The aim of the study is to evaluate the strengthening of penetration of the epidermis through the formulas containing hydroquinone in melasma treatment and development of alternative new carrier systems. During preparation of hydroquinone loaded microemulsions, isopropyl myristate (IPM) as oil phase, Cremophor EL, Span 20, Span 80 and Tween 20 as surfactant, ethanol as co-surfactant, distilled water as aqueous phase were used. Furthermore, in vitro drug release studies were performed. As results of the study, it was measured that conductivity between 16 ± 2.51 and 42.1 ± 2.67, viscosity between 8.97 ± 0.082 and 51.76 ± 0.04, pH between 3.3 ± 0.436 and 5.7 ± 0.2 and refractive index between 1.4032 ± 0.0002 and 1.4299 ± 0.0002. Formulations showed that zeta potential between -0.461 ± 0.009 and 0.359 ± 0.223, PDI between 0.08 ± 0.02 and 0.196 ± 0.067, and droplet size between 24.27 ± 3.559 and 324.9 ± 16.8 nm. Moreover, in vitrodrug release studies showed that formulation M2 released 87.405 % of the drug at the end of the 24h. According to results of histopathological analysis, formulations were found convenient for the usage. According to results of ourstudy, hydroquinone loaded microemulsions can be seen as a promising alternative for the treatment of melasma disease.
|
Background/aim: In this study, the effects of resveratrol as a natural polyphenol compound, gemcitabine as an antimetabolite thathas nucleoside structure analogous to deoxycytidine, and para-aminophenol-derived paracetamol were investigated with single andcombined applications in monolayers of the MDAH-2774 human ovarian cancer cell line.Materials and methods: Drugs were evaluated in cell culture with respect to cell proliferation, cell cytotoxicity (trypan blue dyeexclusion test), synthesis phase of cell cycle, and cell structure in 24, 48, 72, and 96 h.Result: Resveratrol and gemcitabine diminished both cell proliferation and cell cycle synthesis phase indication in monolayer cellcultures (P < 0.05). All combination groups showed similar effects that were mainly more effective in respect to single usage of resveratroland gemcitabine in monolayer cell cultures.Conclusion: The effects of gemcitabine, resveratrol, and paracetamol were investigated in monolayers of the MDAH-2774 humanovarian cancer cell line and a decrease in cell number in cell cycle synthesis phase, prevention of cell proliferation, and destruction ofcell structure were observed.
|
Amaç: Prostat kanser hücre hattı (DU145) ve prostat normal epitel hücre hatları (RWPE) arasında anoikis mekanizmasını arttıracak veya inhibe edebilecek genlerin analizini yapmak ve kanser gelişiminde olası rolünü incelemek.Gereç ve Yöntem: İnsan prostat epitel hücre hattı (RWPE) ve prostat kanseri hücre hatları (DU-145) Amerikan Tip Kültür Koleksiyonu (ATCC)’den temin edildi. Hücre hatlarının çoğaltılmasında ve sürdürülmesinde RPMI 1640 (Biological Industries) besi ortamı kullanıldı. Transkriptom analizi için RNA izolasyonu yapılarak, kütüphane oluşturuldu, kütüphanenin kantitasyonunun ardından NextSeq500 (illumina) ile sekanslama yapıldı. Dizileme, haritalandırma, bağıl gen ifadeleri ölçümleri gibi biyoinformatik analizler Genomics Workbench v 8 (Qiagen) yazılımı kullanılarak GRCh38 referans sekansı ile yapılmıştır.Bulgular: RWPE Normal prostat epitel hücre kültürleri ile DU145 prostat kanser hücreleri karşılaştırıldığı zaman DU-145 prostat kanser hücre kültürlerinde, ZNF304, PYCARD ve Notch3 gen expresyonlarında anlamlı bir artış (p<0,05) görülürken, CXCR4, Pak3, SerpınB1 gen ekspresyonlarında anlamlı bir azalma (p<0,05) görülmüştür. Sonuç: DU145 prostat kanseri hücre hattında anoikis ile ilişkili önemli gen ekpresyonlarında artış ve azalma gözlemledik. Değişime bağlı olarak hücrelerin anoikisden kaçarak metastatik özellik kazanabileceğini düşündük.
