Giriş: SARS-CoV-2 (Severe Acute Respiratory Syndrome Coronavirus-2)’nin neden olduğu COVID-19 (Coronavirus Disease 2019) ile mücadelede sağlık çalışanları görevi gereği ön saflarda yer almaktadır. Bu mücadelede uzun çalışma saatleri ile hastaların tanı, tedavi, takip süreçlerinde hastalarla yakın temasta bulunarak yüksek riskli hale gelmektedirler. Bu çalışmanın amacı hastanemiz sağlık çalışanlarının antikor durumlarını inceleyerek ülkemizin epidemiyolojik verilerine katkıda bulunmaktır. Materyal ve Metod: 1 Haziran-30 Kasım 2020 tarihleri arasında Necmettin Erbakan Üniversitesi Meram Tıp Fakültesi Hastanesi’nde görev yapan sağlık çalışanlarının serum örneklerinden Anti-SARS-CoV-2 IgG/IgM, COVID-19 ELISA kitleri kullanılarak çalışıldı. Bu kişilerin nazofaringeal sürüntü örnekleri ise gerçek zamanlı polimeraz zincir reaksiyon (RT-PCR) ile test edildi. Bulgular: Çalışmamıza dahil edilen 741 sağlık çalışanının SARS-CoV-2 seroprevalansı %17.0 olarak saptandı. SARS-CoV-2 PZR testi negatif olan sağlık çalışanlarının %6.4 (33/515)’ünde, PCR testi yapılmayan sağlık çalışanlarının ise %3.9 (5/130)’unda seropoziflik tespit edildi. Sağlık çalışanları arasında en yüksek seroprevalansın hemşirelerde (%39.6), ardından hekimlerde (%23) olduğu görüldü. Sonuç: Sağlık çalışanlarında SARS-CoV-2 seroprevalansı topluma göre yüksek bulundu. Çalışmamız mesleki maruziyetin risk faktörü olduğunu ortaya koymaktadır. Hiç semptomu olmadığından PCR testi yaptırmayan sağlık çalışanlarında %3.9 seropozitiflik saptandı. Bu çalışanların asemptomatik veya subklinik infeksiyon geçirdiği varsayılırsa, nozokomiyal bulaş için risk oluşturmaktadır. Bu nedenle sağlık çalışanları hastanede çalışırken, infeksiyon hastalıklarında özellikle pandemi dönemlerinde kişisel koruyucu ekipman ve hijyen kurallarını doğru ve etkin şekilde uygulamalıdır.
|
Amaç: Parainfluenza virüslerinin (PIV) neden olduğu solunum yolu infeksiyonları bebek ve küçük çocuklarda başlıca morbidite ve hastanede yatış nedenleri arasında yer almaktadır. Bu retrospektif çalışmada alt solunum yolu infeksiyonu nedeniyle takip edilen çocuk hastalarda Parainfluenza virüs infeksiyonlarının sıklığının ve mevsimsel dağılımının araştırılması amaçlanmıştır. Hastalar ve Yöntem: Ocak 2014 - Aralık 2016 tarihleri arasında çeşitli çocuk kliniklerinde alt solunum yolu infeksiyonu ön tanısıyla ayaktan ve yatarak takip edilen 18 yaş altı hastaların nazofaringeal sürüntü örneklerinde PIV etkeni multipleks polimeraz zincir reaksiyonu (m-PZR) yöntemi ile çalışıldı. Bulgular: Çalışma sonucunda değerlendirmeye alınan 1983 çocuk hastadan 224’ünde (%11.3) solunum yolu örneğinde PIV tiplerinden herhangi biri tespit edilmiştir. Alt tiplerin dağılımına bakıldığında etken olarak en sık PIV-3 (%75) saptanmıştır. Bunu sırasıyla %15.17 ile PIV-4, %5.8 ile PIV-1 ve %4 ile PIV-2 takip etmektedir. Hastaların %75.9 oranında 5 yaş ve altında olduğu belirlendi. Mevsimsel dağılım incelendiğinde, PIV-3 ‘ün sıklıkla (%53.6) yaz aylarında, PIV-1 ve PIV-2’nin ise tamamına yakınının sonbahar ve kış aylarında görüldüğü belirlendi. Sonuç: Hasta grubunda sıklıkla alt solunum yolu infeksiyonu etkeni olan PIV-3 belirlendi. PIV’lerin neden olduğu solunum yolu infeksiyonu etkenlerinin m-PZR yöntemi ile belirlenmesi, klinisyenlere bu viral infeksiyonların tedavi ve korunmasında faydalı olacaktır.
