Introduction: Teleradiology plays an essential role in theaccurate and prompt diagnosis of patients in the emergencydepartment (ED). This study aimed to analyze some factorsaffecting the use of teleradiology in EDs.Methods: We retrospectively examined computerizedtomography (CT) images taken in our ED over one month.We compared patients for whom emergency physicians (EP)requested an immediate report via teleradiology (group 1),and patients for whom they requested no report and assessedthemselves (group 2), in terms of demographic characteristics,complaints, outcomes, and re-admission.Results: The study population consisted of 1999 patients, 831in group 1, and 1168 in group 2. The patients in group 2 wereolder (42.87±25.12 years) than those in group 1 (38.78±25.03years) (p<0.01). The proportion of reports issued in forensiccases (85.8%) was significantly higher than that in non-forensiccases (p<0.05). EPs most commonly requested reports forpatients presenting to the hospital due to abdominal pain(p<0.05). EP requested significantly more reports for patientsadmitted to the hospital and for subjects who died (p<0.05).The re-admission rate among patients who were dischargedwithout teleradiology consultation was higher than there-admission rate of those who were discharged after theteleradiology consultation (p=0.01).Conclusion: Our findings show that teleradiology is most usedin forensic cases, for patients with abdominal pain, who areadmitted to clinics, and at after-hours.
|
Mehmet Eser SANCAKTAR, Mehmet ÇELEBİ, Mustafa BAKIRTAŞ,
MEHMET TURGUT
Mehmet Eser SANCAKTAR, Mehmet ÇELEBİ, Mustafa BAKIRTAŞ,
MEHMET TURGUT
Ekstranodal lenfomalar gastrointestinal sistemden sonra en sık baş boyun bölgesinde, Waldeyer lenfatik halkasında yerleşimgösterirler.Dilkökündekiyerleşimi ise oldukça nadirdir. 39 yaşında mobilya işçisi erkek hasta birkaç aydır olan yutma güçlüğü, konuşma bozukluğu ve uykuda nefesinde durma, boğulma hissi gibiyakınmalarla kliniğimize başvurdu.Sonzamanlarda nefes alma zorluğunun giderek arttığını ve özellikle sırtüstü yattığında boğulur gibi olduğunu söyleyen hastanın larengoskopik muayenesinde dil kökünü tama yakınkaplayan,epiglotularenkslümeninedoğruittiren, düzgün yüzeyli, yaklaşık 4x4 cm boyutlarında submukozal yerleşimli bir kitleyle karşılaşıldı. Diğer muayene ve laboratuar bulguları doğaldı. Özgeçmişinde başka bir hastalığı bulunmayan hastaya radyolojik tetkiklerden sonra hem tanısal hem de havayolunu rahatlatmaya yönelik genel anestezi altında direkt larengoskopiyapıldı.Dilkökündekidüzgünyüzeylisolid kitledenlümenesarkankısmıeksizeedildi,kitletekodak halinde idi ve diğer larengeal ve hipofaringeal yapılar doğaldı.Sorunsuzekstübeolanhastanınpatolojisonucu “malign diffüz büyük B hücreli lenfoma” olarak raporlandı. Kemoterapi ve sonrasında radyoterapi ile tedavisi tamamlandı. 1 yıllık takiplerinde nüks gözlenmedi. Waldeyer halkası yerleşimli kitlelerde lenfomalar akılda tutulmalıdır ve bu bölgede yerleşen lenfomalar hızlı büyüyüp havayolunu tıkadıklarından dolayı tedavi modaliteleri farklı olmasına rağmen geniş eksizyonları gerekebilir.
