|
Hemolytic uremic syndrome is a disease that often requires the transfusion of blood products. A child
(two and a half years old, boy) with Shiga toxin-associated hemolytic uremic syndrome who developed
respiratory distress after transfusion is presented. The patient was diagnosed with Transfusion-Related
Acute Lung Injury (TRALI) after eliminating other possibilities. Transfusions may be complicated by
a low rate of potential fatal transfusion-related reactions like TRALI.
|
Amaç: Renal transplantlı hastaların takibinde anemi yaygın görülmektedir. Renal transplantlı çocuklarda görülen anemi hakkında yeterli bilgi bulunmamaktadır. Bu çalışmanın amacı; transplantasyon sonrası çocuklarda kısa ve uzun dönem- de ortaya çıkan aneminin risk faktörlerini ve prevalansını değerlendirmektir. Gereç ve Yöntemler: Bu çalışma, Ege Üniversitesindeki böbrek nakilli çocuklarda yapılmıştır. Hematokrit düzeyinin yaşa göre 2 standart deviasyon altında olması anemi olarak tanımlanmıştır. Bulgular: Erken post transplant dönemde anemi insidansı %18 bulundu. Geç post transplant dönemde ortalama ola- rak 60 ayda %27.5 oranda anemi saptandı. Anemi insidansı post transplant 24.36,48 ve 60. aylarda sırasıyla %18.4, %23.3, %23 ve %27.5 bulundu. Takip süresince herhangi bir zamanda 71 (%67.6) hastada en az bir kez anemi tespit edildi. Transplantasyon sonrası herhangi bir dönemde kullanılan ACE inhibitörü ile anemi arasında ilişki saptanmadı. Do- nör tipi ve yaşı ile geç anemi arasında anlamlı bir ilişki bulunmadı. Diğer yandan, geç dönem anemi rejeksiyon öyküsüyle anlamlı ilişkili bulundu. Sonuç: Renal transplant alıcısı olan çocuklarda tahmini glomerül fi ltrasyon hızının düşüklüğü, transplantasyon sonrası sürenin uzunluğu ve rejeksiyon atağı anemi için risk faktörleridir.
|
Sağlık kurumlarında çalışmak, diğer iş yerlerine göre şiddete uğrama yönünden daha risklidir. Sağlık ortamında hekime ve sağlık çalışanlarına yönelik şiddet son yıllarda artış göstermektedir. Hastalar kadar hasta yakınlarının da sağlık çalışanlarına şiddet uygulama eğiliminde oldukları görülmüştür. Şiddet genel hastanelerin her bölümünde olmakla birlikte en sık acil, yoğun bakım ve psikiyatri kliniklerinde sergilenmektedir. Şiddet ile şiddete maruz kalan çalışanlarda hem şiddet sonrası fiziksel ve psikolojik sorunlar ortaya çıkmakta, hem de kuruma ekonomik maliyetleri olmaktadır. Bu çalışmada Ankara Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Hematoloji Onkoloji Eğitim Araştırma Hastanesinde 253 sağlık çalışanıyla yapılan bir çalışan memnuniyeti anketinin verileri kullanılarak fiziksel şiddet ile ilgili değerlendirmeler yapılmıştır. Ankete göre çalışanların %61.7’si güvensiz bir ortamda çalıştığını düşünmektedir. Güvenlik görevlilerinin %60’nın, hemşirelerin %21.7’sinin, asistan doktorların %12.5’inin, uzman doktorların %15.4’nün, sekreterlik işleri ile uğraşanların %15.2’nin fiziksel şiddete maruz kaldığı görülmüştür.
|
Fiziksel tespit ediciler; özellikle yoğun bakım ünitelerinde hastaların kendilerine zarar vermesini engellemek ve bakım ile tedavi girişimlerini uygulamak amacı ile uygulanmaktadır. Bu çalışma çocuk yoğun bakım hemşirelerinin fiziksel tespit edicilerin kullanımına ilişkin bilgi, tutum ve uygulamalarının düzeyini ve buna etki eden faktörleri incelemek amacıyla yapıldı. Bunun için Suen ölçeği kullanıldı. Bay hemşirelerin bilgi düzeyi, bayan hemşirelerden anlamlı derecede yüksek iken, tutum ve davranış puanına cinsiyetin etkisi yoktu. Tutum değerlendirilmesinde, hemşirenin fiziksel tespit uygulaması durumunda suçluluk hissetmesi konusunda %76.2 oranında olumsuz bir tutum gözlendi. Davranış değerlendirilmesinde hemşirelerin %33’ünün fiziksel tespit ediciyi bağımsız hemşirelik hizmeti olarak uyguladığı görüldü. Hemşirelerimizin fiziksel tespit edici kullanımına ilişkin bilgi düzeylerinin ve olumlu tutum sergilemenin orta düzeyde olmasına rağmen daha iyi davranış sergiledikleri görüldü. Günümüzde, hasta haklarının geçmişe nazaran daha etkin bir yaptırım gücüne sahip olması, hemşirelerin hem kendilerini hem de hastalarını koruyabilmeleri adına bu konuda araştırmalar yapılmasına ihtiyaç duyulmaktadır.
