Amaç: Şiddet, yaşamımızın gerçeklerinden biridir ve en önemli sosyal sorunların
başında gelmektedir. Şiddet fiziksel, cinsel veya duygusal özellikte olabilmektedir.
Şiddet, flört ilişkisinde tecavüz, darp, tehdit etme, cinsel taciz ve duygusal kötüye
kullanma gibi farklı şekillerde gerçekleşebilir. Flört şiddeti de üzerinde yeterince
araştırılma yapılmamış bir alandır. Bu çalışmada Tıp Fakültesi 5. ve 6. sınıf öğrencileri
arasında flört şiddetinin sıklığı ve türünün belirlenmesi amaçlanmıştır.
Gereç ve Yöntem: Tanımlayıcı kesitsel özellikteki bu araştırmada; Mayıs-Haziran
2014 tarihleri arasında Bülent Ecevit Üniversitesi Tıp Fakültesi‘nde öğrenim gören 105
dönem 5 ve 6 sınıf öğrencisinden çalışmaya katılmayı kabul eden 88(83,8%) kişide
yapılmıştır. Araştırmacılar tarafından hazırlanan anket formuyla öğrencilerin sosyodemografik
özellikleri, flört içinde şiddet uygulama ve maruz kalma durumları
sorgulanmıştır.
Bulgular: Çalışmaya katılan 88 kişinin yaş ortancası 24 yıldır ve katılımcıların
33(%37,5)‘ü erkektir. Katılımcıların 69 (%78,4)‘unun daha önce veya şimdi flört
ilişkisi olmuştur. İlk flört yaş ortancası 17 (min:10, max:24)‘dir. Daha önce flört
yaşayanların 15(%22)‘i flört şiddetine maruz kalmamış ve uygulamamıştır. Şiddete
maruz kalanların 10 (%14,7)‘u fiziksel, 51 (%75,0)‘i duygusal, 9(%13,2)‘u cinseldir.
Şiddet uygulayanların ise 16(%20,6)‘sı fiziksel, 45(%66,2)‘i duygusal, 5(%7,4)‘i cinsel
şiddet uygulamıştır. En sık maruz kalınan (%33,0) ve uygulanan (%28,4) şiddet şekli
ise sesini yükselterek konuşmadır.
Sonuç: Bu çalışmada en sık uygulanan ve maruz kalınan şiddet şeklinin partnerine
karşı sesini yükseltmek, en sık görülen şiddet tipinin duygusal şiddet olduğu
belirlenmiştir.
|
Amaç: Obezite, dünyada önlenebilir ölümlerin önde gelen nedenidir. Ancak, hekimler obezite için yeteri kadar eğitilmiş hissetmemektedirler. Bu çalışmanın amacı, lisans tıp eğitiminde obezite derslerinin sayısını incelemektir. Gereç ve Yöntemler: Tıp fakültelerinde web adresini
kullanarak üç ana bölümün eğitim programlarındaki obezite başlıkları incelenmiştir. Bulgular: Obezite dersi sayıları 1 ve 6 aralığında bulunmuştur. Tıp fakültesinin yaşı ile obezite dersi sayısı arasında
bir korelasyon bulunmamıştır Çocuk Hastalıkları Anabilim Dalında obezite derslerinin sayısı iç hastalıklarından düşük saptanmıştır (p=0,02). İç Hastalıkları ile Genel Cerrahi Anabilim Dalı, Genel Cerrahi ve Çocuk Hastalıkları Anabilim Dalı arasında fark yoktu (p>0,05). Sonuç: Sonuç olarak, çocuk
hastalıklarında obezite eğitimi sayı olarak erişkin obezite eğitimine göre yetersizdir. Tıp eğitiminde hekimlerin obezite konusunda yeterli eğitimi alıp almadığını gösteren ileri çalışmalara ihtiyaç vardır.
