Leptospirosis is a zoonotic infection, caused by Leptospira interrogans. Clinical presentation may vary
from asymptomatic infection to Weil disease characterized by multiple organ failure. We described a
22-year-old case who had renal, hepatic and pulmonary involvement with leptospirosis. He presented
with hyponatremia and recovered by the treatment with penicillin G. We emphasized that early
diagnosis and management will be life saving.
|
AMAÇ: Asemptomatik kronik hemodiyaliz hastalarında kardiyovasküler hastalıklar sık izlemektedir. Kardiyovasküler hastalıkların tanısı için yeni kardiyak biyomarkerlere ihtiyaç vardır. Çalışmamızda, asemptomatik hemodiyaliz hastalarında troponin-T (Tn-T), kalp tipi yağ asit bağlayıcı protein (H-FABP) ve N-terminal pro-brain natriuretik peptid (NT-proBNP) ile klinik, ekokardiyografik ve laboratuvar parametreleri ile ilişkileri araştırıldı. GEREÇ ve yÖNTEMLER: Kardiyovasküler hastalıklar için asemptomatik olan toplam 60 hemodiyaliz hastası ve yaş ve cinsiyet açısından benzer 62 sağlıklı kontrol grubu çalışmaya alındı. Demografik özellikler kaydedildi ve Tn-T, H-FABP ve NT-proBNP ölçüldü. Klinik, biyokimyasal ve ekokardiyografik değerlendirme yapıldı. BULGULAR: Tn-T, H-FABP, NT-proBNP düzeyleri hemodiyaliz hastalarında belirgin olarak daha yüksekti. Kardiyak biyomarkerler ve sol ventikül hipertrofisi veya ejeksiyon fraksiyonu arasında ilişki saptanmadı (p>0.05). Ancak, >12914 pg/ml üzerindeki NT-proBNP düzeyi ile sol ventrikül hipertrofisi ilişkili bulundu. H-FABP, pulmoner hipertansiyon ve triküspit yetmezliğinde daha yüksekti (p=0.025). NT-proBNP, C reaktif protein (r=-41, p<0.01) ve albumin (r=-0.29, p<0.05) ile ters ilişkili saptandı. NTproBNP, hipertansif hemodiyaliz hastalarında daha yüksek saptandı (p=0.038). SONUÇ: Tn-T, H-FABP ve NT-proBNP düzeyleri asemptomatik HD hastalarında daha yüksek bulundu. Ancak kardiyak biyomarkerler ve kardiyak anormallikler arasında güçlü ilişkiler yoktur ve bu hastalarda kardiyak sorunlar için eşik değerler belirlenmelidir.
|
Gitelman sendromu hipokalemik metabolik alkaloz, hipomagnesemi, hipokalsiüri, sekonder hiperreninemik hiperaldosteronizm ve düşük kan basıncı ile karakterize, otozomal resesif geçiş gösteren bir tübülopatidir. Kazanılmış Gitelman sendromu ise çok daha nadir görülmekte ve genellikle otoimmün hastalıklarla ilişkili olarak veya böbrek nakli sonrasında gelişmektedir. Çölyak hastalığı ise etiyolojisi net olarak bilinmeyen, çevresel, immünolojik ve genetik faktörlerin etkisiyle gelişen bir enteropatidir. Çölyak hastalığı hipokalemiye neden olabilmektedir. Burada, hipokalemi nedeni araştırılırken hem Çölyak hastalığı hem de Gitelman sendromu tanısı alan bir olguyu sunduk.
|
Jinekomasti, bölgesel yağ birikimi ve glanduler dokunun proliferasyonunu ile olan, erkek memesinin büyümesi ile karakterize benign bir durumdur. Biz burada, kadaverik böbrek transplantasyonu sonrası gelişen tek taraflı jinekomasti olgusunu sunduk 2010 yılında böbrek transplantasyonu olan 37 yaşında bir erkek hasta, merkezimize tek-sağ taraflı jinekomasti bulgusu ile kabul edildi. Etkilenen memede ağrı, kızarıklık, akıntı yoktu. Greft fonksiyonu iyiydi. İlaçları siklosporin 200 mg/gün, mikofenolik asit 2000 mg/gün, prednizolon 5 mg/gün, doksazosin 8 mg/gün, metoprolol 50 mg/gün idi. Siklosporine bağlı jinekomasti düşünüldü ve siklosporin sirolimus ile değiştirildi. 2 ay sonra jinekomastide gerileme gözlenmedi. Sağ memeden yapılan ince iğne aspirasyon biopsisi benign sonuç geldi. Dokuların mikroskobik tetkikinde; östrojen ve progesteron reseptörleri güçlü pozitif geldi Kalsinörin tedavisi ile meydana gelen jinekomasti nadir bir durumdur. Fakat jinekomasti kalsinörin kesildikten sonra kalıcı olabilir
|
En sık izlenen elektrolit bozukluğu olan hiponatremi, sodyum ve su arasındaki mükemmel dengenin birçok farklı nedene bağlı olarak bozulması sonucu gelişebilmektedir. Hiponatremi tanı ve tedavisinde bu faktörlerin tespiti önemlidir. Hiponatremi ile ilişkili belirtiler çoğunlukla hiponatreminin gelişme hızı ve derinliğine bağlıdır. Akut hiponatremiye bağlı gelişen beyin ödemi ve kronik hiponatreminin hızlı düzeltilmesine bağlı gelişen osmotik demiyelinasyon artmış ölüm riskine neden olmaktadır. Bu nedenle uygun olmayan tedavi yaklaşımları morbidite ve mortalitede artışa yol açabilir. Yakın zamanda hiponatremi tanı ve tedavisi ile ilgili yeni kılavuz ve uzman görüşleri yayınlanmıştır. Ancak önerilerle ilgili tartışmalar hala sürmektedir. Biz bu derlemede, hiponatremi ile ilgili güncel gelişmeleri özetledik ve hiponatremi yönetimindeki farklı yaklaşımları tartıştık.