|
Yoğun bakım ünitelerinde, genellikle birden fazla organ sisteminin tutulduğu ve multidisipliner tedavi yaklaşımlarının zorunlu olduğu kritik hastalara hizmet verilmektedir. 14 yataklı ünitemizde 2 yıl içinde izlediğimiz 938 hastamızın değerlendirilmesini amaçladık. Yatış nedenleri olan hastalık gruplarına bakıldığında ilk üçünü Solunum Sistemi (%27.9), Nörolojik sistem (%24.3) ve zehirlenmeler (%16.7) oluşturdu. Yatan hastaların ventilatörde takip edilme oranı %32.9 idi. Takip edilen çocuklarda “beyin ölümü” tanısı konma oranı %0.7 iken mortalite oranımız %15 idi. Mekanik ventilasyon uygulanan 309 hastanın %30 (95)’u öldü. Yaş ile yatış süresi arasında negatif bir korelâsyon vardı. Ventilatöre bağlanma, yatış süresini istatistiksel olarak anlamlı bir şekilde uzatıyordu. Ventilatöre bağlanma, mortalite ihtimalini %30 artırıyordu. Sonuç olarak; prognozu iyi olmayan terminal hastaların yoğun bakıma devredilmesi, pediatrik yoğun bakım uzmanı yokluğu, hemşire sayılarındaki ciddi yetersizlikler, nozokomial enfeksiyonlar ve işleyişle ilgili sorun ve yaklaşım farklılıkları ülkemizde pediatrik yoğun bakım mortalitesini artırmaktadır.
|
Mehmet KARACAN, Haşim OLGUN,
MEHMET FATİH ORHAN , Nilgün DEMET ALTAY, Candan FERAİ ÖZTÜRK, Cahit KARAKELLEOĞLU, Naci CEVİZ
Giriş: Bu çalışmanın amacı, ilköğretim çağı okul çocuklarında tanı konulmamış doğumsal ve kazanılmış kalp hastalıklarının sıklığını belirlemektir. Gereç ve Yöntem: Çalışma grubu ilköğretim okullarına devam eden 7-15 yaş grubu, toplam 51.891 okul öğrencisi arasından 4,370 öğrencinin (%8,4) seçilmesi ile oluşturuldu. Öğrencilerin 2.081’i erkek, 2.289’u kız olup ortalama yaşları 10,7±2,4 yıl (6,8 -15,4 y) idi. Bulgular: Seçilen çalışma grubunda; çalışma tarihinden önce toplam 11 (%0,25) çocuk yapısal kalp hastalığı tanısı almış ve tedavi edilmişti. Çalışma sırasında (bir anket formu ile yapılan değerlendirme sonrasında) 405 (%9,3) çocuk ileri kardiyolojik değerlendirmeye gerek duyularak Çocuk Kardiyoloji ünitesine davet edildi. Davetimizi kabul edip ünitemize başvuran 153 (%37,8) çocuk ünitemizde değerlendirildi ve 21 çocukta (%13,7) doğumsal (%12,4) ve edinsel (%1,3) kalp hastalığı saptandı. Konjenital kalp hastalığı olan 5 çocuk cerrahi veya invaziv teknikler ile tedavi edildi, romatizmal kalp hastalığı olan iki hastaya penisilin proflaksisi başlandı. Başvuran hastalar arasında en sık tespit edilen kalp hastalıkları atriyal septal defekt ve mitral valv prolapsusu idi. Sonuç: Konjenital veya edinsel kalp hastalığı olan bazı çocuklar, hala tanı almadan okul çağına kadar gelebilmektedir. Tüm çocuklar okula kayıt esnasında dikkatli bir şekilde muayene edilmeli; konjenital ve edinsel kalp hastalığı olanlar tedavi edilmelidir. Böylece sportif faaliyetler ve sosyal aktiviteler esnasında meydana gelebilecek istenmeyen olayların gelişmesi önlenebilir. (Güncel Pediatri 2010; 8: 63-6)
|
|