Amaç: Yaşa bağlı maküla dejenerasyonu olan hastalarda serum YKL-40 düzeylerini değerlendirmek.
Gereç ve Yöntem: Bu çalışma, 72 yaşa bağlı maküla dejenerasyonu hastası (32 kuru tip ve 40 yaş tip yaşa bağlı maküla dejenerasyonu)
ve 42 kontrol olgu üzerinde yürütülmüştür. Serum YKL-40 düzeyleri, bir enzime bağlı immünosorbent assay (ELISA) kiti kullanılarak değer-
lendirilmiştir.
Bulgular: İki grup arasında ortalama yaş, cinsiyet dağılımı ve vücut kitle indeksi arasında anlamlı bir farklılık yoktu (p>0,05). Yaşa bağ-
lı maküla dejenerasyonu hastalarında serum YKL-40 düzeyleri 10,94±3,19 ng/mL ve kontrol grubunda 11,20±4,35 ng/mL idi (p=0,716). Yaşa
bağlı maküla dejenerasyonu alt grupları arasında serum YKL-40 seviyeleri açısından anlamlı bir farklılık gözlenmedi (p>0,05).
Sonuç: Yaşa bağlı maküla dejenerasyonu hastaları ile kontrol grubu bireylerin serum YKL-40 düzeyleri arasında anlamlı bir farklılık tes-
pit edilmedi. Ancak enflamasyon ve anjiyogenez de önemli bir yeri olan YKL-40’ın yaşa bağlı maküla dejenerasyonu patogenezindeki rolünün
daha iyi anlaşılabilmesi için aköz ve vitreus konsantrasyonlarının değerlendirildiği ileri çalışmalara ihtiyaç vardır.
|
In this study, a case of catheter-related bacteremia caused by Cronobacter sakazakii, which was
successfully treated with antibiotic therapy, was presented. Since 1989, cases of contamination of
powder infant formula caused by C. sakazakii have been reported. However, adult infections related to
C. sakazakii are exceedingly rare.
A 61-year-old male patient was in dialysis treatment with chronic renal failure and blood cultures were
taken from peripheral veins and catheter because of fever. At the same time, moxifloxacin (400 mg/day
iv) and ampicillin-sulbactam (1 g/day iv) were started as empirical therapy. One bacterium was detected
on blood cultures obtained from peripheral veins and catheters and this bacterium was identified as C.
sakazakii by the VITEK 2 Compact automated system. The species identification of the isolated strain
was confirmed by 16S rRNA sequence analysis. The treatment of the patient, who was thought to
represent a case of catheter-related bacteremia, was continued and the catheter was not removed since
subsequent cultures did not reveal any bacterial growth. To our knowledge, the presented case is the
first bacteremia related to C. sakazakii from Turkey. As a result, C. sakazakii is an infection agent that
we have recently encountered and may pose a threat to public health.
|
Bu çalışmanın amacı Viburnum opulus L. (Gilaburu) meyvesinin etanol, metanol, etil asetat, kloroform ve aseton ekstratlarının idrar örneklerinden izole edilen 45 Candida suşu üzerine antifungal etkinliğinin değerlendirilmesidir. 45 Candida suşu Ahi Evran Üniversitesi, Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Mikrobiyoloji Laboratuvarına enfeksiyon şüphesi ile gönderilen idrar örneklerinden izole edilmiştir. V. opulus (Gilaburu) meyveleri Kayseri ilinden toplanmış ve etil asetat, etanol, metanol, aseton, kloroform ve sulu ekstraktları hazırlanmıştır. Ekstraktların antifungal aktiviteleri oyuk agar yöntemi ile tespit edilmiştir. Oyuk agar yöntemi ile etkili olduğu tespit edilen ekstraktların minimal inhibisyon konsantrasyonları (MİK) broth mikrodilüsyon metodu ile belirlenmiştir. İdrar örneklerinden izole edilen 45 Candida suşunun 23'ü C. albicans, 22'si ise non-albicans olarak tanımlanmıştır. Yapılan çalışmada, etil asetat ve metanol ekstrakları 45 Candida suşunun 29'u üzerinde, etanol ekstraktları ise 35'i üzerinde etkili olduğu tespit edilmiştir. Etil asetat, etanol ve metanol ekstraktlarının MIC değerlerinin 500 µg/ml ile 1500 µg/ml olduğu tespit edilmiştir. Yapılan çalışma sonucunda Viburnum opulus L. meyvelerinin etanol, metanol ve etil asetat ekstraktlarının idrar yolu enfeksiyonuna neden olan Candida suşları üzerinde oldukça iyi antifungal aktivitesinin olduğu tespit edilmiştir. Sonuç olarak, V. opulus 'un fermente ürünlerinin antifungal ilaçlara alternatif olarak idrar yolu enfeksiyon şüpheli veya potansiyeli yüksek olan kişiler için doğal bir koruyucu olarak önerilebileceği düşünülmektedir
|
Amaç:Bu çalışmada bölgemizde 0-16 yaş grubu çocuk hastalarda üriner sistem infeksiyonuna neden olan
bakteriler ve antibiyotik direnç oranlarının belirlenmesi, çeşitli idrar analiz testlerinin kültür sonuçları ile birlikte
tanısal uyumunun değerlendirilmesi amaçlanmıştır.