|
Amaç: Trafik kazalarına bağlı ölüm ve yaralanmalardan çocuklarımızı korumanın en önemli yolu araç içi güvenlik önlemleri almaktır. Bu çalışmada çocuk acil servisine başvuran ailelerin çocuk oto güvenlik koltuğu ve emniyet kemeri kullanımını Adıyaman iline özgü değerlendirmeyi amaçladık.Yöntemler: Çocuk acil servisine başvuran 200 hastanın ebeveynine çocuk oto güvenlik koltuğu ve emniyet kemeri kullanımı ile ilgili anket formu uygulandı. Uygulanan ankette çocuk oto güvenlik koltuğu olanlar grup 1, olmayanlar grup 2 olarak ayrıldı. Bulgular: Çalışma anketini verdiğimiz 200 hastanın 102'si (%51) çalışmaya dahil edildi. Grup 1'de 38 (%37,3) ve grup 2'de 64 (%62,7) hastanın olduğu görüldü. Grup 1'de ve grup 2'de formu dolduran ebeveynlerin (anne veya baba) yaş ortalamaları sırası ile 30,2±6 ve 35,6±7,8 idi (p<0,001). Ailedeki çocuk sayısı arttıkça (r=0,381 ve p<0,001), taşıtla yapılan seyahatlerde emniyet kemeri kullanım alışkanlığı arttıkça (r=0,286 ve p<0,001), çocuk oto güvenlik koltuğu kullanımının yasal zorunluluk olduğunu bilme oranı arttıkça (r=0,342 ve p<0,001) çocuk oto güvenlik koltuğuna sahip olma oranı yükselmektedir.Sonuç: Çocuk oto güvenlik koltuğu ve emniyet kemeri kullanımı bir tercihten ziyade zorunluluktur. Çocuk oto güvenlik koltuğu sahip olma oranının çalışmamıza dahil ettiğimiz olgularda oldukça düşük saptanması ailelerin çocuklarının güvenliği ile ilgili yeterli düzeyde bilgiye sahip olmamasına bağlandı. Bu konuda sağlık çalışanları tarafından yapılacak aile eğitimlerinin bu oranları artırmada en etkili faktör olacağı kanısındayız. Ayrıca çocuk oto koltuğu veya bunun gibi güvenlikle ilgili konularda vergilerin azaltılması kullanım sıklığının artışına katkılar sunabilir
|
Abstract: Very important developments related to polycythemia vera (PV) have occurred during the last two decades. The discoveryof Janus kinase (JAK) 2 mutations has changed both the diagnosis and clinical management of PV. Currently JAK2 molecular testingis essential in the diagnostic work-up and JAK2 mutation positivity is a major diagnostic criterion. The discovery of JAK2 mutationssuggested that abnormal JAK-STAT signaling was a pivotal feature in the pathogenesis of Philadelphia-negative myeloproliferativeneoplasms. This idea led to the development of JAK inhibitors. Currently ruxolitinib, a JAK1/JAK2 inhibitor, is also approved for PVpatients with hydroxyurea resistance or intolerance. International collaborations have made it possible to describe disease characteristicsand evolution better. Presently it is possible to quantify the symptomatic burden of the disease and to estimate prognosis. In spite ofthese developments, management of PV still largely depends on estimation of thromboembolic risk and trying to decrease the riskwith or without cytoreductive medications. Different approaches have been proposed by international disease experts for the diagnosis,thromboembolic risk estimation, and drug selection. This paper aims to review clinical aspects of PV and propose a managementalgorithm. The authors also point to still unresolved questions and unmet needs in diagnosis and management.
|
Amaç: Patent duktus arteriozusun (PDA) medikal kapatılmasında parasetamol tedavisinin güvenilirliğini ve etkinliğini değerlendirmek.Gereçler ve Yöntem: Çalışmaya hemodinamik anlamlı PDA saptanan ve ilk tedavi seçeneği olarak oral veya intravenöz parasetamol tedavisi alan 11 preterm bebek retrospektif olarak değerlendirildi.Bir kür parasetamol tedavisi 60 mg/kg/gün (4 doz, 3 gün) şeklinde uygulamıştı.Tedavi sonrası olguların ekokardiyografik ve laboratuvar bulguları değerlendirildi.Bulgular: Çalışmaya gebelik haftası 24-29 hafta arası olan 11 preterm bebek alındı. İlk kür tedavi sonrası oral parasetamol tedavisi alan 3 olgunun 2’sinde,intravenöz parasetamol tedavisi alan 8 olgunun 5’inde duktus kapanmıştı. İki kür parasetamol tedavisi sonrası oral parasetamol veya intravenöz parasetamol alan olguların tamamında duktus kapanmıştı. Tekrar açılma her iki grupta da saptanmadı. Tedavi süresince parasetamol tedavisine bağlı herhangi bir yan etki gelişmemişti.Sonuç: Oral veya intravenöz parasetamol tedavisi ucuz,kolay ulaşılabilir,etkin ve yan etkisinin az olması nedeniyle PDA’nın medikal kapatılmasında ilk seçenek olarak kullanılabilir. Ancak sonuçların genellenmesi için randomize,kontrollü çalışmalara ihtiyaç vardır.