|
Giriş: Hepatit C infeksiyonu kronikleşmesi durumunda siroz ve hepatoselüler karsinomaya ilerleme gösterebilmektedir. Hepatit C virüsü(HCV) genotip ve alt tiplerinin coğrafik bölgelere göre değişkenlik gösterdiği saptanmıştır. Epidemiyolojik öneminin yanı sıra HCV genotip tayini tedavi yanıtının ve süresinin belirlenmesinde önemli bir faktördür. Çalışmamızda Konya bölgesindeki üç yıllık süre boyuncagenotip dağılımını saptamayı amaçladık.Materyal ve Metod: 2016-2018 yılları arasında Necmettin Erbakan Üniversitesi Meram Tıp Fakültesi Mikrobiyoloji Laboratuvarımızdabulunan moleküler biriminde HCV RNA pozitifliği saptanan 241 hastanın sonuçları retrospektif olarak tarandı. Genotiplendirme içinplazma örneklerinden HCV-RNA izolasyonu üretici firmanın önerileri doğrultusunda otomatik izolasyon sistemi (EZ1 Virus Mini Kit v.2.0,Almanya) ile yapıldı; ters hibridizasyon temeline dayanan "line prob assay" (LIPA) yöntemi uygulandı. Viral yük tayini için HCV-RNAdüzeyleri gerçek zamanlı PCR yöntemi (Artus HCV QS-RGQ kit, Qiagen, Almanya) ile araştırıldı. Ayrıca AST ve ALT değerleri retrospektifolarak incelendi.Bulgular: Çalışmaya alınan 241 hastanın 116 (%48)’sı kadın, 125 (%52)’i erkek hasta olup, yaş ortalaması 56.1 ± 19.4 (aralık:16-90) yıl olarak belirlenmiştir. Hastaların HCV RNA düzeylerinin ortalama logaritmik değeri 5.7 ± 0.9 IU/mL (aralık: 2.71 x 102-17x106) olarak belirlenmiştir. AST düzeyinin ortalama değeri 50.5 ± 43.7 IU/mL, ALT düzeyinin ortalama değeri 63.4 ± 63.5 IU/mLsaptanmıştır.Hastaların %58.9’unda genotip 1b, %14.1’inde genotip 3a, %13.27’sinde genotip 1a, %4.1’inde genotip 2b, %1.2’sinde genotip4a tespit edilmiştir. Genotip 1, 2, 4 ve 5 ile infekte hastalarda sırasıyla alt tip tayini yapılamayanların oranı; %4.9, %1.2, %1.6 ve%0.4’tür.Sonuç: Çalışmamızda baskın genotip olarak, genotip 1b (%58.9) bulunmuştur. Bunu genotip 3a (%14.1) izlemektedir. Genotip 1 ileinfekte hastalarda viral yük değeri, diğer genotiplere göre anlamlı olarak yüksek bulunmuştur. Genotip değişiminin izlenmesi, tedaviprotokollerinin ve sürelerinin belirlenmesi açısından önemlidir.
|
Objectives: Hepatitis C virus (HCV) is an important viral agent ofhepatitis, cirrhosis and hepatocellular carcinoma. In our study, weaimed to determine the HCV genotype distribution among patientswith HCV who presented to our hospital in a city in the CentralAnatolia Region of Turkey.Materials and Methods: Results of 480 patients who were positivefor HCV RNA and whose serum samples were sent to our laboratoryfrom various inpatient and outpatient clinics of the hospital with apre-diagnosis of hepatitis C between January 2010 and May 2017were retrospectively screened. In HCV genotype determination,a commercially available kit (Ampliquality HCV-TS, AB Analitica®,Italy) based on Reverse Line Blot was used in accordance with themanufacturer’s recommendations. Genotype distributions wereanalyzed by years and by age. The first and only one test results ofthe same patients were evaluated.Results: Of the patients whose genotyping was made, 260(54.2%) were female and 220 (45.8%) were male. It was found that396 (82.6%) of 480 patients were with genotype 1b, 17 (3.5%) -genotype 1a, 15 (3.1%) - genotype 3a, 14 (2.9%) - genotype 1, 9(1.9%) - genotype 4, 8 (1.7%) - genotype 2, 6 (1.3%) - genotype2b, 5 (1.0%) - genotype 1a/1b, 4 (0.8%) - genotype 2a/2c, 3 (0.6%)- genotype 4a, 1 (0.2%) - genotype 3, 1 (0.2%) - genotype 5a and 1(0.2%) patient was with genotype 6.Conclusion: In chronic HCV patients admitted to our hospital,genotype 1b, which had the highest prevalence in our country, wasdetected with a rate of 82.6%. In addition, the presence of raregenotypes 5a and 6 in our country has been shown.
