Anterior spinal artery infarction is extremely rare in children; it is caused by the hypoperfusion of the anterior spinal artery, leading to ischemia. Patients typically present with acute paraparesis or quadriparesis, depending on the level of spinal cord involvement. In general, it is clinically diagnosed, and neuroimaging is used to confirm the diagnosis and exclude other conditions. There are only a few reports in the pediatric literature characterizing the etiology, diagnosis, treatment, and prognosis of spinal cord infarction. It is associated with moderate-to-severe disabilities and a high mortality rate. Here we report an unusual case wherein a 12-month-old male developed spinal cord infarction following surgery to repair the coarctation of the aorta. Spinal magnetic resonance imaging showed bilateral hyperintensity corresponding to the anterior horns of grey matter in the conus.
|
Amaç: Bu çalışmada, pediatrik açık kalp cerrahisi uygulanan hastalarda hiperlaktatemi sıklığının olası risk faktörleri, postoperatif morbidite ve mortalite ile ilişkisi araştırıldı. Materyal ve Metot: Bu çalışma Ocak 2008 ve Temmuz 2008 arasında kardiyovasküler cerrahi kliniğinde hipotermik kardiyopulmoner baypas ile açık kalp ameliyatı geçirmiş 45 ardışık pediatrik hastayı kapsadı. Her hastadan laktat analizi için preoperatif, intraoperatif ve postoperatif 1. ve 12. saat olmak üzere dört kan örneği alındı. Hastalar laktat düzeylerine göre yüksek laktat grubu (ortalama laktat düzeyi ≥3 mmol/L) ve normal laktat grubu (ortalama laktat düzeyi <3 mmol/L) olarak iki gruba ayrıldı. Hiperlaktatemi sıklığı, ilişkili risk faktörleri ve morbidite ve mortalite ile ilişki istatistiksel olarak analiz edildi. Bulgular: 45 olgunun, 33ü (%73.3) normal laktat (NL) grubuna ve 12si (%26.7) yüksek laktat (HL) grubuna dahil edildi. HL grubunda laktat düzeyleri ile mortalite arasında sınırda bir ilişki bulundu (p=0.052). Vücut yüzey alanı, yaş, düşük kalp debisi sendromu, intraoperatif ve postoperatif inotropik destek gereksinimi, mekanik ventilasyon süresi mortalite ile ilişkili risk faktörleri olarak belirlendi (p<0.05). Düşük kalp debisi sendromu, idrar çıkışı ve metabolik asidoz hiperlaktatemi ile ilişkili risk faktörleri olarak belirlendi (p<0.05). Sonuç: Yoğun bakım ünitesinde takip edilen hastalarda, laktat konsantrasyonu hastalık şiddeti için iyi bir göstergedir. Kan laktat düzeyleri rutin takipte kullanılabilecek bir parametre gibi görünmektedir.
|
Objective: Endothelial nitric oxide synthase (eNOS) gene is a candidate gene in cardiovascular and renal diseases. Several polymorphic varia- tions have been identified in eNOS gene. We investigated a potential role of arteriovenous fistula (AVF) thrombosis and intron 4 and G894T polymorphisms in chronic renal failure. Methods: We performed a case-control observational study involving 79 with/without AVF thrombosis in chronic renal failure patients. All sub- jects were genotyped by the polymerase chain reaction (PCR) and PCR-Restriction Fragment Length Polymorphism. Genotype distribution and allele frequencies were compared between groups using the chi-square test. Results: Genotype frequencies in patients with thrombosis were not significantly different from those of patients without thrombosis for eNOS G894T polymorphism (p=0.1). eNOS gene intron 4 a allele distributions seems to be associated with thrombosis in the groups. Conclusion: This study revealed that there was an association between eNOS intron 4 polymorphism and thrombosis in chronic renal failure patients. This data will be helpful in planning further eNOS association studies in vascular access thrombosis.