|
Amaç: Bu çalışmamızda insan semen leptin düzeylerini ve semen parametreleri ile ilişkisinin incelenmesi amaçlanmıştır. Materyal ve Metod: YNormal ve oligoastenoteratospermik 30 hastalık gruplar oluşturuldu. Hastaların semen örneklerinde leptin ve DNA fragmantasyon düzeyleri incelendi, ayrıca sperm sayısını ve motilite oranlarını içeren semen parametreleri de- ğerlendirildi. Bulgular: İnfertil hastalarda sperm sayısı ve motilite oranları normal gruba göre anlamlı olarak azalmıştır: 6,40±4,29 (x106/ mL), % 38,63±14,92 (p<0,0001). DNA fragmantasyon oranları normal grupta % 21,00±8,23 olarak gözlenirken infertil erkeklerde % 38,43±14,23 oranıyla anlamlı olarak yüksek bulunmuş, semen leptin oraları ise normal grupta 347,58±111,13 ng/mL olarak gözlenirken, infertil grupta 267,63±56,36 ng/mL düzeyi ile anlamlı olarak azaldığı gözlenmiştir. İnfertil gruplar kendi içinde incelendiği zaman ise semen leptin düzeyi ile yaş, volüm, sperm sayısı ve motilitesi arasında istatistiksel olarak anlamlı olacak bir ilişki saptanmamıştır. Sonuç: Çalışmamızda, oligoastenoteratozoospermik erkek infertilitesinde serum leptin seviyelerinin azalmış olduğunu, ama sperm motilitesi ile anlamlı bir ilikinin bulunmadı gözlemlenmiştir. Leptinin semende tanısal bir kriter olarak kullanılabilmesi için daha geni kapsamlı çalışmaların yapılması gerektiği düşünülmektedir.
|
Farelerde oluşturduğumuz deneysel yara modellerinde, Prunus Spinosa L. metanollü meyve ekstresini kullanarak, bu ekstrenin yara iyileşmesindeki etkisini araştırdık. Otuz iki adet C57/Black fare ile 4 deney grubu oluşturuldu. Birinci grup kontrol grubu, 2. grup taşıyıcı (gliserin) grup, 3. grup Prunus spinosa, 4. grup ma- decassol grubu idi ve her bir grupta farelerin sırtında eksizyonel yara modeli oluşturularak Prunus Spinosa L. ve madecassol 10. gün boyunca uygulandı. Onuncu gün sonunda yara bölgeleri his- tolojik takip için alındı, yara dokuları hematoksilen-eosin ve im- munohistokimyasal (TGF-, COL1A1) boyalarla boyanarak, yara iyileşmesi için epidermal ve dermal rejenerasyon, granülasyon doku oluşumu, anjiogenezis (yeni damar oluşumu), immunohis- tokimyasal boyalarla yeni oluşan kollajen yapılanması ve TGF artışı değerlendirilerek skorlandı. Prunus spinosa L’nin yara do- kusunda iyileşme oranlarını, granülasyon dokusunu, epidermal rejenerasyonu ve anjiogenezisi artırarak gösterdiği yine immü- nohistokimyasal boyamalarda kollajen ve TGF oranlarında ista- tistiksel olarak anlamlı bir artışın olduğu gözlendi. Yine 4. günün ve 10. günün sonunda yara kontraksiyonunda ve yara yerinin reepitelizasyonunda ilaç ve madecassol grubunda kontrol gru- buna kıyasla anlamlı bir artış gözlenmiştir. Bulgularımız, Prunus spinosa L’nin yara iyileşmesini desteklediğini göstermiştir. Prunus spinosanın antiinflamatuvar, antioksidan ve antibakteriyel etki- si ile, kollajen sentezini artırarak ve inflamatuvar hücre sayısını azaltarak yara iyileşmesinin tedavisinde kullanılabileceğini dü- şündürdü.
