştür. Hemşirelerin depresyon, anksiyete ve stres puan ortalamaları toplam puana göre
düşük düzeydedir (sırasıyla 5,9/21, 5,0/21 ve 7,8/21). Yoğun bakım hemşirelerinin içsel iş
doyumları dışsal iş doyumlarından daha yüksektir. Çok değişkenli lineer regresyon analizine
göre içsel iş doyumunu, yaşam doyumunun artması ve meslekte çalışma süresinin uzaması
olumlu yönde etkilerken, olumsuz yönde ise anksiyete düzeyinin arması etkilemektedir. Dışsal
iş doyumunu ise olumlu yönde yaşam doyumu ve anksiyete düzeyinin artması etkilerken,
olumsuz yönde ise depresyon düzeyinin artması önemli bulunmuştur. Toplam iş doyumunu
olumlu yönde yaşam doyumunun artması, olumsuz yönde ise depresyon düzeyinin artması
etkilemektedir.
Sonuç: Yoğun bakım hemşirelerinin iş doyumunu, temelde yaşam doyumu olumlu yönde
etkilerken, D tipi kişilik yapısı ve stres arasında önemli bir ilişki saptanmamıştır.
|
Yaşlı bireylerin hastanenin fiziksel ortamına bağlı yaşadığı sorunlar ve yaşam kalitesini de içeren ilişkili faktörleri tespit etmektir. Araştırma kesitsel tipte olup, 2019 yılında üniversite araştırma hastanesi ile şehir hastanesine başvuran 65 yaş ve üstü yaşlılar arasında yapılmıştır. Araştırmaya 400 yaşlı alınmıştır. Veriler, sosyo-demografik veri formu, yaşam kalitesi kısa formu (SF12) ve hastane içi ve çevresi fiziki düzenlemelerin uygunluğunu belirleyen anket formu aracılığıyla elde edilmiştir. Anketler, araştırmacı tarafından görüşmeci aracılığıyla doldurulmuştur. Yeterli olma düzeyi ki-kare testi ve binary lojistik regresyon ile analiz edilmiştir. Araştırmaya katılanların %47.3’ü kadın, %67.5’i evli, %48.3’ü 65-69 yaş grubunda, %80.5’nin en az 1 kronik hastalığı bulunmakta ve %65.5’i yardımcı araç kullanmaktadır. Fiziksel ve ruhsal sağlık puan ortalaması sırasıyla 37.94 ve 41.85’dir. Yaşlıların %67.0’si hastane içi ve %23.8’i hastane çevresi düzenlemelerin güvenlik ve konforu için olumlu görüş bildirmiştir. Hastane içi düzenlemeleri yeterli düzeyde güvenli ve konforlu bulma olasılığı, şehir hastanesine başvuranlar, erkekler, evliler, il merkezinde yaşayanlar, fiziksel sağlık puanı yüksek olanlar arasında daha yüksek saptanmıştır. Yaşlıların üçte ikisi hastane içi düzenlemelerin güvenlik ve konforunu yeterli olarak değerlendirmiştir. Yaşlıların fiziksel yaşam kalitesi yükseldikçe hastaneyi fiziksel açıdan daha yeterli olarak değerlendirirken, ruhsal yaşam kalitesi arasında bir ilişki bulunmamıştır.
|
Amaç: Bu araştırma, hemşirelik öğrencilerinin ağrı deneyimleri ve baş etmede kullandıkları yöntemleri belirlemek amacıyla yapılmıştır.Gereç ve Yöntem: Tanımlayıcı olarak yapılan bu araştırma, hemşirelik bölümünde yürütülmüştür. Araştırma, örneklem seçilmeden hemşirelik bölümünde okuyan ve araştırmaya katılmayı kabul 264 öğrenci ile tamamlanmıştır. Veriler araştırmacılar tarafından hazırlanan öğrencilerin yaş, cinsiyet, ağrı yaşama durumları ve baş etmede kullandıkları yöntemlere ilişkin sorulardan oluşan anket formu kullanılarak toplanmıştır. Verilerin değerlendirilmesinde tanımlayıcı istatistikler ve ki kare testi kullanılmıştır.Bulgular: Araştırmaya katılan öğrencilerin %76.1'inin (kızların %84.1'i, erkeklerin %56.0'sı) ağrı yaşadığı, ağrı yaşayanların %52.7'sinin ağrı nedeniyle sağlık kuruluşlarına başvurduğu belirlenmiştir (p<0.05). Ağrı yaşayanların %46.8'inin (tüm öğrencilerin %35.6) okul günü kaybı yaşadığı, %70.6'sının (tüm öğrencilerin %53.8) günlük yaşam faaliyetlerinin etkilendiği saptanmıştır. Kız öğrencilerde daha fazla olmak üzere, en çok yaşanılan ağrının baş (%52.3), karın (%42.4) ve bel ağrısı (%33) olduğu tespit edilmiştir. Ağrı ile baş etmede ilaç kullanımının (erkeklerde %42.9, kızlarda %47.8) diğer yöntemlere göre daha fazla olduğu belirlenmiştir. Ağrı ile baş etmede, yurtta kalanlar daha çok ilaç kullanırken (%58.5), yurtta kalmayanlar ise ilaç dışı yöntemlere (%47.4) daha