|
Giriş: Yaşlı hastalardaki bilişsel bozulma, işlevsel kayıp için bir risk faktörü olarak tanımlanmıştır. Bu işlevsel bozukluk; demans, depresyon, anksiyete veya medikal hastalıkların belirtisi olabilmektedir. Bu çalışma; hastanede yatan yaşlı hastalarda bilişsel bozukluk sıklığını saptamak ve hastaların bilişsel durumları ile sosyodemografik değişkenler, günlük yaşam aktiviteleri, anksiyete ve depresyon arasındaki ilişkinin incelenmesi amacıyla yapılmıştır. Yöntem: Kesitsel ve tanımlayıcı özellikteki bu çalışmanın örneklemi Bülent Ecevit Üniversitesi Sağlık Uygulama ve Araştırma Merkezinde yatarak tedavi gören 65 yaş ve üstü 243 hastadan oluşmaktadır. Hastaları değerlendirmek için Sosyodemografik veri formu, Standardize Mini Mental Test (SMMT), Günlük Yaşam Aktiviteleri Ölçeği, Lawton Brody Enstrumental Günlük Aktiviteler Ölçeği, Geriatrik Depresyon Ölçeği (GDÖ) ve Beck Anksiyete ölçeği kullanılmıştır. Bulgular: Hastaların 106sı (%43,6) kadın, 137si (%56,4) erkektir. Hastalar, SMMT 23/24 kesme puanına göre iki gruba ayrılmıştır. Bilişsel işlev bozukluğu; ileri yaş, kadın cinsiyet, düşük eğitim ve sosyo-ekonomik düzey, kırsal kesimde yaşayan hastalarda istatistik olarak anlamlı olarak daha sık bulunmuştur. Bilişsel işlev bozukluğu olan grubun temel ve yardımcı günlük yaşam aktivitelerinde ve beslenmelerinde daha çok sorun olduğu, anksiyete ve depresyon puanlarının daha yüksek olduğu saptanmıştır. Çalışmamızda, bilişsel yıkım ve GDÖne göre olası depresyon sıklığı sırasıyla %56 ve %48 olmasına rağmen; hastaların sadece %10,5inin daha önce psikiyatri doktoruna başvurduğu, %9.3ünün psikiyatrik bir tedavi aldığı öğrenilmiştir. Sonuç: Bilişsel işlevler bozuldukça günlük yaşam aktiviteleri gerilemekte, beslenme bozulmakta ve bağımsız iş yapabilme kapasitesi olumsuz yönde etkilenmektedir. İleri yaş, kadın cinsiyet, düşük eğitim düzeyi ve sosyoekonomik düzey, kırsal kesimde yaşamak bilişsel işlevlerde gerileme ile yakından ilişkilidir. Yaşlılardaki bilişsel gerileme depresyon ve anksiyete ile de ilişkili olabilir. Çalışmamızın sonuçlarına göre; tıbbi hastalığı olan yaşlılardaki bilişsel sorunlar, depresyon ve diğer psikiyatrik sorunların fark edilmemesinin, yaşlı hastaların zihinsel sağlığını olumsuz etkileyebileceği kanaatindeyiz. Yaşlı hastalarla karşılaşan tüm hekimlerin tarama testlerini kullanarak bilişsel yıkım ve depresyonu taraması önemlidir.
|
|
Amaç: Kronik hepatit C hastalarının hepatit B enfeksiyonu ile karşılaşmış ve aşılanmış olma oranlarının belirlenmesi amaçlandı. Yöntem: Ocak 2001-30 Haziran 2008 tarihleri arasında başvuran ve anti-HCV (Hepatit C virüs antikoru) pozitif 223 hastanın HBsAg (Hepatit B yüzey antijeni), anti-HBs (Hepatit B yüzey antikoru), anti-HBcIgG (Hepatit B kor IgG antikoru), anti-HBcIgM (Hepatit B kor IgM antikoru), HBV-DNA (Hepatit B virüs DNA) ve HCV-RNA (He- patit C virüs RNA) serolojik belirteçleri bilgisayar veri tabanından saptandı. Bulgular: HBsAg, anti-HBs ile birlikte anti-HBc IgG ve izole anti HBcIgG pozitiflikleri sırası ile %4, %14.9, %17 idi. Hepatit B enfeksiyonu ile karşılaşmış olma ve aşılanmış olma oranları sırası ile %31.9, %26.2 idi. Bölgemizdeki kronik hepatit C hastalarının hepatit B ile karşılaşma ihtimali yüksek, ancak aktif bağışıklanmış olma oranı düşük bulundu. Sonuç: Kronik hepatit C hastalarında; kronik karaciğer hastalığının ilerleyişini olumsuz yönde etkileyen ve aynı bulaş yollarını kullanan hepatit B virüsünün varlığı serolojik yöntemle mutlaka araştırılmalıdır. Bu hastalar ve aile hekimleri hepatit B aşısı ile aşılanmaları konusunda uyarılmalı ve yönlendirilmelidir.