|
Amaç: Bu çalışma, bir grup Türk kronik lenfositik lösemi (KLL) hastasında CLLU1 ekspresyonu ve floresan in situ hibridizasyon (FISH) analizinin prognostik etkisini değerlendirmektedir. Gereç ve Yöntemler: Yüz elli altı KLL hastası FISH yöntemiyle analiz edildi. Bu 156 hastanın 47'sinde ek olarak CLLU1 ekspresyonu incelendi. Sonuçlar klinik parametrelerle ilişkilendirildi. Bulgular: FISH aberasyonu, hastaların %62'sinde bulundu. Aberasyonların dağılımı del13q14 (%67), trizomi 12 (%27), del11q22 (%19), del17p (%8) ve 14q32'nin yeniden düzenlenmesi (%20) olarak bulundu. En yüksek mortalite, en kısa sağkalım süresi ve en fazla ilaç kullanımı del11q22 ve del17p grubunda idi. Homozigot 13q14 delesyonu, 14q32 yeniden düzenlenmesi ve yüksek CLLU1 ekspresyonu olan hastalar kısa sağkalıma sahipti. Sonuç: Sitogenetik/FISH analizi, KLL'nin prognostik değerlendirmesinde ve yeni genetik moleküler belirteçlerin belirlenmesinde halen etkili yöntemlerdir. del11q22, del17p, 14q32 yeniden düzenlenmesi ve homozigot del13q14'ün kötü prognostik etkisi gözden kaçırılmamalıdır. CLLU1'in KLL'de prognostik yeri tartışmalıdır. Çalışmamızda orta-kötü prognostik bir kriter olarak belirmesine rağmen, KLL'de rutin genetik testler arasına girebilmesi için daha fazla veri gereklidir.
|
Aim: he purpose of this study was to evaluate the demographic data and clinical features of patients diagnosed with deep neck infection over a one-year period and hospitalized for treatment in a tertiary training and research hospital.Material and methods: Files for cases treated and followed-up for deep neck infection in our pediatric department during 2017 were evaluated retrospectively. Age, sex, month of presentation, presentation symptoms, physical examination findings, laboratory results, radiological imaging, consultations requested from other departments, treatments administered, number of days of hospitalization, and complications developing were assessed from these case files.Results: Twenty-eight (63.6%) of the 44 patients hospitalized for treatment for deep neck infection in the pediatric department were boys, and 16 (36.4%) were girls. Patients’ mean age was 57.45 ± 44.35 (5-191) months. Mean duration of hospitalization and treatment was 8.2 ± 2.8 (4-14) days. The most common presentation symptom was swelling in the neck (65.9%), and the most common physical examination finding was cervical lymphadenopathy (81.8%). Tooth decay was present in 27.3% of patients. Consultations were most commonly requested with the ear, nose and throat department, while consultations were requested with the external diseases department for five patients (11.3%).Conclusion: The prevalence of deep neck infection has increased in recent years.Further studies are needed on the subject of deep neck infection, which may involve life-threatening complications. Physicians should pay closeattention to the relation between tooth decay and deep neck infection in all patients followed-up with a diagnosis of such infection.