çok başvurmaktadır. Ağrı ile baş etmede, beslenmesine dikkat edenler (%80) dikkat etmeyenlere göre (%44.1) daha çok ilaç kullanmaktadır (p<0.05).Sonuç: Öğrencilerin ağrı nedeniyle genellikle sağlık kuruluşlarına başvurdukları, baş etmede yaygın olarak ilaç kullandıkları, ağrının günlük yaşam faaliyetlerini etkilediği ve okula devamsızlığa neden olduğu tespit edilmiştir. İlaçların yan etkileri nedeniyle, öğrencilerin ağrı ile baş etmede güvenilir geleneksel ilaç dışı yöntemler hakkında bilgilendirilmeleri ve bu yöntemleri kullanmaları konusunda desteklenmeleri önerilmektedir
|
Amaç:Dünyada, yüksek kan basıncı (YKB) kronik hastalıklar ve ölümler için majör risk faktörlerinin başında gelmektedir. Araştırmanın amacı, hipertansiyon (HT) hastalarına HT ile ilgili verilen eğitimin YKB kontrolü üzerine olan etkisini incelemektir. Gereç ve Yöntem:Bu bir müdahale araştırmasıdır. Araştırma, 2013 yılında Yozgat il merkezindeki Aile Sağlığı Merkezlerine (ASM) başvuran, HT hastaları arasında yapılmıştır. Araştırma, sözlü onam vererek araştırmaya katılmayı kabul eden n=241 kişi ile yapılmıştır. Kişilerin kan basıncı (KB) ölçülüp, sonra bu kişilere YKB'nin nasıl kontrol edilebileceği hakkında ferdi eğitim verilmiştir. Eğitimden bir ay sonra aynı kişilerin KB'si tekrar ölçülmüştür.Bulgular: Araştırmaya katılanların %53.9'u kadın, %86.7'si 50 yaş ve üzerinde, %46.9'u obezdir. HT hastalarının eğitim öncesinde %32'sinin HT'si kontrol altında değilken, eğitimden bir ay sonrasında bu oran %21.2'ye düşmüştür (p<0.05). Müdahale sonrasında, HT'si kontrol altında olmayanların sistolik kan basıncı (SKB) ve diastolik kan basıncı (DKB) ortalamaları sırasıyla 14.03 mmHg ve 6.49 mmHg bir düşüş gösterirken (p<0.05), HT'si kontrol altında olanların SKB ve DKB ortalamalarında bir değişim olmamıştır (p>0.05). Sonuç:HT'nin kontrol altına alınmasında, hemşireler tarafından yapılan bireysel eğitimin etkili olduğu görülmektedir. Aile hekimleri ve özellikle de hemşireler tarafından HT hastalarının izlenmesi, bilgi eksikliği ve davranış değişikliği konularında eğitim ve danışmanlık verilmesi önerilmektedir.
|
Esra ÖZKAN AKYÜZ, Hashem E. KHOSROSHAHİ,
MAHMUT KILIÇ , Halil İbrahim SERİN
Esra ÖZKAN AKYÜZ, Hashem E. KHOSROSHAHİ,
MAHMUT KILIÇ ,
Halil İbrahim SERİN
Amaç: Bu çalışmada astımlı çocuklarda aterosklerozun tespitinde kullanılabilen aort sertliği, esnekliği ve gerilimi ve bunların kalp fonksiyonları üzerindeki etkisi araştırıldı. Çalışma planı: Ocak 2012 - Kasım 2014 tarihleri arasında astımlı toplam 21 çocuk hasta (11 erkek, 10 kız; ort. yaş 11.3±3.2 yıl; dağılım 6-15 yıl) ve 17 sağlıklı çocuk (10 erkek, 7 kız; ort. yaş 12.8±3.8 yıl; dağılım 7-16 yıl) çalışmaya alındı. Abdominal ultrasonografi ile abdominal aortun sertliği, esnekliği ve gerilimi hesaplandı. Tüm çocuklarda ekokardiyografi çekildi. Bulgular: Kontrollere kıyasla, astımlı grupta aort sertliği daha yüksek iken, esneklik ve gerilim değerleri daha düşüktü. Aort gerilimindeki farklılığın %30.3'ü astım, %22.5'i nabız basıncı, %21.8'i orta duvar kısalma fraksiyonu ve %17.2'si sol ventriküler meridyonel duvar stresi ile ilişkiliydi. Sol ventrikül kütle indeksi ile meridyonel duvar stresi (r=0.934), miyokardiyal fiber stresi (r=0.918) ve ölçülen fiber stresi için tahmini orta duvar fiber kısalması (r=0.918) arasında güçlü ve doğrusal bir ilişki bulundu. Aort esnekliğindeki farklılığın %40.6'sı astım, %18'i sistolik kan basıncı ve %12.2'si meridyonel sistol sonu duvar stresi ile ilişkiliydi. Aort sertliğindeki farklılığın %24.7'si diyastolik kan basıncı, %20.3'ü ejeksiyon zamanı ve %17.4'ü yaş değişkeni ile ilişkili bulundu. Sonuç: Çalışma sonuçlarımıza göre, astımlı çocuklarda aort esnekliği ve gerilimi azalırken, aort sertliği artmaktadır. Bu nedenle, astımlı çocukların ateroskleroz gelişimi açısından yakından takip edilmesini önermekteyiz.
