Objective: The aim of study was to investigate the perception of pain associated with
renal biopsy with visual analog scale (VAS), and the factors that might influence pain perception.
Material and Methods: A total of 100 patients who had undergone native kidney biopsy in our hospital between May 2014-November 2016 were enrolled. Patients were not receiving analgesics,
sedatives, nonsteroidal anti-inflammatory drugs or antihistamines at the time of biopsy. Renal
biopsy was performed under ultrasound guidance following local anesthesia. Pain was rated by VAS
(1-10) when anesthetic agent was injected (VAS-1), when biopsy was performed (VAS-2), and 30
minutes after biopsy (VAS-3). Associations of clinical, laboratory, and radiological data with pain
scores were analysed. Results: A total of 100 patients undergoing renal biopsy were enrolled. VAS2 was found significantly higher than VAS-1, and VAS-3 scores. Patient age, past surgical history,
serum creatinine, biopsy side, vertical length and paranchimal thickness of the kidney in which
biopsy was performed, needle size, number of cores taken were not associated with VAS 1-2-3
scores. Proteinuria (≥3.5 g/dL) was found associated with VAS scores. Conclusion: Perception of
pain associated with renal biopsy was independent from many clinical and anatomical factors, and
was difficult to be predicted.
|
Leptospirosis is a zoonotic infection, caused by Leptospira interrogans. Clinical presentation may vary
from asymptomatic infection to Weil disease characterized by multiple organ failure. We described a
22-year-old case who had renal, hepatic and pulmonary involvement with leptospirosis. He presented
with hyponatremia and recovered by the treatment with penicillin G. We emphasized that early
diagnosis and management will be life saving.
|
AMAÇ: Asemptomatik kronik hemodiyaliz hastalarında kardiyovasküler hastalıklar sık izlemektedir. Kardiyovasküler hastalıkların tanısı için yeni kardiyak biyomarkerlere ihtiyaç vardır. Çalışmamızda, asemptomatik hemodiyaliz hastalarında troponin-T (Tn-T), kalp tipi yağ asit bağlayıcı protein (H-FABP) ve N-terminal pro-brain natriuretik peptid (NT-proBNP) ile klinik, ekokardiyografik ve laboratuvar parametreleri ile ilişkileri araştırıldı. GEREÇ ve yÖNTEMLER: Kardiyovasküler hastalıklar için asemptomatik olan toplam 60 hemodiyaliz hastası ve yaş ve cinsiyet açısından benzer 62 sağlıklı kontrol grubu çalışmaya alındı. Demografik özellikler kaydedildi ve Tn-T, H-FABP ve NT-proBNP ölçüldü. Klinik, biyokimyasal ve ekokardiyografik değerlendirme yapıldı. BULGULAR: Tn-T, H-FABP, NT-proBNP düzeyleri hemodiyaliz hastalarında belirgin olarak daha yüksekti. Kardiyak biyomarkerler ve sol ventikül hipertrofisi veya ejeksiyon fraksiyonu arasında ilişki saptanmadı (p>0.05). Ancak, >12914 pg/ml üzerindeki NT-proBNP düzeyi ile sol ventrikül hipertrofisi ilişkili bulundu. H-FABP, pulmoner hipertansiyon ve triküspit yetmezliğinde daha yüksekti (p=0.025). NT-proBNP, C reaktif protein (r=-41, p<0.01) ve albumin (r=-0.29, p<0.05) ile ters ilişkili saptandı. NTproBNP, hipertansif hemodiyaliz hastalarında daha yüksek saptandı (p=0.038). SONUÇ: Tn-T, H-FABP ve NT-proBNP düzeyleri asemptomatik HD hastalarında daha yüksek bulundu. Ancak kardiyak biyomarkerler ve kardiyak anormallikler arasında güçlü ilişkiler yoktur ve bu hastalarda kardiyak sorunlar için eşik değerler belirlenmelidir.
