Objectives: This study aims to evaluate the distance between the median nerve and the hook of the hamate pre- and postoperatively in patients with carpal tunnel syndrome and to investigate the efficiency of magnetic resonance imaging in diagnosis and postoperative follow-up. Patients and methods: Median nerve decompression was performed by releasing the carpal tunnel in 15 patients (4 males, 11 females; mean age 51 years; range, 41 to 66 years) with carpal tunnel syndrome. The shortest distance between the median nerve and the hook of the hamate was measured with magnetic resonance imaging preoperatively and at three months after the operation and radial and ulnar translations were assessed. Findings were compared to those of a control group of 15 subjects (5 males, 10 females; mean age 52.2 years; range, 40 to 65 years). Results: Median nerve shifted ulnarwards in patients with carpal tunnel syndrome. An intragroup evaluation of five patients with thenar atrophy revealed that as disease severity increased, the degree of the nerve’s medial translation increased. Compared to preoperation, the median nerve significantly shifted to the radial side after decompression. Conclusion: In carpal tunnel syndrome patients, we observed significant ulnar translation of the median nerve and lateral translation after releasing the carpal tunnel. Magnetic resonance imaging may be used to establish a diagnosis and to assess operation success in advanced carpal tunnel syndrome patients who may recover slowly postoperatively.
|
PURPOSE Preoperative detection of intrahepatic bile duct (IHBD) variations is essential to reduce surgical mor-bidity and mortality rates. Magnetic resonance cholangiopancreatography (MRCP) is a noninvasive and reliable method for demonstrating the normal IHBD anatomy and its variations. This retrospec-tive study aimed to identify and classify novel variations, except those already reported in the liter-ature, using MRCP.METHODSMRCP examinations, which were conducted in two different centers in the last five years, were ret-rospectively evaluated. IHBD variations were recorded with respect to the Yoshida classification. In addition, newly detected variations that were not included in this classification were identified and classified.RESULTSMRCP examinations of 2624 patients were screened, and 2143 were determined to be eligible for evaluation. Of 2143 patients, 987 were males (average age, 54±18 years) and 1156 were females (mean age, 57±17 years). In this study, 10 novel variations that were not included in the Yoshida classification were identified in 14 patients.CONCLUSIONMRCP is an effective, reliable, and noninvasive imaging method for evaluating the IHBD anatomy and its variations. Novel variations described in this study may help to better understand the biliary anatom
|
Amaç: Rotator manşet yaralanmalarında en sık etkilenen tendon supraspinatus (SPS) tendonudur. SPS tendonunda rüptür sonrasında kasın kendisinde atrofi meydana gelmektedir. SPS kas alanının doğru ölçümünün, kas atrofisinin erken tanı ve tedavisinde önemli bir ölçüt olduğu düşünülmektedir. Alan ölçümleri genel olarak özel yazılımlar gerektiren iş istasyonlarında yapılmaktadır ve bu da yüksek maliyet gerektirmektedir. Bu çalışmada, SPS kas alanı ölçümünün değerlendirilmesinde bir iş istasyonu olan syngo.via ile hastanemizde de halen kullanılmakta olan yerli bir görüntü arşivleme ve bağlantı sistemi (PACS) olan EnlilPacs yazılımının sonuçları karşılaştırılmıştır. "Alan ölçümü yapmak için, iş istasyonu kullanılmadan, rütin rapor okumada kullanılan Enlilpacs ile iş istasyonu kadar güvenilir sonuçlar elde edilebilir mi?" sorusunun cevabını bulmak amaçlanmıştır. Gereç ve yöntem: SPS tendonunda tam kat rüptür olan 50 hastanın omuz manyetik rezonans (MR) görüntüleri değerlendirildi. Omuz MR görüntülemede rütin çekim protokolü kullanıldı. Sagital oblik T2 ağırlıklı görüntüler üzerinden, supraskapüler olukta, Y şekli içerisinde SPS kas alanları ölçüldü. Ölçümler kas iskelet radyolojisinde deneyimli iki farklı radyolog tarafından, iki farklı yazılım (syngo.via ve EnlilPacs) kullanılarak yapıldı. Elde edilen sonuçların ortalamaları karşılaştırıldı. Korelasyon ve güvenilirlik analizleri yapıldı. Bulgular: Ortalamalar arasında istatistiksel olarak anlamlı fark saptanmadı. Güvenilirlik analizinde ölçüm sonuçları açısından gruplar birbirleri ile iyi derecede tutarlı bulundu (Cronbach alfa=0.970). Korelasyon analizlerinde aynı yazılım kullanıldığında radyologlar arasında ve farklı yazılımlar kullanıldığında, yazılımlar arasında oldukça iyi korelasyon tespit edildi. En iyi korelasyonlar her iki kullanıcı için de iki farklı yazılım arasında idi. Sonuç: Alan ölçümü yapmak için yüksek maliyet gerektiren iş istasyonları yerine, yerli bir PACS sistemi olan EnlilPacs güvenle kullanılabilir.