|
Giriş: Acil servise başvuran ve nörolojik hastalık tanısı alan geriatrik hastalarda, başvuru şikayetlerinin belirlenmesi, eşlik eden hastalıkların ve ilaç kullanım oranının saptamasıdır. Gereç ve Yöntem: Çalışma tanımlayıcı ve geriye dönük olarak planlandı. Hasta dosyalarından demografik özellikleri, bilinen hastalıkları, kullandıkları ilaçlar, nörolojik tanıları kayıt edildi. Bulgular: Acil servis başvurularında hastaların %58.78'ini geriatrik hasta grubu oluşturmaktaydı. Bu hastalar arasında nöroloji servisine yatışı yapılan 439 hastanın, 239'u (%54.4) kadın, 200'ü (%45.6) erkek idi. Eşlik eden hastalıklar açısından incelendiğinde sırası ile hipertansiyon 315(%71.8), koroner arter hastalığı 127(%28.9), diabetes mellitus 102(%23.2), geçirilmiş inme öyküsü 111 (%25.3), dislipidemi 37(%8.4), kronik obstrüktif akciğer hastalığı 35 (%8) hastada saptandı. Olguların 352'sinde (%80.2) düzenli ilaç kullanımı mevcuttu. Sonuç: Yaşlanma ile birlikte bireylerin kronik hastalık sayıları ve hastalıklarla ilişkili Komplikasyonları, kullandıkları ilaçlar ve yan etkileri artmaktadır. Yaşlı popülasyonda bu özelliklerin bilinmesi hastanın takip ve tedavideki başarısını artıracaktır. Ayrıca tedavi maliyetleri de azalacaktır.
|
Amaç: Kauçuk fabrikası işçilerdeki mesleksel maruziyetin, solunum sistemine etkilerinin incelenmesi amaçlanmıştır. Metod: Kauçuk fabrikasında çalışan 141 işçinin; anamnez ve fizik muayene sonrası solunum fonksiyon testleri (SFT) değerlendirildi. Bunların sonuçlarına göre astım düşünülen bireylere Peak Expiratory Flow (PEF) takibi ve cilt Prick Testi uygulandı. Bulgular:İşçilerin 116 (%82.3) erkek ve 25 (%17.7) kadındı. Maruziyetin yüksek ve daha az olduğu grup karşılaştırıldığında FEV1/FVC ve FEF2575(%)’deki düşüklük istatistiksel olarak anlamlı bulundu (p<0.05). İşçilerin 9(%6.3)’unda PEF takibinde değişkenliğin % 20’den fazla olduğu bulundu. Sonuç: Sonuç olarak, çalışmamızda kauçuk endüstrisinde toz ve dumanlara maruziyetin çalışmaya bağlı solunumsal semptomlar ve hastalık gelişimi ile ilişki olduğunu göstermektedir. Bu nedenle toz maruziyetinin azaltılması ve sigara bırakma önemli önlemlerdir.
|
AMAÇ: Acil servislerde, nörolojik hastalıkların tanısı için erken, hızlı ve multidisipliner yaklaşım oldukça önemlidir. Bu çalışmada acil servise başvuran ve nöroloji konsültasyonu istenen olguların özelliklerini değerlendirmeyi amaçladık. YÖNTEMLER: Çalışmaya toplam 780 hasta dahil edildi. Hastaların demografik özellikleri, acil başvuru ve nöroloji konsültasyon nedenleri, nörolojik tanıları, laboratuvar (hemoglobin, beyaz küre, platelet, kan glukoz, üre, kreatinin, eritrosit sedimentasyon hızı, D-dimer düzeyleri) ve görüntüleme incelemeleri retrospektif olarak hasta dosyalarından değerlendirildi. BULGULAR: Bilinç bozukluğu, nöroloji konsültasyonlarının en sık nedeni idi (%19.7). Bu hastaların, %27.9’una iskemik inme, %18.2’sine hipoksik ensefalopati, %9.1’ine serebral hemoraji tanısı konulmuştu. %11’inde ise nörolojik bir tanı düşünülmedi. Diğer sık nöroloji konsültasyonu istenen nedenler, vertigo, baş ağrısı, nöbet ve inme idi. Çalışma grubunun %43.7’sinde, klinik bulgular diğer sistemik nedenlerle ilişkili bulundu. Fokal nörolojik bulgular özellikle iskemik ve hemorajik inme, epilepsi ve hipoksik ensefalopati tanılarında saptandı. SONUÇ: Acil servislerde, fokal nörolojik bulguları bulunmayan bilinç bozukluğu olan hastalarda, ilk olarak metabolik nedenler dışlanmalıdır. Fokal nörolojik bulguların varlığında ise öncelikle intrakraniyal yapısal hastalıkların değerlendirilmesi gerekir. Dikkatlice oluşturulacak algoritimler ve nörolojik muayene eğitimleri, hastaların tanısında acil servis çalışanları için yararlı olacaktır.