|
Amaç: El-ayak-ağız hastalığı (EAAH); ateş, deri ve mukoza lezyonları ile seyreden, çocukluk çağının enteroviral döküntülü bir hastalığıdır. İyi seyirli ve kendiliğinden düzelme eğiliminde olmakla birlikte, nadiren sistemik tutuluma yol açabilir. Bu çalışmanın amacı, pediatri ve dermatoloji klinikleri tarafından EAAH tanısıyla takip edilen hastalara ait klinik deneyimlerimizi paylaşmaktır.Gereç ve Yöntem: Hastanemize Aralık 2014-Kasım 2015 tarihleri arasında ateş ve döküntü şikayeti ile başvuran hastalardan, klinik bulgulara dayanılarak EAAH tanısı koyulan hastalar prospektif olarak değerlendirildi. Hastaların yaşı, cinsiyeti, başvuru ayı, başvuru şikayeti ve süresi sorgulandı. Sistemik ve dermatolojik muayene bulguları, laboratuvar sonuçları, ekokardiyografi gibi ek inceleme tetkikleri gözden geçirildi.Bulgular: Çalışmaya toplam 39 hasta dahil edildi. Hastaların 19'u (%48,8) kız, 20'si (%51,2) erkek idi. Hastaların ortalama yaşı 29,8±27,9 (6155) ay olarak hesaplandı. Yaş aralığına göre hastaların 6'sı (%15,3) 0-12 ay arasında iken, sadece 3'ü (%7,8) 60 aydan büyüktü. Başvurular en sık Eylül, Haziran ve Ekim aylarında görüldü. En sık başvuru şikayeti; el ve ayaklarda döküntü (%100), ateş (%82,1) ve oral aft (%79,5) idi. Lezyonlar, en sık el (%94,9, n=37), ayak (%87,2, n=34) ve ağız içinde (%79,5, n=31) görüldü. Üç hastada (%7,7) kardiyak tutulum saptandı. Takiplerde 10 hastada (%25,6) tırnak değişikliği gelişti.Sonuç: Çalışmamız sonucunda ülkemizde EAAH'nin görülme yaşının önceki yayınlara nazaran küçüldüğü tespit edildi. Hastaların hastalığın şiddetini gösteren klinik ve laboratuvar bulgular açısından ayrıntılı değerlendirilmesi gereklidir
|
Aim: Having a healthy child is the most basic concern for parents, and their children being ill or showing signs of illness therefore causes them anxiety. Parents cannot generally be objective in assessing the growth of their own children. Children’s growth must be evaluated solely with appropriate measurements and assessment criteria. The purpose of this study is to investigate the growth of patients with suspected retarded growth presenting to the children’s health and diseases clinic.Material and Methods: One hundred patients presenting with retarded growth to the Adıyaman University Training and Research Hospital children’s health and diseases clinic were included in this study. Patients were evaluated for retarded growth through measurement of weight, height and head circumference.Results: One hundred patients, 49 boys (49%) and 51 girls (51%) presenting with retarded growth were enrolled in the study. Patients’ mean age was 47.62 ± 43.1 (3-192) months. The mean weight was 14.51 ± 7.9 (4.5-46.9) kg and mean height was 95.61 ± 23.14 (57-164) cm. Mean head circumference was 43.97 ± 2.6 (37-49) cm. In our observed population, the following measurements fell below the third percentile: Weight: 4 patients (4%); Weight and Height: 12 patients (12%); and Weight, Height and Head Circumference: 4 Patients (4%).Conclusion: An increasing number of concerned parents does not necessarily indicate any actual problem, or any abnormally high incidence of actual retarded growth and development than that might be expected from the literature. Well child visits must be performed and parents provided sufficient information on normal development.
|
Major depresif bozukluk gebelik sırasında ve doğum sonrası dönemde sıktır ve hiçbir antidepresan gebelikte kesin olarak güvenli kabul edilmediği halde birçok kadın reçeteli ya da reçetesiz olarak antidepresan ilaç kullanmaktadır. Önceki çalışmalar gebelik döneminde seçici serotonin geri alım inhibitörü (SSGİ) ya da serotonin ve norepinefrin geri alım inhibitörü (SNGİ) kullanımı ile bazı doğumsal kusurlar arasında bağlantılar olduğunu düşündürmüştür. VACTERL asosiasyonu bazı doğumsal anomalilerin şans eseri olarak beklenenden daha sık birlikte olduğu nadir bir doğumsal anomaliler grubudur. Tanı için vertebral (V), anal (A), kardiyak (cardiac, C), trakeoözofajiyel (TE), renal (R) ve ekstremite (limb, L) bölgelerinde en az üç doğumsal anomalinin bir arada bulunması gerekir. Bu yazıda, annesinin öyküsünden gebelikten önce venlafaksine başlayıp gebelik boyunca kullanmayı sürdürdüğü anlaşılan, VACTERL asosiasyonu olan yenidoğan bir kız çocuğu bildirilmektedir. Bu bebekte anal atrezi, patent duktus arteriyozus, trakeoözofajiyel fistül ve üst ekstremite anomalileri vardı. Yazarların bildiği kadarıyla bu gebelik döneminde SSGİ ya da SNGİ kullanılması ile bağlantılı olabilecek ilk VACTERL asosiasyonu bildirimidir.
|