|
Amaç Çoğu viral olmak üzere çeşitli enfeksiyon etkenlerinin alıcıya bulaşması kan transfüzyonlarının en sık karşılaşılan komplikasyonudur. Bu etkenler asemptomatik, akut, kronik ve latent enfeksiyonlara neden olabilirler. Transfüzyon için güvenli kan hazırlığı, ayrıntılı donör sorgulaması ve tarama testleri ile yapılmaktadır. Ülkemizde kan ve kan ürünleri yasası gereği donörlerde bakılması zorunlu olan standart parametreler Anti-HCV, Anti-HIV 1/2, HBsAg ve VDRL/RPR'dir. Biz de çalışmamızda bu parametrelerle, Konya ilindeki HCV, HIV ve HBV prevalansını saptamayı amaçladık. Gereç ve Yöntemler: Ocak 2013-Nisan 2016 tarihleri arasında hastanemize kan vermek için başvuran toplam 79.099 donörün test sonuçlarını retrospektif olarak taradık.Bulgular:Tarananların %8,12'sinin (6.428) kadın, %91,88'inin (72.671) erkek olduğunu gördük. Donörlerin 646 (%0,82) tanesinde Anti-HCV pozitifliği, 45 (%0,06) tanesinde Anti-HIV 1/2 reaktifliği ve 2.225 (%2,81) tanesinde ise HBsAg pozitifliği saptadık. Sonuç:Çalışmamız sonucunda bölgemizde; Anti-HIV 1/2 reaktiflik oranlarının yıllar içinde değiştiğini, Anti-HCV ve HBsAg pozitiflik oranlarının yapılan diğer çalışmaların, en yüksek ve en düşük seropozitiflik oranları aralığında olduğunu görmekteyiz.
|
Amaç: Bu çalışmada, hastanemizde antiviral terapi almış/alan kronik hepatit B virüs (HBV) enfeksiyonu olan hastalarda ilaç direncinden sorumlu mutasyonların belirlenmesi, hastaların verilen tedavi ve HBV-DNA düzeyleri yönünden incelenmesi amaçlandı. Gereç ve Yöntemler: Necmettin Erbakan Üniversitesi Meram Tıp Fakültesi Hastanesi'nde Ocak 2010 - Ocak 2015 tarihleri arasında kronik hepatit B enfeksiyonu tanısı ile takip edilen hastalardan alınan ve hastanemiz mikrobiyoloji laboratuvarına gönderilen 131 örnek ters hibridizasyon temeline dayalı INNO-LiPA HBV DR v2 yöntemi ile çalışıldı ve sonuçlar retrospektif olarak incelendi. Bulgular: Yüz otuz bir örneğin 12'sinde (%9,1) mutasyon saptanmıştır. On örnekte lamuvidin direncine neden olan tirozin, metiyonin, aspartat, aspartat (YMDD) motif değişikliği belirlenirken bunların 7'si M204I tirozin, izolösin, aspartat, aspartat (YIDD), 4'ü M204V tirozin, valin, aspartat, aspartat (YVDD) şeklinde izlenmiştir. Altı örnekte çoklu mutasyon (birer örnekte M204V+M204I+L180I, YVDD+L180M+V/G173L, YIDD+L180M, YIDD+L80V; ikişer örnekte YIDD+L80I, YVDD+L180M), 3 örnekte tekli mutasyon (iki örnekte YIDD, birer örnekte N236T ve L80V) saptanmıştır. Direnç geni tespit edilen hastaların 6-12 ay sonra yapılan kontrol HBV-DNA düzeyleri incelenmiş ve 12 hastanın 11'inde DNA düzeyinde düşüş izlenmiştir.Sonuç: LiPA yöntemi ile sınırlı sayıda mutasyon incelenebildiği için, alınan ilaca karşı dirence neden olan farklı mutasyon paternlerinin saptanamayacağı, bu genleri saptamaya olanak veren sekanslama gibi ek bir yönteme başvurmanın faydalı olacağı kanaatine varılmıştır. Ayrıca ilaç direnci nedeniyle meydana gelen tedavi başarısızlığı sonucunda, daha önce kullanılmamış yeni bir ilaç ile tedaviye devam edilecekse, bu antivirale karşı direnç oluşturan mutasyonların da bulunma ihtimalinin göz ardı edilmemesi gerektiği düşünülmüştür
|
