The use of spices in the treatment of health problems has been a tradition in the worldsince early ages. Alpinia officinarum Hance (galangal) and Zingiber officinale Roscoe(ginger) are aromatic plants, enriched with bioactive compounds providing the usage fortheir therapeutic properties. In this study, the ethanol and water (ultra-pure) extracts ofgalangal and ginger are used to determine the antimicrobial and antioxidant properties.Antioxidant effect was evaluated based on total antioxidant status performed by automated colorimetric measurement method and DPPH free radicals scavenging effects doneby spectrophotometric method; whilst antimicrobial effect was observed on Enterecoccusfaecalis, Escherichia coli, Staphylococcus aureus, Pseudomonas aeroginosa and Candida albicans. The results indicate that, both ginger and galangal extracts demonstrated effectiveantimicrobial and antioxidant properties. Their consumption may restrain the oxidationand prevent or delay the degenerative diseases as well as their extracts can be used as antimicrobial agents.
|
Viral acute gastroenteritis is a serious health problem worldwide with the high morbidityand mortality rates. In fact there is no available antiviral treatment for gastroenteritis alternatively, the use of probiotics on which have numerous benefits, has been on the increase recently. Therefore, to be able to identify the strains that can survive in viral acute gastroenteritis and their distinguishable features, seven strains of Lactobacillus spp. were isolated from the stool samples of 0-5 year old children with viral gastroenteritis in this study. Strains were identified by API 50 CH test. EPS production capacities, acid resistance, bile tolerance, antibiotic susceptibilities, and antimicrobial activities against Escherichia coli ATCC 25922 were determined in the order to investigate their probiotic features. Strains were characterized as Lactobacillus plantarum. All strains survived in De Man Rogosa and Sharpe (MRS) broth with adjusted pH values of 2 and 3, despite high inhibition rates (95.2-99.2% and 98.3-99.2%, respectively). Furthermore, all strains maintained their viability within MRS broth mediums that contain 0.15%, 0.2% and 0.3% bile (viability rates as 81.4-92.5%, 80.9-87.3% and 73.2-89.2%, respectively). Exopolysaccharide production (4.13-50.33 mg/mL) was observed in all strains except for 182a. No antimicrobial activity was detected against E. coli ATCC 25922. All strains experienced high sensitivity to erythromycin while showing resistance to vancomycin. In conclusion, L. plantarum strains obtained in this study can befurther investigated for describe other probiotic features and may be used for the production of new probiotic products to provide sufficient therapies in further studies.
|
Amaç: Enterik virüsler, gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerdebeş yaş altındaki çocuklarda sıklıkla rastlanan ve yüksekmortalite ve morbiditeye sahip akut gastroenterite nedenolurlar. Çalışmamızda. akut gastroenterit şikayeti olan 5yaşından küçük çocuklarda rotavirüs, enterik adenovirüs venorovirüs insidansının araştırılması amaçlandı.Gereç ve Yöntem: Çalışmamızda. 