|
von Hippel-Lindau hastalığı; retinal, spinal ve serebellar hemanjioblastom, renal hücreli karsinom, feokromositoma, pankreatik kist ve tümörler, endolenfatik kese tümörleri gibi benign ve malign tümörlerin gelişimi ile karakterize kalıtsal bir hastalıktır. Epididimde ve broad ligamentte kistler ve papiller kistadenokarsinom oluşabilir. Radyolojik görüntüleme yöntemleri von Hippel-Lindau hasta- lığının tanısında, tedavisinde ve takibinde önemli bir yere sahiptir. Bu yazıda, multi-organ tutulumları olan 32 yaşındaki bir erkek hastada, von Hippel-Lindau hastalığının radyolojik bulgularını paylaşmak amaçlanmıştır
|
Kazım Serhan KELEŞOĞLU, Suat KESKİN, Mesut SİVRİ, Hasan ERDOĞAN,
ALAADDİN NAYMAN , Mustafa KOPLAY
Kazım Serhan KELEŞOĞLU, Suat KESKİN, Mesut SİVRİ, Hasan ERDOĞAN,
ALAADDİN NAYMAN ,
Mustafa KOPLAY
Amaç: Nörofibromatozis tip 1 (NF1, von Recklinghausen hastalığı, periferal nörofibromatozis) öncelikle nöral dokular olmak üzere birçok sistemi tutan nörokutanöz bir hastalıktır. Çocuklarda kanser yatkınlığını artırması sebebiyle bilinmesi ve tanı konması önem kazanan bir sendromdur. Amacımız kliniğimizde incelenen nörofibromatozis tip 1 hastalarının kraniyal MRG bulgularını tartışmak ve mevcut bulgular eşliğinde nörofibromatozis tip 1'in kraniyal tutulum şekillerini değerlendirmektir. Gereç ve yöntemler: Haziran 2011 ve Mart 2013 tarihleri arasında kliniğimizde Nörofibromatozis tip 1 tanısı olan ve en az 1 MRG incelemesi bulunan 21 hastanın 19'u değerlendirilmiştir. 6-32 yaş aralığında (ortalama yaş 15,3), 7 kız ve 12 erkek hastadan elde edilen kraniyal MRG incelemeleri retrospektif olarak taranmıştır. Çalışmaya dahil edilen olgulardaki lezyonların tipi ve lokalizasyonları farklı bir radyolog tarafından yeniden değerlendirilmiştir. Bulgular: Nörofibromatozis tip 1 tanısıyla takip edilen ve kraniyal MR görüntülemeleri değerlendirilen 19 hastanın 16'sında santral sinir sisteminde hamartomatöz lezyonlar, 5 hastada optik gliom ya da optik sinir kalınlaşması, 5 hastada pleksiform nörofibromlar ve 2 hastada nörofibrom odakları izlenmiştir. Sonuç: Birçok farklı tümör ve bulgu içermesi ve en sık kalıtılan santral sinir sistemi hastalığı olması Nörofibromatozis tip 1'in tanı kriterlerinin ve lezyonlarının bilinmesini ve akılda tutulmasını gerektirmektedir. Klinik bulguları Nörofibromatozis tip 1 kriterlerini karşılamayan, tanı kriterlerindeki lezyonlar gelişmeyen veya tanı konurken şüphede kalınan hastaların tanısı ve hastalığın tümöral oluşumların gelişmesine olan yatkınlığı sebebiyle Nörofibromatozis tip 1 hastalarında MR görüntüleme bulguları erken ve doğru tanı açısından önemlidir
|
Amaç: Primer epiploik apandisit (PEA), klinik semptomla- rından dolayı akut apandisit ve divertikülit gibi hastalıkları taklit edebilen, nadir ve kendini sınırlayan bir hastalıktır. Bu retrospektif çalışmada primer epiploik apandisitin kli- nik ve radyolojik görüntüleme özellikleri tartışıldı. Yöntemler: Ağustos 2010 ve Aralık 2012 tarihleri arasın- da PEA tanısı alan 10 hastanın klinik, laboratuar ve bilgi- sayarlı tomografi (BT) bulguları gözden geçirildi. Bulgular: On hasta (1 kadın ve 9 erkek) PEA tanısı aldı. Yaş ortalaması 37,1 (15-63) yıl idi. İki hastada (%20) sağ alt kadran ağrısı, 7 hastada (%70) sol alt kadran ağrısı ve 1 hastada (%10) yaygın ağrı mevcuttu. Hiçbir hastada ateş yoktu. Sadece 2 hastada lökositoz görüldü. 3 hasta- da bulantı, 1 hastada kusma gibi gastrointestinal semp- tomlar vardı. Tüm hastalarda, BT’de yüksek dansiteli pe- riferik bir halka ile çevrili perikolonik yerleşimli yağlı kitle gözlendi. Tüm hastalarda semptomatik tedavi yapıldı. Sonuç: Atipik semptomları ve labaratuar bulguları olan akut karın ağrılı tüm hastalarda ( özellikle alt kadran ağrı- sı), PEA ayırıcı tanıda düşünülmelidir. Doğru tanı ve ge- reksiz cerrahi işlemleri önlemek için tanıda karakteristik görüntüleme bulguları olan BT kullanılmalıdır.