|
Böbrek nakilli hastalara uygulanan yoğun immünsüpresif tedavi bir çok enfeksiyon hastalığı riskinde artışa neden olmaktadır. Bu enfeksiyonlar arasında yer alan varisella virüs enfeksiyonu (VZV) primer veya reaktivasyona ikincil olarak yaygın deri tutulumu veya spesifik doku ya da organ tutulumu ile seyredebilmektedir. Yaygın VZV enfeksiyonuna bağlı mortalite %30'a varabilmektedir. Sitomegalovirüs (CMV) profilaksisi amacıyla kullanılabilen ve geniş spektrumlu antiherpetik bir ajan olan valasiklovir ve valgansiklovir CMV'ye ek olarak herpes simpleks virüs (HSV), VZV gibi diğer herpesvirüs enfeksiyonlarına karşı da koruyucu olduğu düşünülmektedir. Burada, çocukluk çağında VZV enfeksiyonu geçirmemiş olan ve böbrek naklinden 5½ ay sonra, valgansiklovir profilaksisi altında gelişen ve yaygın deri, karaciğer ve sol göz tutulumu gösteren VZV enfeksiyonlu hasta ve yönetimi sunulmuştur
|
Tirotoksik periyodik paralizi (TPP), artmış Na+/K+ ATPaz aktivitesi ile karakterize bir hipertiroidi komplikasyonudur. Yüksek miktarda potasyumun hücre içerisine kaymasına bağlı olarak halsizlik ve paralizi ile prezente olabilir. TPP tedavisinde acil potasyum replasmanı verilmekle beraber hastalığın fizyopatolojisinden sorumlu olan aşırı adrenarjik aktivitenin baskılanması da önemlidir. Atak sırasında hiperadrenerjik aktiviteyi baskılamak amacıyla beta bloker kullanımı güvenilir ve etkin bir tedavi seçeneğidir. Bu olgu raporunda potasyum replasmanına rağmen saatler içerisinde akut tetrapleji gelişen bir TPP olgusunu sunduk ve beta blokerlerin TPP tedavisindeki rolünü tartıştık
|
Kalıcı anatomik ve fonksiyonel tıbbi bozukluklar hastaların günlük yaşam aktivitelerini etkilemekte ve iş gücü kaybına neden olmaktadır. Bu sorunların ciddiyetine göre hastaların özür oranları belirlenmiştir. Bu çalışmada, özür durumu değerlendirilmesi için başvuran hastalardaki Nefrolojik sorun sıklığını, tipini ve yol açtığı özür derecesine göre dağılımını araştırmayı amaçladık.GereÇ ve yÖNTeMLer: 2009-2013 yılları arasında hastanemiz sağlık kuruluna maluliyet durumunun değerlendirilmesi amacıyla başvuru yapan toplam 3481 hasta retrospektif olarak incelendi. Özür durumları, 30.3.2013 tarih ve 28603 sayılı "Özürlülük Ölçütü, Sınıflandırması ve Özürlülere Verilecek Sağlık Kurulu Raporları Hakkında Yönetmelik" uyarınca değerlendirildi.Bulgular: 2009-2013 yılları arasında değerlendirilen toplam 3481 hastadan Nefrolojik problemi tanımlanmış olan 205 hasta (%5,9) saptandı. En sık izlenen Nefrolojik sorunun diyaliz gerektiren son dönem böbrek hastalığı olduğu saptandı (%37). SONUÇ: Nefrolojik sorunlar, özürlülük nedenleri arasında önemli bir yer almaktadır. Özellikle diyaliz gerektiren son dönem böbrek hastalığı, sıklığı ve iş gücü kaybı oranının yüksekliği ile dikkat çekmektedir. Nefrolojik hastalıkların önlenmesi, erken tanısı ve ilerlemesinin geciktirilmesi iş gücü kaybını azaltacak stratejiler arasında yer alabilir
|