Gereç ve yöntem:Mart 2015- Şubat 2016 tarihleri arasında üriner sistem infeksiyonu ön tanısı alan 0-16 yaş
grubu çocuk hastalara ait hem kültür hem de idrar analizi istemi olan toplam 982 idrar örneğinin sonuçları
retrospektif olarak incelenmiştir. Hastalara ait idrar kültürü sonuçları ile birlikte tam otomatik idrar analizatöründe
incelenen lökosit (≥10/mL) ve nitrit pozitifliği değerlendirilmiştir.
Bulgular:İdrar kültürlerinde üreme tespit edilen 196 hastada rastlanan bakteriler sıklık sırasına göre Escherichia
coli (%72), Klebsiella pneumoniae (%8.6), Proteus mirabilis (%7.6), Enterococcus spp (%7) ve diğer bakteriler
(%4.8) türleri olmuştur. E.coli ve K. pneumoniae izolatlarında amikasin, fosfomisin, nitrafurontain ve imipeneme
karşı direnç gözlenmemiştir ve en etkili antibiyotikler olarak tespit edilmiştir. Kültür sonuçları referans kabul
edilerek idrar analiz testlerinden lökosit ve nitrit pozitifliğinin tanısal sensitivite, spesifite, pozitif prediktif değer,
negatif prediktif değer ve doğruluk oranları hesaplanmıştır. Bu değerler lökosit için sırasıyla %64.3, %95, %76.4,
%91, %88.4 ve nitrit için %17.1, %99, %86, %83.5, %69.8 olarak hesaplanmıştır.
Sonuç:Bölgemizde, çocuk hastalarda antibiyotik direnç oranları diğer çalışmalara göre düşük bulunmuştur.
Yaptığımız karşılaştırmaya göre idrar analiz sonuçlarının tek başına tanı koydurucu olmadığını, direnç gelişiminin
önlenmesi amacı ile antibiyogramların yapılması ve takibi, hızlı tanı amacıyla kullanılan idrar analiz testlerinin
kültürün daha verimli değerlendirilmesinde yararlı olacağını düşünmekteyiz.
|
Amaç: Karaciğer biyopsisinin yanı sıra noninvaziv bazı biyokimyasal parametreler de kronik hepatit C (KHC) takibinde kullanılmaktadır. Bu çalışmanın amacı, daha önce tedavi edilmemiş kronik HCV hastalarında serum biyokimyasal belirteçler ve HCV RNA titreleri arasındaki ilişkiyi araştırmaktır.Gereç ve Yöntemler: Anti-HCV ve HCV-RNA pozitif 82 KHC hastası retrospektif olarak incelendi. Hastaneye başvurmuş herhangi bir hastalığı olmayan 82 sağlıklı birey kontrol grubu olarak belirlendi. Hasta ve kontrol grubundaki her bir bireyin, tam kan sayımı, total protein (TP), albumin (ALB), C-reaktif protein (CRP), ?-glutamil transpeptidaz (GGT), aspartat aminotransferaz (AST), alanin aminotransferaz (ALT) ve HCV RNA düzeyleri kaydedildi. Nötrofillenfosit oranı (NLR) ve 4 faktöre dayalı fibroz endeksi (FIB-4 endeksi) formüller kullanılarak hesaplandı.Bulgular: KHC hasta ve kontrol grubu arasında ALT, AST, GGT, TP, CRP, kırmızı hücre dağılım genişliği (RDW), lenfositler (LYM), trombositler (PLT), FIB-4 ve NLR değerlerinde anlamlı bir fark vardı (p<0.05). HCV RNA viral yük değerleri ile ALT (r=0,271; p=0,014), TP (r=-0,256; p=0,02), NEU (r=-0,365; p=0,01), WBC (r=-0,362; p=0,001) ve NLR (r=0,282; p=0,01) seviyeleri korelasyon gösterdi.Sonuç: ALT, AST, GGT, TP, CRP, RDW, LYM, FIB-4 and NLR değerlerinin CHC hastalarında arttığını, LYM ve PLT değerlerinin ise azaldığını bulduk. Ayrıca, ALT ve NLR seviyeleri KHC hastalarında HCV RNA titreleri ile korelasyon gösterdi. Bu sonuçlar noninvaziv biyokimyasal parametrelerin kronik hepatit C hastalığının takibine katkı sağlayabileceğini göstermektedir.