Amaç: Hepatit C virüsü (HCV) kor antijen testinin tanı değerinin antiHCV testi pozitif veya negatif olan hastalarda HCV ribonükleik asit (RNA) ile kıyaslanarak araştırılmasıdır.Gereç ve Yöntemler: Necmettin Erbakan Üniversitesi Üniversitesi Meram Tıp Fakültesi'ne Aralık 2010- Şubat 2012 tarihleri arasında başvuran ve çeşitli nedenlerle HCV RNA testi çalışılan 189 hastadan elde edilen serum örnekleri bu çalışmaya dahil edildi. İki mL serum örneği uygun koşullar altında saklandı ve anti HCV, HCV kor antijen ve strip immünblot testi [Ticari INNO LIA(TM) HCV Score testi (Innogenetics NV in Ghent, Belçika)] testleri çalışıldı. HCV RNA pozitif olan örneklere genotipleme yapıldıBulgular: Çalışmamızda HCV kor antijen testinin sensitivite, spesifite; negatif prediktif değer ve pozitif prediktif değerleri sırayla %96,2, %100, %97,3 ve %100 olarak tespit edildi. Genotipleme yapılan 65 örneğin 59'u genotip 1b, 2'si genotip 1a/1b, 1'i genotip 3a, 1'i genotip 4, 1'i genotip 2a/2c ve 1'i genotip 1a olarak tespit edildi.Sonuç: HCV kor antijen testi sensitivitesi ve spesifitesi yüksek, kolay uygulanabilir, güvenilir bir testtir. Bu test HCV enfeksiyonunun tanısında anti-HCV test sonuçlarının konfirmasyon ve tamamlayıcı testi olarak kullanılabilir.
|
Amaç: Rubella virüsü gebe kadınlarda intrauterin enfeksiyonlara neden olup fetüste teratojenik etki yapan bir virüstür. Gebelik öncesinde veya gebelikte tarama sırasında Rubella virüsüne karşı duyarlılığın saptanması ile istenmeyen fetal veya perinatal seyir önlenebilir. Bu çalışmada, Necmettin Erbakan Üniversitesi Meram Tıp Fakültesi'ne başvuran doğurganlık çağındaki kadınlarda rubella seropozitifliğinin yaş gruplarına göre dağılımı retrospektif olarak incelenmiştir. Gereç ve Yöntem: 1 Ocak 2013-31 Aralık 2015 tarihleri arasında çeşitli kliniklere başvuran 2151 kadının rubella IgG antikor düzeyleri enzyme-linked fluorescent assay (ELFA) yöntemi ile yaş gruplarına ayrılıp incelenmiştir. Bulgular: Araştırmaya dahil edilen kadınların 567'si (%26.3) 18-25 yaş, 1143'ü (%53.6) 26-35 yaş, 441'i (%20.5) 36-45 yaş grubunda yer aldı. 18-25, 26-35 ve 36-45 yaş grubundaki kadınlarda rubella IgG pozitiflik sayısı ve oranı sırasıyla 551 (%97.1), 1075 (%94.0) ve 394 (%89.4) olarak tespit edilmiştir. İncelenen toplam 2151 örneğin 2020'sinde (%93.9) rubella IgG antikor pozitifliği saptanmıştır. Gebe polikliniğinden gönderilen 1259 örneğin 1169'unda (%92.8) Rubella IgG pozitifliği görülmüştür. Sonuç: Çalışmamızda Konya'da doğurganlık çağındaki kadınlarda rubella seroprevalansının yüksek olduğu tespit edilmiştir. Gebelik öncesi seropozitiflik oranının artırılarak doğurganlık çağındaki kadınlarda rubella virüsüne karşı bağışıklığın sağlanması, konjenital rubella enfeksiyonunu önlemede etkili olacaktır. Bölgemizde bağışıklık oranlarının yüksek çıkması sevindirici olup ciddi konjenital enfeksiyon riskine karşı gebelik öncesinde seronegatif kadınların tespit edilerek aşılanması gereklidir
|