Preemptif böbrek nakli sonrasında nativ böbrek fonksiyonu toplam böbrek fonksiyonuna hala katkı sağlayabilir ve tübüler bozukluk gibi nativ böbreklerdeki sorunlar nakil sonrası dönemde devam edebilir veya tekrarlayabilir. Bartter sendromu renal tuz kaybı, hipokalemi, metabolik alkaloz ve normotansif hiperreninemik hiperaldosteronozm ile karakterize nadir görülen kalıtsal bir tübülopatidir. Bu olgu raporunda, muhtemelen nativ böbrekteki tübüler bozukluğa bağlı nakil sonrasında tekrarlayan hipokalemi, hipomagnezemi ve metabolik alkaloz nedeni ile izlenen bir hastayı sunduk. Hasta böbrek nakli öncesi primer böbrek hastalığı açısından yeterince değerlendirilmemişti ve Bartter sendromu burada en muhtemel tanıydı. Böbrek nakli öncesinde primer böbrek hastalığının tanımlanması hastaların takibi için önemlidir
|
Jinekomasti, bölgesel yağ birikimi ve glanduler dokunun proliferasyonunu ile olan, erkek memesinin büyümesi ile karakterize benign bir durumdur. Biz burada, kadaverik böbrek transplantasyonu sonrası gelişen tek taraflı jinekomasti olgusunu sunduk 2010 yılında böbrek transplantasyonu olan 37 yaşında bir erkek hasta, merkezimize tek-sağ taraflı jinekomasti bulgusu ile kabul edildi. Etkilenen memede ağrı, kızarıklık, akıntı yoktu. Greft fonksiyonu iyiydi. İlaçları siklosporin 200 mg/gün, mikofenolik asit 2000 mg/gün, prednizolon 5 mg/gün, doksazosin 8 mg/gün, metoprolol 50 mg/gün idi. Siklosporine bağlı jinekomasti düşünüldü ve siklosporin sirolimus ile değiştirildi. 2 ay sonra jinekomastide gerileme gözlenmedi. Sağ memeden yapılan ince iğne aspirasyon biopsisi benign sonuç geldi. Dokuların mikroskobik tetkikinde; östrojen ve progesteron reseptörleri güçlü pozitif geldi Kalsinörin tedavisi ile meydana gelen jinekomasti nadir bir durumdur. Fakat jinekomasti kalsinörin kesildikten sonra kalıcı olabilir
|
En sık izlenen elektrolit bozukluğu olan hiponatremi, sodyum ve su arasındaki mükemmel dengenin birçok farklı nedene bağlı olarak bozulması sonucu gelişebilmektedir. Hiponatremi tanı ve tedavisinde bu faktörlerin tespiti önemlidir. Hiponatremi ile ilişkili belirtiler çoğunlukla hiponatreminin gelişme hızı ve derinliğine bağlıdır. Akut hiponatremiye bağlı gelişen beyin ödemi ve kronik hiponatreminin hızlı düzeltilmesine bağlı gelişen osmotik demiyelinasyon artmış ölüm riskine neden olmaktadır. Bu nedenle uygun olmayan tedavi yaklaşımları morbidite ve mortalitede artışa yol açabilir. Yakın zamanda hiponatremi tanı ve tedavisi ile ilgili yeni kılavuz ve uzman görüşleri yayınlanmıştır. Ancak önerilerle ilgili tartışmalar hala sürmektedir. Biz bu derlemede, hiponatremi ile ilgili güncel gelişmeleri özetledik ve hiponatremi yönetimindeki farklı yaklaşımları tartıştık.
|
Gitelman sendromu hipokalemik metabolik alkaloz, hipomagnesemi, hipokalsiüri, sekonder hiperreninemik hiperaldosteronizm ve düşük kan basıncı ile karakterize, otozomal resesif geçiş gösteren bir tübülopatidir. Kazanılmış Gitelman sendromu ise çok daha nadir görülmekte ve genellikle otoimmün hastalıklarla ilişkili olarak veya böbrek nakli sonrasında gelişmektedir. Çölyak hastalığı ise etiyolojisi net olarak bilinmeyen, çevresel, immünolojik ve genetik faktörlerin etkisiyle gelişen bir enteropatidir. Çölyak hastalığı hipokalemiye neden olabilmektedir. Burada, hipokalemi nedeni araştırılırken hem Çölyak hastalığı hem de Gitelman sendromu tanısı alan bir olguyu sunduk.
|