|
Amaç: Hemodiyaliz için oluşturulan el bileği arteriovenöz fistüllerin (AVF) olgunlaşmaları üzerine arter, ven çaplarının etkisini araştırmak ve fistül oluşturulduktan sonra ne kadar sürede kullanılabileceğini belirlemeye çalışmak. Gereç ve Yöntemler: Kalp ve damar cerrahisi kliniğinde ilk kez arteriovenöz el bileği düzeyinde fistül olusturulan 42 hasta çalısmaya alındı. Hastaların operasyon öncesi fizik muayeneleri yapılarak tüm hastalara ayrıca arteryel ve venöz üst ekstremite Doppler ultrasonografi (USG) yapıldı. Radial arter ve sefalik ven çapları ve radial arter debileri kaydedildi. Arter ve ven yapısı uygun olan hastalara el bileği düzeyinde snuff box ya da radiosefalik AVF oluşturuldu. Hastalar operasyondan tercihen 4 hafta ya da daha uzun süre sonra tekrar Doppler USG ile değerlendirildi ve sefalik ven debilerine göre 500 ml/dk altında ve üstünde olmak üzere iki gruba ayrılarak incelendi. Bulgular: Hastaların 17si kadın, 25i erkekti ve ortalama yaş 60,3±12,4 yıl idi. Hastalar iki gruba ayrıldı. Grup 1; fistül akımı 500 ml/dk ulaşan toplam 20 hasta, grup 2; fistül akımı 500 ml/dk altında kalan 16 hasta. Toplam 20 hastada hipertansiyon, 22 hastada diabetes mellitus mevcuttu. Hastalardan 3ü (%7) takip süresi içinde üremik komplikasyonlar nedeniyle öldü. Kalan 39 hastanın 36sı (%92) kontrolde fonksiyonel fistüle sahipti. Toplam 3 (%7) hastada ise hipotansiyona bağlı tromboz gelişti. Sefalik ven çapı başlangıçta daha yüksek olan hastaların fistül debileri daha fazla idi. Tartışma: El bileği düzeyi AVFler yüksek açıklık oranına sahip ve yeterli debiye kısa sürede ulaşabilen damar erişim yollarıdır. Sefalik ven bazal çapı ve sefalik vene turnike uygulandığında ulaşılan çap fistül olgunlaşmasını tahmin etmede kullanılabilir.
|
Amaç: Bu çalışmada kardiyopulmoner bypass (KPB) ameliyatında sistemik lökosit filtrasyonunun ameliyat sonrası erken dönem kalp fonksiyonları üzerine olan etkisi araştırıldı. Çalışma planı: Elektif koroner arter bypass cerrahisi (KABC) uygulanacak 30 hasta çalışmaya alınarak eşit sayıda iki gruba ayrıldı, gruplardan biri standart arteriyel hat filtresinin kullanıldığı kontrol grubunu, diğeri lökosit filtrasyonu uygulanan çalışma grubunu oluşturdu. Çalışma grubunda standart filtre ile lökosit filtresi paralel olarak KPB sistemine bağlandı ve reperfüzyon aşamasından itibaren lökosit filtrasyonu uygulandı. Elde edilen veriler uygun istatistiksel yöntem kullanılarak kıyaslandı. Bulgul ar: Gruplar arasında ameliyat öncesi ve ameliyat sonrası erken dönem veriler açısından farklılık yoktu. Benzer şekilde tam kan sayımı, miyokardiyal ve renal hasarın biyokimyasal belirleyicileri, sistemik ve koroner sinüs kanında malondialdehit düzeyi, hemodinamik ölçümler, inotropik destek ihtiyacı, mekanik ventilasyon süresi, yoğun bakım ünitesinde ve hastanede yatış süreleri arasında anlamlı farklılık bulunamadı. Periferik kanda nötrofil sayıları ile biyokimyasal miyokard hasar belirleyicileri arasında doğrusal bir ilişkinin bulunduğu saptandı. Sonuç: Elektif KABC uygulanan hastalarda reperfüzyon aşamasında ve sonrasında arteriyel hat üzerinden sistemik lökosit filtrasyonu uygulanması periferik kandaki lökosit sayısını yeterli düzeyde düşürememektedir ve yeterli miyokard koruması sağlamamaktadır. Bu nedenle lökosit filtrasyonunun elektif olgularda rutin kullanımı önerilmemiştir, ancak ameliyat sonrası komplikasyon gelişimine aday hastalarda uygulanması daha yararlı sonuçlar ortaya koyabilir
|