|
Bu çalışmanın amacı, kadınların evlilik uyumunun doğum sonrası depresyonla (DSD) ilişkisini çok değişkenli olarak incelemektir. Bu bir kesitsel araştırmadır. Bu araştırma, Yozgat il merkezindeki birinci basamak sağlık kuruluşlarına ve Devlet Hastanesi çocuk polikliniğine başvuran bir yaşından küçük bebeği olan evli kadınlar üzerinde yapılmıştır. Veriler, görüşmeci aracılığıyla Edinburgh Doğum Sonrası Depresyon Ölçeği (EDSDÖ), Evlilik Uyum Ölçeği (EUÖ) ve demografik verileri içeren anket formu uygulanarak toplanmıştır. Araştırmaya, verileri tam olan 236 kadın alınmıştır. EDSDÖ puanı 13 ve yukarı olanlar DSD kabul edilmiştir. Verilerin analizinde, binary lojistik regresyon kullanılmıştır. Araştırmaya katılanların %28'inin öğrenim durumu ilkokul veya daha alt düzeyde iken, yaş ortalaması 26.9±5.3 olup, yaş aralığı 18-45'dir. Araştırmaya katılanların %19.1'inde DSD belirtileri saptanmıştır. EDSDÖ puan ortalaması 7.5±5.0, EUÖ puan ortalaması 113.2±25.9'dur. EUÖ puanı arttıkça EDSDÖ puanı düşmektedir (r= -0.52, p<0.001). DSD görülme sıklığı, evlilik uyumu düşük olanlarda (%53.1) yüksek olanlara göre (%12.8) dört kat daha yüksektir. EUÖ puanı (OR:0.965, (OR:0.850, %95GA:0.738-0.979) ve öğrenim düzeyi (OR:0.636, %95GA:0.428-0.947) arttıkça DSD riski azalırken, eşin öğrenim düzeyi (OR:1.498, %95GA:1.0292.180) arttıkça DSD riski artmaktadır. Eşin yaşı, evlilik süresi, kadının çalışma durumu, ekonomik durum algısı, gebelik öncesinde depresyon geçirme, isteyerek gebe kalma, doğum biçimi ve gebelik süresi ile DSD arasında istatistiksel olarak anlamlı bir ilişkili bulunmamıştır. Kadınların doğum sonrasında depresyon belirtileri yaşamaları ile algıladıkları evlilik uyumu arasında bir ilişki olduğu saptanmıştır
|
AMAÇ: Hipertansiyon (HT), dünyada ki ölümlerin en başta gelen risk faktörüdür. Kan basıncı (KB) yüksek olanların yaklaşık olarak yarısı bu sorundan habersiz yaşamaktadır. Araştırmanın amacı, birinci basamak sağlık kuruluşlarına başvuranlarda HT prevalansı, farkındalığı ve kontrolünü etkileyen faktörleri değerlendirmektir. YÖNTEM: Bu bir kesitsel araştırmadır. Araştırma, 2011 yılında Yozgat il merkezindeki birinci basamak sağlık kuruluşlarına başvuran 18 yaş ve üzeri 1094 yetişkin arasında yapıldı. Veriler, intörn hemşireler tarafından anket uygulaması ve üst koldan sphygmomanometer ile KB ölçülerek toplandı. Verilerin analizinde korelasyon ve binary lojistik regresyon kullanıldı. BULGULAR: Araştırmaya katılanlarda HT prevalansı %37,6 ve HT farkındalığı %60,1’dir. Yaş ve vücut kitle indeksinin artmasıyla HT prevalansı artmaktadır. HT farkındalığı, kadınlarda, çalışmayanlarda, ekonomik durumu orta ve iyi olanlarda ve yaşı büyük olanlarda daha yüksektir. Daha önce KB’si yüksek saptananlar (%46,9) ile HT tanısı alanların (%41,7) yarıya yakınının KB’si kontrol altındadır. Yaşın artmasıyla yüksek KB’nin kontrol altına alınması zorlaşmaktadır. SONUÇ: Birinci basamak sağlık kuruluşlarına başvuranlardaki HT prevalansı, farkındalığı ve kontrol oranları topum geneliyle benzer düzeydedir. Toplumda HT farkındalığı ve kontrolünü artırmak için sağlık kuruluşlarına başvuranların KB ölçümünün sorgulanması, duruma göre KB’sinin ölçülmesi ve yüksek olanlara danışmanlık verilmesi önerilmektedir.
|