|
ŞULE AYLA , Gülden TUNALI, Naciye KÖRKOCA, Beyhan SAĞLAM, Mehmet URAL, Kenan SOFUOĞLU, Bahar USLU, Tayfun KUTLU, Belgin DEVRANOĞLU,
ESRA ESİM BÜYÜKBAYRAK ,
SADIK ŞAHİN
Bu çalışmada tek ve şartlı iki embriyo transferi (ET) yönetmeliği sonrası Zeynep Kamil Kadın Hastalıkları ve Doğum Eğitim Araştırma Hastanesi Tüp Bebek ünitesinde in vitro fertilizasyon (IVF) yapılan hastalarda gebelik oranlarının belirlenmesi amaç- landı. Merkezimizde Mart 2010 ve Mart 2012 tarihleri arasında bir veya iki ET yapılan 1187 IVF siklus sonuçları retrospektif olarak değerlendirildi. Gebelik oranlarının tek embriyo transferi yapılan sikluslarda (n=891) %19,9, iki embriyo transferi yapılanla sikluslarda (n=250) ise % 30,4 olduğu gözlendi. Gebelik oranları iki embriyo transferi yapılan hastalarda tek embriyo transferine göre anlamlı derecede yüksek bulundu (p< 0,001).
|
Kök hücrelerin sağlıklı organizma ve hastalıklar üzerindeki rolü son yıllarda yapılan çalışmalarda önemli gelişmelere neden olmuştur. Kanser dokusunda, patogenezden sorumlu tutulan artmış büyüme potansiyeline sahip, uzun ömürlü hücre popülasyonu kanser kök hücreleri (KKH) olarak adlandırılırlar. KKHlerinin kemoterapiye dirençli, saldırgan ve tekrarlayan tümörlerden sorumlu olduğu düşünülmektedir. Klinik tıpta hücre biyolojisine dair bildirimler artmıştır, özellikle tümör metastazı ile gelişmelerde önemli bir rol oynamaktadır. Kanser kök hücreleri tümör metastazında önemli bir role sahip olabilir ve prognostik belirleyiciler anlaşıldığı takdirde gelecekte yapılacak çalışmalar kanserin tedavisi için KKHlerini hedef alan tedavilerin geliştirilmesine öncülük edecektir.
|
Amaç: MDAH-2774 insan over kanseri iki ve üç boyutlu hücre kültüründe farklı ilaç etkilerinin hücre proliferasyonu ve nitrik oksit sentaz değişiklikleri ile incelenmesidir. Yöntem: İki boyutlu kültürlerde ilaçların ayrı ayrı ve birlikte kullanımları 24, 48, 72 ve 96. saatlerde hücre çoğalması açısından, Üç boyutlu kültürlerde 24 ve 96. saatlerde uyarılabilir (indüklenebilir) nitrik oksit sentaz ve endotelial nitrik oksit sentaz aktivitesi açısından immünohistokimyasal yöntemle incelendi. Bulgular: Parasetamol, Gemsitabine ve Gemsitabine + Parasetamol ve Gemsitabine + Resveratrol kombinasyon gruplarında bu ilaçların kullanılması kontrole göre tüm saatlerde hücre sayısını anlamlı bir şekilde azalttı (p< 0,05). Yapılan immunohistokimyasal analizler Gemsitabine’in MDAH-2774 hücreleri ile tek başına veya ilaç kombinasyonu ile karşılaştırıldığında nitrik oksit sentaz ve endotelial nitrik oksit sentaz immunoreaktivitesinde artışa neden olduğunu göstermiştir. İmmunoreaktivite 96 saatte, 24 saate göre belirgin olarak artmıştır. Sonuç: İlaçların tek tek ve kombinasyon halinde kullanımı tüm saat dilimlerinde hücre proliferasyonunu azaltmış, nitrik oksit sentaz ve endotelial nitrik oksit sentaz aktivitesini artırmıştır.