|
Amaç: Yaşamın ilk 30 yılında travmaya bağlı ölümlerin %20-25’ini göğüs travmaları oluşturmaktadır. Bu çalışmada, üç yıllık süre içinde merkezimizde izlenen toraks travmalı olgular değerlendirildi. Çalışma planı: Çalışmaya, 2003-2006 tarihleri arasında toraks travması nedeniyle merkezimizde tedavi edilen, 15 yaş üzerindeki 282 hasta (240 erkek, 42 kadın; ort. yaş 41±16; dağılım 16-98) alındı. Hastalar yaş, cinsiyet, travma etyolojisi, klinik bulgular, eşlik eden yaralanmalar, ameliyat endikasyonları, uygulanan cerrahi girişimler, gelişen komplikasyonlar ve mortalite açısından incelendi. Bulgular: Yaş ortalaması erkeklerde 43±17 (dağılım 16- 98), kadınlarda 33±10 (dağılım 16-61) bulundu (p<0.001). Travmaların erkeklerde görülmesi anlamlı derecede fazlaydı (p<0.001). Olguların 175’inde (%62.1) izole toraks travması, 107’sinde (%37.9) multipl travma vardı. Olguların 242’sinde (%85.8) künt, 40’ında (%14.2) penetran travma görüldü. Yaralanma nedeni 164 hastada (%58.2) trafik kazasıydı. Künt göğüs travması geçiren 101 olguda ek yaralanma görüldü. İki olguda büyükbaş hayvanların neden olduğu penetran yaralanma görüldü. Penetran travma geçiren sadece iki kadın hasta vardı. Tedavi sırasında künt toraks travması geçiren yedi hastada ventilatör desteği kullanıldı. Penetran göğüs travmalarının tümünde, künt göğüs travmalarının 150’sinde (%62) tüp torakostomi kullanıldı. Toplam 11 hastada torakotomi ve sternotomi uygulandı. Mortalite beş hastada görüldü; bunların hepsinde primer patoloji göğüs travması dışındaki nedenlerdi. Pnömotoraks ve akciğer kontüzyonları ulusal kaynaklarda bildirilen oranlardan daha yüksek bulundu. Hiçbir hastada kalp yaralanması gözlenmedi. Sonuç: Künt travma nedenleri arasında ilk sırayı motorlu taşıt kazaları almış olduğundan, ülkemiz genelinde olduğu gibi Zonguldak’ta da trafik kurallarına uyum konusunda halkın bilinçlendirilmesinin gerekli olduğu düşünüldü.
|
Giriş ve amaç: Non alkolik steatohepatitli (NASH) hastalarda anti nükleer antikor (ANA) pozitifliği gösterilmiş olmasına rağmen, ANA pozitifliğinin prevalansı ve önemi halen tam olarak bilinmemektedir. Bu çalışmanın amacı NASH hastalarında ANA prevalansı ve ANA pozitifliğinin biyokimyasal parametreler ile ilişkisini incelemektir. Gereç ve yöntem: Histolojik olarak NASH tanısı almış toplam 55 hastanın laboratuvar verileri retrospektif olarak değerlendirildi. ANA Hep2 hücreleri ve maymun karaciğer dokusu kullanılarak indirek immunfloresan tekniği ile araştırıldı. 1:100 ve üzeri pozitif olarak değerlendirildi. Bulgular: Hastaların yaş ortalaması 43.1±10.4 yıl idi. Toplam 55 NASH hastasının 21'i (%38) kadındı. Hastaların ortalama vücut kitle indeksi (VKİ) 29.9±3.1 kg/m2 idi. ANA 55 hastanın 14'ünde (%25) pozitif bulundu. ANA pozitif ve negatif gruplar birbiri ile karşılaştırıldığında yaş, cinsiyet dağılımı, VKİ, ALT, AST, GGT, ALP, albumin, total kolesterol, trigliserid ve fer-ritin açısından gruplar arasında istatistiksel fark saptanmazken (p>0.05) globulin seviyesi ANA pozitif grupta istatistiksel olarak anlamlı yüksek bulundu (p<0.5). Sonuç: Çalışmamızda NASH'li hastaların dörtte birinde ANA pozitif saptanmıştır. ANA pozitif NASH hastalarında anlamlı olarak yüksek saptanan globulin değerleri NASH hastalığının seyrinde konakçı ile immun etkileşimi düşündürmektedir.
|