2012-2014 tarihleriarasında çocuk polikliniğine akut gastroenterit nedeniylebaşvuran beş yaş altı 982 çocuk hastanın dışkı örneklerindeELISA yöntemi ile rotavirüs (Meridian Diagnostics’in PremierRotaclone EIA), enterik adenovirüs (DAI- adenovirüs AntigenDetection. Diagnostic Automation Inc., ABD) ve norovirüsGI/GII (RIDASCREEN® Norovirüs (C1401) 3rd Generation,R-Biopharm Darmstadt, Almanya) antijen pozitifliğiaraştırıldı.Bulgular: Çalışmaya dâhil edilen toplam 982 örnekte viralantijen pozitifliği %38.0 (n=373) olarak belirlendi. Viralantijen taşıyan örneklerin %51.7 (n=193)’sinde rotavirüs%22.5 (n=84)’inde adenovirüs ve %19.3 (n=72)’ündenorovirüs antijen pozitifliği belirlendi. On iki (%3.2) örnekterotavirüs-adenovirüs, 9 (%2.4) örnekte rotavirüs-norovirüs ve3 (%0.8) örnekte adenovirüs-norovirüs birlikteliği belirlendi.6-36 ay arasındaki çocuklarda akut gastroenterit nedeniylehastane başvurunun yüksek olduğu görülmekle birlikte,özellikle 6-24 ay arasındaki çocuklarda viral insidansın dahayüksek olduğu belirlendi. Norovirüs ve enterik adenovirüssıklığı 6-36 ay arasında daha yüksek iken, rotavirüsün 6-47 ayarasında daha sık görüldüğü belirlendi. Mevsimsel dağılımaçısından rotavirüs kış ve ilkbaharda yüksek orandagörülürken, adenovirüs ve norovirüs kışın daha fazla olmaklabirlikte, tüm yıl boyunca salgınlar göstermektedir.Sonuç: Globalleşen dünyada rotavirüs salgılarının yanı sıraenterik adenovirüs ve norovirüs nedeniyle gelişenenfeksiyonların da insidansı giderek artmaktadır. Ülkemizdede epidemiyolojik verilerin artırılması ve gereksiz antibiyotikkullanımının önlenebilmesi için daha fazla viral gastroenteritetkeni ile ilgili çalışmalara gereksinim duyulmaktadır.
|
Probiotic microorganisms have many health-beneficial effects on gastrointestinal system and their therapeutic usage is becoming increasingly common in human and veterinary medicine. Many different species and strains of bacteria, yeast and even fungi have been extensively used as potential probiotics. Among the probiotic strains, Lactobacillus rhamnosus is one of the most commonly used strain for probiotic treatment and health promoting functions of this strain are well documented. To enhance therapeutic effects of probiotics, prebiotics have been extensively used. Prebiotics stimulate the proliferation of probiotics and this may have positive effects on the maintenance of the balance between pathogenic and nonpathogenic bacteria. In this study, we aimed to evaluate the effect of inulin and Auricularia polytricha aqueous extract on the proliferation of L. rhamnosus. For this purpose, L. rhamnosus was inoculated in three different MRS broth supplemented with inulin 5%, A. polytricha extract 5% and with the mixture of inulin 5% plus A. polytricha extract 5%. Our results indicated that L. rhamnosus was able to use inulin and fungus extract as a carbon source. Moreover,combined use of inulin and A. polytricha improved prebiotic efficacy.
|
A uricularia polytricha, also known as wood ear mushroom, is a macrofungus. The aim of study was to determine the antioxidant and antimicrobial activities of A. polytricha extracts with two different solutions. We used ethanol and distilled water as a solvent in order to prepare mushroom extracts. The water and ethanol extracts were evaluated for the total antioxidant status according to the procedures described in TAS Assay Kit (Rel Assay Diagnostics®, Turkey). Antimicrobial activity was investigated with disc diffusion method against two gram positive bacteria, two gram negative bacteria and one yeast. TAS values of ethanol extracts were determined higher than that of in distilled water extracts. In addition, it was observed that ethanol extracts have antimicrobial activity whereas water extracts have no antimicrobial activity. Ethanol extracts were more effective against Candida