|
Öz Herediter renal hipoürisemi, üratın tübüler geri emiliminde azalma ve düşük serum ürat seviyeleri ile karakterize nadir görülen kalıtsal bir hastalıktır. Genellikle asemptomatik olmakla beraber egzersizle ilişkili akut böbrek hasarı ile komplike olabilmektedir. Bu olgu raporunda egzersizle ilişkili akut böbrek hasarı olan renal hipoürisemi olgusu tartışılmıştır.
|
AMAÇ: Hemodiyaliz (HD) hastalarında uyku bozukluğu ve bununla ilişkili solunum sıkıntısı sık görülmektedir. Beslenme alışkalığı ile uyku kalitesi arasındaki ilişki iyi bilinmemektedir. Bu çalışmanın amacı, uyku kalitesi ile beslenme alışkanlığı arasındaki ilişkiyi araştırmaktır. GEREÇ ve YÖNTEMLER: Çalışmaya 84 HD hastası alındı. Veriler, sosyo-demografik özellikler, biyokimyasal bulgular ve antropometri hakkında sorular içeren anket sayesinde toplandı. BULGULAR: Hastaların % 51,.2sinin uyku kalitesi kötü idi. Bu hastalar uyku kalitesi iyi olan hastalara kıyasla daha yaşlı idi (44,0±13,0 ve 37,4±11,8 yıl, p<0,01). uyku kalitesi iyi olan hastalar anlamlı bir şekilde daha fazla et, sakatat, peynir, yumurta ve meyve tüketmeydeydi (p<0,01). Kötü uyku kalitesi olan hastaların, albümin (p<0,01), pre-albümin, (p=0,02) ve total lenfosit sayısı (p=0,02) uyku kalitesi iyi olan hastalara kıyasla anlamlı bir şekilde daha düşüktü. Gastrointestinal şikayeti (abdominal şişkinlik) fazla olan hastaların uyku kalitesi bozuktu. SONUÇ: Beslenme durumu ile uyku kalitesi arasında ilişki mevcuttur. Uyku bozukluğu olan HD hastalarının beslenme durumları gözden geçirilmelidir.
|
Nefrotik sendrom venöz tromboembolizm gelişimi açısından bir risk faktörüdür. Daha çok genç hastalarda görülmesi ilgi çekicidir. Portal ven trombozunun nefrotik sendrom başlangıç bulgusu olarak ortaya çıkması oldukça nadirdir. 49 yaşında erkek hasta kliniğimize 1 haftadır karında şişkinlik hissi, yaygın ödem ve idrar çıkımında azalma nedeniyle kabul edildi. Hastaneye yatışı esnasında serum creatinin 2,1 mg/dl, proteinuria 3,2 g/dl, serum albümin 1,8 g/dl, ve trombosit sayısı 13.000/ml idi. Mikroscopik hematuri ve nefrotik düzeyde proteinüri mevcuttu. Doppler ultrasound ve dinamik magnetik resonans görüntülemesinde portal ven thrombozu, yaygın assit ve orta derecede splenomegali tespit edildi. Bu olguda biz, hızlı ilerleyen progresif glomerülonefritin başlangıç bulgusu olarak portal ven trombozunu yayınlamayı amaçladık.
|
|
AMAÇ: Bu çalışmanın amacı, nefrotik sendrom nedeni ile böbrek biyopsisi yapılan hastalarda, psödoanevrizma ve A-V fistül sıklığını, 16 G otomatik biopsi iğnesinin güvenilirliğini değerlendirmektir. GEREÇ ve YÖNTEMLER: Çalışmaya Ocak 2010 ile Aralık 2012 yılları arasında nefrotik sendrom tanısı nedeni ile böbrek biyopsisi yapılan hastalar alındı. Biyopsi işleminden sonra psödoanevrizma ve A-V fistül gelişip gelişmediğini değerlendirmek için işlem sonrası 12. saat, 24. saat, 6. ay ve 12. ayda hastalar renkli Doppler USG, hemogram, trombosit değerleri ve spot idrar tahlil sonuçları ile değerlendirildi. BULGULAR: Biyopsi işlemi sonrasında 12. Saat ve 24. saatlerde 59 hastada (% 89.2) klinik önem taşımayan perirenal, subkapsüler ve parenkimal kanama saptandı. 12. ve 24. saatlerde gözlenen mikroskobik hematüri oranı 6. ay ve 12. aylarda görülen mikroskobik hematüri oranına göre istatistiksel olarak anlamlı oranda yüksek saptandı (p<0.05). Ancak klinik olarak anlamlı kanama, hemogramda anlamlı düşme, makroskobik hematüri saptanmadı. Hastaların işlem sonrası takibi sırasında psödoanevrizma ve de A-V fistül saptanmadı. SONUÇ: Böbrek biyopsi işlemi sonrasında A-v fistül görülme oranı nadir olmamakla birlikte genellikle sessiz seyretmektedir. Klinisyenler yeterli doku elde etmek için ideal iğne kalınlığı ve görüntüleme yöntemi konusunda dikkatli olmalıdırlar. Güvenli işlem, hasta rahatlığı ve yeterli tanı materyali için USG eşliğinde 16-G otomatize böbrek biyopsi iğnesi kullanmalıdırlar.
|