|
Seda ÖZBEK, Ali Sami KIVRAK,
ALAADDİN NAYMAN , Hasan ERDOĞAN, Mahmut ÇELİK, Mustafa KOPLAY
Seda ÖZBEK, Ali Sami KIVRAK,
ALAADDİN NAYMAN ,
Hasan ERDOĞAN, Mahmut ÇELİK, Mustafa KOPLAY
Amaç: Vakum destekli stereotaktik meme biyopsisi (VDSB), günümüzde giderek artan sıklıkla kullanılan, gereksiz eksizyonel biyopsileri önleyebilecek, basit, güvenli, minimal invaziv bir perkütan biyopsi yöntemidir. Bu geriye dönük çalışmanın amacı, mikrokalsifikasyonların tanısında kullandığımız VDSB ile ilgili deneyimlerimizi sunmaktır. Gereç ve Yöntem: Selçuk Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi'nde, 2010-2013 yılları arasında mamografisinde mikrokalsifikasyon saptanmış ve VDSB uygulanmış 46 olgunun dosya bilgileri geriye dönük olarak incelenmiştir. Mikrokalsifikasyonların özellikleri, VDSB uygulamaları sırasında ve sonrasında karşılaşılan erken ve geç dönem komplikasyonlar, histopatolojik sonuçlar, takip sonuçları değerlendirilmiş ve sonuçlar hasta sayısı, yüzde ve ortalama ± standart sapma olarak sunulmuştur. Bulgular: VDSB yapılan 46 olguya ait mamogramlarda en çok küme oluşturan pleomorfik (%32,6) mikrokalsifikasyonlar görülmüştür.VDSB'ye bağlı erken dönem komplikasyonlar %15,2 olguda ağrı, %2,2 olguda hematom, % 2,2 olguda ise ekimozdur. Olguların hiç birisinde geç dönemde komplikasyon ile karşılaşılmamıştır. 29 olguda (% 63) histopatoloji benign, 17 olguda (%37.0) ise malign olarak sonuçlanmıştır. 11(%23,9) olguda saptanan duktal karsinoma insitu, bir olguda (%2,2) saptanan lobüler karsinoma insitu, dört (%8,7) olguda saptanan atipik duktal hiperplazi göz önüne alındığında, toplam 16 olguda (%34,7) tümör henüz prekürsor iken veya hücre içi aşamada yakalanmıştır. Sonuç: VDSB, özellikle mamografik mikrokalsifikasyonların tanısında cerrahi biyopsilere göre öncelikle tercih edilebilecek minimal invaziv bir yöntemdir. Benign olgularda hasta için anksiyete ve morbidite kaynağı olabilecek gereksiz cerrahi girişimleri önlemekte malign olgularda ise klinisyene tedavi planında yol gösterici olmaktadır.