albicans (15.6 ± 1.5 mm) than other microorganisms. Significantly, ethanol extracts of mushroom showed antifungal activity. Among other four test microorganisms, Pseudomonas aeroginosa (13.1 ± 1.9 mm) had higher antimicrobial activity. In conclusion, the investigation of antioxidant and antimicrobial activities of edible mushrooms have become important for the discovery of new antimicrobial agents. A. polytricha has both antioxidant and antimicrobial properties against to C. albicans, E. coli, E. faecalis, P. aeroginosa, and S. aureus. And also, other positive contributions to health of this mushroom will be determined by means of the other studies planned
|
Amaç: Bu çalışmada, çeşitli servikal patolojiye sahip hastalarda gerçek zamanlı polimeraz zincir reaksiyonu ve DNA dizi analizi ile HPV tiplerinin sıklığının belirlenmesi ve filogenetik analizinin yapılması amaçlanmıştır. Gereç ve yöntemler: Çalışmaya Ocak-Ekim 2010 tarihleri arasında kolposkopi önerilen 77 adet hastaya ait servikal sürüntü örneği dahil edilmiştir. HPV DNA ve HPV tip 16 DNA' sı L1 bölgesi hedef alınarak gerçek zamanlı PCR ile belirlenmiştir. MY09/ 11 ürünlerinin amplifikasyonları gerçek zamanlı PCR ile GP5+/GP6+ primerleri, siyanin-5 işaretli HPV DNA ve HPV tip 16 DNA spesifik probları kullanılarak yapılmıştır. Dizi analizinde GP5+/GP6+ primerleri kullanılmıştır. Filogenetik analiz, Kimura'nın iki parametre yöntemi ile yapılmıştır. İstatistiksel analizinde ise Pearson'nun ki-kare ve odss ratio testlerinden yararlanılmıştır. Sonuç: Toplam 77 servikal örneğin 47 (prevalans %61)'si HPV DNA pozitif tespit edildi. Yetmiş yedi örneğin %52'si HPV 16; %4'ü HPV tip 16 ve tip 11; %1'i HPV tip 16 ve tip 6; ve %4'ü tiplendirilemeyen HPV DNA belirlenirken, %39'un da HPV'ye rastlanmadı. İnsan papillomavirus pozitif bulunan bireylerin yaşları 34-56 arasında olup, en fazla pozitişik %80,0 oranı ile 31-40 yaşları arasında belirlenmiştir. İnsan papillomavirus pozitişiğinin 41-50 yaşları arasında %52,2'e düştüğü, ancak 51-60 yaşları arasında tekrar %83,3'e yükselerek ikinci bir pik yaptığı görüldü. Ayrıca, 20 ASC-H'nin %60,0'ında; 36 ASC-US' un %63,8'inde; 9 HSIL'nin %100'ünde ve 12 LSIL'nin %25'inde HPV DNA pozitif olarak belirlendi. Yorum: Hastanemizde serviks kanseri ve prekanseröz lezyonları olan kadınlarda HPV genotip dağılımının araştırılması önemlidir. Gelişen teknolojik yöntemler kullanılarak İnsan papillomavirusunun erken tanısı, prekanseröz lezyonların invaziv kanser haline dönüşmesini önlemek için anahtar rol oynamaktadır.
|
İnsan Papilloma Virüsü (HPV), zarfı olmayan, sferik protein kapside sahip ve çift sarmallı DNA tașıyan bir virüstür. Fonksiyonel olarak aktif erken ve geç proteinler, erken (E) ve geç (L) gen bölgelerin- den olușturulur. Viral integrasyon tipik olarak E1 ve E2 bölgelerin- de meydana gelmektedir. E6 proteininin hücresel P53 proteinine; E7 proteininin ise Rb proteinine bağlanarak onkogenez mekaniz- masında rol aldığı bilinmektedir. HPV, sadece cinsel yolla değil, aynı zamanda kontamine yüzeylerle indirekt, ciltteki lezyonlarla direkt olarak da bulașabilmektedir. En sık cinsel yolla bulașmakta olup, serviks kanseri dıșındaki malignensilerde de gözlenmektedir. Günümüzde serviks kanseri için majör etken olarak kabul edilen HPV tanısı oldukça önemlidir. Serviks kanseri, “önlenebilir” bir kan- ser tipi olması sebebiyle diğer kanser türlerinden ayırt edilebilmek- tedir. Bu nedenle HPV ile ilișkili enfeksiyonlarda özellikle tarama, erken teșhis ve tedavi büyük öneme sahiptir.