|
Amaç: Bu çalışmada hepatit B virüsü (HBV)-DNA düzeyleri ile biyokimyasal parametreler, yaş, cinsiyet, HBV serolojik göstergeleri arasındaki ilişki incelenmiştir. Gereç ve Yöntemler: Çalışmaya, kronik hepatit B hastalarından alınan HBsAg (+) 124 serum örneği dâhil edilmiştir. Örneklerde HBV-DNA düzeyi, HBV serolojisi, alanin transaminaz (ALT), aspartat transaminaz, gama-glutamil transferaz (GGT), lipaz, bilirubin, laktat dehidrogenaz, C-reaktif protein düzeyleri incelenmiştir. HBV- DNA düzeyi gerçek zamanlı polimeraz zincir reaksiyonu (PCR) ile serolojik belirteçler ise ELISA ile değerlendirilmiştir. Bulgular: Moleküler inceleme sonucunda 116 örnekte HBV-DNA varlığı tespit edilmiş, bunların %36,2sinin HBV-DNA düzeyinin 2000 IU/mLnin üzerinde olduğu belirlenmiştir. HBV-DNA düzeyi 2000 IU/mLnin üzerinde olan örnekler kadınlarda daha yüksek sıklıkta bulunmuştur. ALT düzeyinde artış saptanan HBeAg (+) hastaların %44,4ünde HBV-DNA düzeyi 2000 IU/mLnin üzerinde belirlenmiştir. ALT yüksekliği HBeAg (+) tüm hastalarda, HBeAg (-) olanların %24,4ünde ve anti-HBe (+) hastaların %25,5inde izlenmiştir. Yirmi yedisinde ALT artışı belirlenen 106 anti- HBe (+) hastasının 99unda PCR pozitif olarak saptanmıştır. HBeAg pozitifliği izlenen tüm örneklerde HBV-DNA (+) olarak belirlenmiştir. GGT dışındaki tüm biyokimyasal parametrelerde yükseklik, HBV-DNA düzeyi 2000 IU/mLnin üzerinde olan hastalarda 2000 IU/mL altındaki hastalara göre daha yüksek sıklıkta bulunmuştur. İstatistiksel olarak anlamlı bir ilişki sadece lipaz ile HBV-DNA düzeyi arasında belirlenmiştir. Sonuç: Enfektivitenin tespitinde HBeAg serokonversiyonu tek başına yeterli değildir, yanı sıra HBV serolojik testleri, HBV-DNA düzeyleri ve transaminaz seviyeleri ile birlikte hastanın klinik durumunun da tanıda değerlendirilmesi gerekmektedir.
|
Bakterilerde çoklu antimikrobiyal direncin gelişiminde aktif dışa atım pompa sistemlerinin büyük önemi vardır. Bu çalışmada, dışa atım pompa inhibitörü olan 1 -(1 -naphthylmethyl)-piperazine (NMP)'in gram-negatif bakterilerden Escherichia coli, Pseudomonas aeruginosa ve Klebsiella pneumoniae klinik izolat-larının siprofloksasin (CİP) minimum inhibitor konsantrasyonu (MİK) değerlerine olan etkinliklerinin araştırılması amaçlanmıştır. Çalışmaya, CİP'a dirençli 19 P.aeruginosa, genişlemiş spektrumlu beta-laktamaz (GSBL) pozitif 37 E.coli ve GSBL pozitif 13 K.pneumoniae izolatı dahil edilmiştir. Her bir izolatın CİP MİK değeri CLSI önerilerine göre buyyon mikrodilüsyon yöntemi ile belirlenmiş, daha sonra her bir izolatın CİP MİK değerleri 100 ug/ml NMP varlığında tekrar test edilmiştir. Çalışmaya alınan tüm izoiatların CİP MİK değerleri 4 ug/ml'ye eşit veya daha yüksektir. Çalışmada 100 ug/ml NMP varlığında P.aeruginosa izo-latlarının hiçbirisinin CİP MİK değerinin değişmediği gözlenmiştir. Buna karşın E.coli izolatlarının 22 (%59.4)'sinde 4 kat ve üzerinde, 14 (%37.8)'ünde ise 2 kat azalma saptanırken bir izolatın MİK değerinde değişme olmamıştır. NMP'nin ayrıca, K.pneumoniae izolatlarının 10 (%76.9)'unda 4 kat ve üzeri azalmaya, 3 (%23.1 )'ünde ise 2 kat azalmaya neden olduğu belirlenmiştir. Sonuç olarak NMP'nin, E.coli ve K.pneumoniae klinik izolatlarının CİP MİK düzeylerini önemli oranda azalttığı, ancak P.aeruginosa izolatlarının CİP MİK değerlerine etkisinin olmadığı saptanmıştır.
|