|
Pulmoner tromboemboli (PTE) sık görülmekle birlikte tanısındaki gecikme nedeniyle mortalitesi yüksek bir hastalıktır. PTE ve alt ekstremite derin ven trombozu (DVT) aynı patolojik sürecin iki parçası olmakla birlikte PTE nin %90 nedenini alt ekstremite DVT oluşturmaktadır. Bu çalışmanın amacı pulmoner BT anjiografide (BTA) PTE tespit edilen olgularda, alt ekstremite derin venlerinin indirekt BT venografi (BTV) ve RDUS ile değerlendirilmesi ve son iki incelemenin DVT tanısındaki yerini araştırmaktır. Prospektif olarak, Haziran 2009 ve mayıs 2010 tarihleri arasında, ön tanısında PTE olan ve pulmoner BTA de PTE tespit edilen 46 hasta çalışmaya dahil edildi. Pulmoner BTA sonrasında indirekt BTV incelemesi ayrı iki bölge (iliak krestler-femur başı arası ve popliteal bölge) alınarak, ek kontrast madde verilmeden yapıldı. Hastalar aynı gün içinde alt ekstremite venlerine yönelik renkli doppler ultrasonografi (RDUS) ile değerlendirildi. Hastaların aldığı radyasyon dozları hesaplandı. Çalışma dahilindeki 22 erkek (ortalama yaş: 48,7) ve 24 kadın (ortalama yaş: 63,4) toplam 46 hastanın tümünde PTE vardı. 46 hastanın 22 sinde RDUS de DVT saptanmış olup 4 hastada RDUS de trombüs varken BTV normaldi. 2 hastada da RDUS normal iken BTV de trombüs görünümü vardı. RDUS altın standart kabul edildiğinde indirekt BTVnin duyarlılığı: %81.8 seçiciliği: %91.6 olarak hesaplandı. İki tetkik arasında Kappa değeri: 0.738 olarak hesaplandı ve %87 tutarlılık olduğu saptandı. BTA çekimi için hastanın aldığı ortalama radyasyon dozu 2.43 mSv, indirekt BTV için verilen ek radyasyon dozu ise 0.457 mSv olarak hesaplandı. Kombine BTA-indirekt BTV yöntemi olarak adlandırılan inceleme tekniğinde çok yüksek duyarlılıkta olmasa bile yüksek seçicilik oranında, düşük dozda ek radyasyon verilerek DVT saptanabilmektedir.
|
Amaç: Bu çalışmanın amacı görüntüleme eşliğinde perkütan apse drenajı için trokar tip kateterin kullanımını pratikliğini ve ekonomik olup olmadığını araştırmaktır. Gereç ve Yöntem: Haziran 2008-Aralık 2010 tarihleri arasında farklı organ veya sistemlerde yerleşimli apsesi olan toplam 48 olgu, perkütan apse drenajı işlemi için girişimsel radyoloji ünitesine yönlendirildi. Hastaların tümünde yaş, apsenin yerleştiği organ veya vücut bölümü ve apse boyutu kaydedildi. Kırkiki (%87) olguda ultrasomografi eşliğinde, 6 (%13) olguda bilgisayarlı tomografi eşliğinde işlem yapılmış olup bir pediatrik hastada işlem sedasyon anestezisi (remifentanil, midazolam) diğer tüm hastalarda lokal anestezi (prilokain hidroklorür) uygulandıktan sonra gerçekleştirildi. Apse drenajının sağlandığı kateterizasyon işlemi, teknik olarak başarılı kabul edildi. Bulgular: Kırk sekiz hastada (25 erkek, 23 kadın; yaş ortalaması 52 yıl, yaş aralığı 2-82 yıl) farklı organ veya sistemlerde yerleşimli apselere trokar tip kateterle görüntüleme eşliğinde perkütan apse drenajı işlemi uygulandı. Teknik başarı tüm olgularda (%100) sağlandı. Hiçbir olguda işlem sırasında komplikasyon olmadı. Perkütan drenaj sonrası kateterlerin çıkartılma süresi 5-28 gün (ortalama 11.2 gün) idi. Splenektomi lojundaki apsesi başarılı bir şekilde drene edilen bir olgu dışında nüks apse saptanmadı. Sonuç: Vücudun farklı lokalizasyonlarında yerleşimli apselerin tedavisinde kolay uygulanabilir, tedavi maliyeti ucuz, komplikasyon riski az bir yöntem olan trokar tip kateterle görüntüleme eşliğinde perkütan apse drenajı öncelikli tercih olmalıd+ır.
|
Osteoid osteoma benign bir kemik tümörüdür ve genellikle etrafı reaktif sklerotik halka ile çevrili, 1 cm’den küçük nidusla karakterizedir. Sıklıkla femur ve tibia yerleşimli olmakla birlikte olguların %5 kadarı üst ekstremitede görülebilmektedir. Önceki yıllarda tedavisi genellikle açık cerrahi ile tümörün küretajı veya en-blok rezeksiyonu idi. Son yıllarda radyofrekans ablasyon gibi çeşitli minimal invaziv perkütan tedavi yöntemleri popüler hale geldi. Bu yazıda 19 yaşındaki osteoid osteomalı bir kadın hastada küçük kemiklerde radyofrekans ablasyon tedavisi sırasında karşılaşılan zorluklar anlatıldı.
|