|
E-1-((2-hydroxy-5-methylphenyl)diazenyl)naphthalene-2,7-diol’ün ve akrilat türevlerinin ve onların krom komplekslerinin farklı çözücüler, pH ve sıcaklıklardaki UV-VIS davranışları tespit edildi. Çözücü içinde boyalar azo ve hidroazo tautomeric dengede bulundu. Aynı zamanda o,o’-dihydroksi azo boyaları ve krom komplekleri Enterococcus faecalis, Staphylococcus aureus, Pseudomonas aeroginosa, Escherichia coli ve Candida albicans antimikrobiyal aktivite açısından test edildi. Boya I genellikle tüm mikroorganizmalar üzerine etkili iken, II, III ve IV’ cü bileşikler P. aeroginosa ve E. coli üzerine daha fazla etkilidir. Boya I hem bakteriler hem de mayalar üzerinde antimikrobiyal etkiye sahip olduğu için, tekstilde lif boyaması ve biyomedikal çalışmalar gibi çeşitli uygulamalarda kullanımı uygun bulunmuştur. Bu boya önemli ölçüde yeni antifungal ilaçların geliştirilmesine yol açabilir.
|
İnsan papillomavirus (HPV) enfeksiyonları, dünyada cinsel yolla bulaşan hastalıkların en önemlilerinden biridir. Bugün için, DNA dizisi kullanılarak tanımlanan 200’den fazla HPV tipi bulunmaktadır. HPV tipleri onkojenik potansiyellerine göre; yüksek riskli (tip 16, 18, 31, 33, 35, 39, 45 vb.), olası yüksek riskli (tip 26, 53, 66) ve düşük riskli (tip 6, 11, 40, 42, 43, 44, 54 vb.) tipler olarak gruplandırılmaktadır. Yüksek riskli HPV tipleri, günümüzde servikal intraepitelyal neoplazi ve serviks kanserinin temel etiyolojik faktörü olarak kabul edilmektedir. Papillomaviridae ailesinde yer alan HPV tipleri, çıplak, ikozahedral simetrili, yaklaşık 55 nm çapında viruslardır. Çift iplikli çembersel DNA’dan oluşan 8 kb büyüklüğündeki genom; virusun replikasyonunda ve hücre transformasyonunda rol oynayan erken proteinler (E1, E2, E4, E5, E6, E7) ile kapsid yapısını oluşturan geç proteinleri (L1, L2) kodlar. HPV DNA’sının konak hücre kromozomuna integrasyonu, virusun kalıcılığı ve karsinojenik etkileri için önem taşımaktadır. İntegrasyon genom boyunca rastgele meydana gelebilir ve bu durum virusun onkoproteinleri olan E6/E7 gen ürünlerinin ekspresyonunda artışa, dolayısıyla da onkogeneze yol açabilir. Ancak integrasyon olmadan da E6/E7 ekspresyon artışı gerçekleşebilmektedir. Servikal kanser hücrelerinin çoğunda HPV integrasyonu genellikle E2 gen bölgesinde kırılmaya neden olmakta ve bu durum E6 ve E7 onkogenlerinin ekspresyonunda artışa yol açmaktadır. Özellikle HPV-16 ve HPV-18 gibi yüksek riskli tiplerin E6 ve E7 proteinleri, sırasıyla p53 ve retinoblastoma proteini (pRb) gibi tümör baskılayıcı proteinler ile etkileşip onların fonksiyonlarını inhibe etmekte; böylece hücre çoğalmasının kontrolünü bozmakta ve hücrelerin ölümsüzleşmesine neden olmaktadır. E6 proteininin p53’e bağlanması hücrenin G1 fazında tutulmasına, apoptoz ve DNA tamirinin durdurulmasına yol açar. E7 proteini ise, pRb ve siklin-E gibi mitotik interaktif hücresel proteinler ile ilişkiye girerek, hücresel DNA sentezi ve hücre çoğalmasının uyarılmasında rol oynar. Son yıllarda tanımlanan ve sadece bazı papillomavirus tiplerinde (HPV 1, 11, 16, 31, 33) bulunan E3 ve E8 genleri de erken gen bölgesinde yer almaktadır. Bir füzyon proteini olan E8^E2C’nin, HPV DNA replikasyonunun negatif bir regülatörü olduğu ve viral kopya sayısını kontrol ederek HPV epizomlarının stabilitesini sağladığı düşünülmektedir. Bu derleme yazıda HPV’nin genom yapısı ve gen ürünlerinin fonksiyonları özetlenmektedir.
|