|
Amaç: Notch sinyal iletisi, embriyonik ve postnatal gelişimde hücre kaderinin belirlenmesi ve kök hücre devamlılığının sağlanmasında rol oynar. Erişkinde bu etkilerin çeşitli nedenlerle aksamasıyla Notch, onkogen veya tümör baskılayıcı gen olarak etki eder. Notch I reseptörü, ligantları Delta 1 ve Jagged I hücre membranı ile bağlantılı olup embriyogenezis ve malign hastalıkların gelişim sürecinde etkilidir. Kanser Kök Hücreleri (KKH), pek çok özelliğiyle kök hücreye benzeyen tümör hücreleridir. Verapamil, KKH'de "Side Population" (SP) hücrelerini tamamen ortadan kaldırabilen bir Ca+2 kanal blokeridir. Verapamil uygulamalarının embriyonik gelişimde etki mekanizmalarının belirlenmesi, tedaviye dirençli KKH'nin yok edilmesi için yeni tedavi seçeneklerinin ortaya konmasında yol gösterici olabilir. Yöntem: Bu çalışmada, Verapamil'in sublethal dozlarının embriyogenezis sürecindeki etkileri fötal böbrekte inceleyerek Notch yolağmdaki olası değişimlerin gösterilmesi amaçlandı. Gebeliğin 9. gününden (E9) itibaren 2x10mg/kg/gün Verapamil uygulandıktan sonra (F.18) ve (E21) günlerde fötal böbrek dokuları incelendi. Kök hücreleri için c-kit reseptör tirozin kinaz (CD 117) ile Notch yolağında ise Notch I reseptörü, Delta 1 ve Jagged 1 immunohistokimyasal olarak değerlendirildi. Bulgular: Verapamilin böbrek embriyonik gelişim sürecinde Notch yolağındaki inhibitor etkisinin (E21)'de belirgin olarak arttığı, glomerüler ve tübüler alanlarda c-kit immunoreaktivitesinin azaldığı görüldü. Sonuç: Verapamilin embriyonik gelişim üzerindeki etkilerinin, KKH'nin yok edilmesi için yeni tedavi seçeneklerinin ortaya konmasında yol gösterici olabileceği düşünüldü.
|
Amaç: Çalışmada, doksorubisinin neden olduğu kardiyotoksisitedeki morfolojik değişiklikleri ve nikotinamidin koruyucu etkisini araştırılma amaçlanmıştır. Yöntem: Çalışmada 30 adet Wistar-Albino erkek sıçan, bir grup 6, diğer gruplar 8’er hayvandan oluşan 4 gruba ayrıldı. 1. gruba (kontrol) 7 gün serum fizyolojik; 2. gruba 7 gün 200 mg/kg/gün nikotinamid; 3. gruba tek doz 20 mg/kg/gün doksorubisin; 4. gruba 7 gün doksorubisin + nikotinamid kombinasyonu intraperitoneal olarak verildi. Deney sonunda, tüm deneklerin kalp örnekleri alınarak ışık ve elektron mikroskobu ile incelendi; dokudaki katalaz, glutatyon, glutatyon-S-tranferaz, glutatyon peroksidaz ve protein oksidasyon aktivitelerine bakıldı. Bulgular: Kontrol ve nikotinamid grubu deneklerde kalp dokusu normal yapıdaydı. Üçüncü grupta, iltihap hücre infiltrasyonu, miyokard liflerinde düzensizlik vardı. Dokuda katalaz (CAT), glutatyon (GSH), glutatyon-S-tranferaz (GST), glutatyon peroksidaz (GSH-Px) aktivitesi azalmış, protein oksidasyonu artmıştı. Doksorubisinle birlikte nikotinamid verilen grupta GSH-Px, CAT, GSH, GST’nin yükseldiği, histopatolojik olarak nikotinamidin kardiyomiyopatiyi önlediği gözlemlendi. Sonuç: Antioksidan olarak kullanılan nikotinamidin doksorubisin kardiyotoksisitesinin azalmasına yardımcı olduğu ve ileride yapılacak geniş kapsamlı çalışmalarla klinik uygulamalara katkıda bulunabileceğin düşünüldü.
|