Amaç: Bu çalışmada, 0-18 yaş grubundaki hastalardan ishal, karın ağrısı, kusma ve ateş gibi şikayetlerle hastanemize başvurup akut gastroenterit ön tanısı alan; bunların içinde laboratuvarımıza virolojik tahlil için gönderilen dışkı örneklerinde rotavirus ve enterik adenovirusların bulunma sıklığını ve bazı demografik özelliklere göre dağılımını araştırmayı hedefledik. Yöntemler: Ocak 2013-Aralık 2015 tarihleri arasında Necmettin Erbakan Üniversitesi, Meram Tıp Fakültesi Hastanesi'ne başvurup akut gastroenterit ön tanısı alan 5156 pediyatrik hastaya ait laboratuvar kayıtları retrospektif olarak incelenmiştir. Dışkı örneklerinde rotavirus ve adenovirus antijenlerini aynı anda immünokromatografik olarak belirleyen VIKIA® Rota-Adeno (bioMérieux, Marcy l'Etoile, Fransa) kaset testi, üretici firma önerileri doğrultusunda kullanılmıştır. Bulgular: Toplam 5156 dışkı örneğinin 884 (%17.1)'ünde viral antijenler saptanmıştır. Pozitif saptananların 764 (%14.8) adedi rotavirus, 120 (%2.3) adedi adenovirus olarak belirlenmiştir. Örneğinde antijen saptanan hastalardan 412 (%46.6)'si kız, 472 (%53.4)'si erkektir. Antijen saptanan 884 hastada en sık pozitifliğin %42.1 ile 2-4 yaş (n=372) arasındaki hastalarda olduğu görülmüştür. Rotavirusa bağlı gelişen akut gastroenterit olgularının kış ve ilkbahar mevsimlerinde arttığı ve enterik adenoviruslara bağlı gelişen akut gastroenterit olgularının ise tüm yıl boyunca saptandığı gözlenmiştir.Sonuçlar: Yenidoğan ve küçük çocuklarda görülen ciddi gastroenteritlerin en yaygın sebebi olan rotavirusların, özellikle ilk 4 yaştaki ishal olgularında akla getirilmesi gerekmektedir. Etkenin tanısının hızlı konması, hastanın kliniğinin öngörülmesi ve tedavi yaklaşımı bakımından önemlidir. Enterik adenovirusların, sütçocukluğu ve çocukluk döneminde önemli bir gastroenterit nedeni olması; adenovirus antijenlerinin de araştırılmasını gerekli kılmaktadır. Yapılan bölgesel çalışmalar, epidemiyolojik bilgilere katkı sağlaması açısından önemlidir.
|
Listeria monocytogenes genelde zoonotik inf eksiyon etkenidir. Yaşlı ve bağışıklık sistemi baskılanmış hastalarda önem- li bir patojen olup, sağlıklı kişilerde çok nadir görülmektedir. Foliküler lenf oma ve kronik böbrek yetmezliği tanısı ile takip edilen 61 yaşındaki kadın hasta bilinç değişikliği ve ateş nedeniyle hastaneye yatırılmıştır. Hastanın f izik muayenesinde meninjiyal irritasyon bulguları saptanmıştır. Yapılan lomber ponksiyonda, beyin omurilik sıvısının (BOS) bulanık olduğu gözlenmiştir. BOS yaymasında, polimorf onükleer lökosit haki- miyeti olan bol lökosit görülmüş, mikroorganizma görülmemiştir. Hastanın hastaneye yatışından dört gün sonra kan ve BOS kültürlerinin her ikisinde de katalaz pozitif , oksidaz negatif , kokobasil görünümünde gram pozitif bakteri üremesi olmuştur. İzolatlar konvansiyonel yöntemlerle ve otomatize sistem (VITEK 2, bioMerieux, Fransa) ile L.monocytogenes olarak tanım- lanmış ve disk dif üzyon metodu ile yapılan duyarlılık çalışmasında, çalışılan tüm antibiyotiklere duyarlı oldukları gözlenmiş- tir. Ampirik olarak başlanan meropenem tedavisi, bakterinin duyarlı olduğu ampisilin ile değiştirilmiştir. Tekrarlanan kültür- lerde üreme olmayan hasta şif a ile taburcu edilmiştir. L.monocytogenesin, özellikle immün sistemi baskılanmış hastalarda menenjit ve bakteriyemi etkeni olabileceğinin akılda tutulması gerekliliğinin vurgulanması amacıyla bu olgu sunulmuştur.
|