Aim: To investigate whether the neutrophil lymphocyte ratio is a determining factor in the detection of complicated acute calculous cholecystitis.Material and Methods: The study was planned as retrospective and multi-centered. One hundred and twenty patients were divided into 3 groups equally. Group1; patients with symptomatic gall stones having undergone elective cholecystectomy. Group 2; patients having undergone cholecystectomy with acute cholecystitis.Group 3: patients having undergone cholecystectomy with acute complicated cholecystitis. Blood glucose, C-reactive protein, leukocyte, neutrophil, and lymphocyte ratio were recorded from the hospital records in the final laboratory parameters of patients before surgery. ROC nalysis, sensitivity, specificity, positive predictive value (PPV), negative predictive value (NPV), cut-off and AUC values for NLR were calculated.Results: There was a significant difference between the gangrenous cholecystitis group and other groups in terms of white blood cell count values (p = 0.002 and p <0.001).There was a significant difference between the gangrenous cholecystitis group and other groups in terms of CRP values (p <0.001).There was a difference between gangrenous cholecystitis group and normal cholecystectomy group according to the mean glucose values (p = 0.006)According to ROC analysis, sensitivity, specificity, cut-off and AUC values for NLR in terms of gangrenous cholecystitis and acute cholecystitis were,77.50%,67.5%,80.9%,73.8%,6.56 and 0.736, respectively. For gangrenous cholecystitis group and normal cholecystectomy group; these values were 85%, 77.5%, 94%, 87.9%, 4.43% and 0.878%, respectively.Conclusion: The increase in the acute cholecystitis N / L ratio appears to be a simple inflammatory marker that indicates that the condition has become complicated, that is easily detectable and does not add additional cost.
|
Aim: Aim of this study is to compare the effect of zinc oxide pomade, lidocaine pomade, hot water sitting bath and lateral internal sphincterotomy for treatment of chronic anal fissure in terms of healing and complications.Material and Methods: One hundred and forty five patients who were diagnosed with chronic anal fissure between May 2011 and September 2012 at our clinic were enrolled for this prospective randomized trial. All cases were randomized into four groups. Group 1: The patients would apply 15% of zinc oxide pomade twice a day after the 10 minutes of hot water sitting bath. Group 2: The patients would apply 5% of lidocaine pomade twice a day after the 10 minutes of hot water sitting bath. Group 3: The patients would make only 10 minutes of hot water sitting bath twice a day.Group 4: Lateral internal sphincterotomy was performed to the patients.Healing rates, recurrences,changes in symptoms after the treatment and complications were recorded.Results: There were not any difference within the groups in terms of age and gender. The healing in the Sphincterotomy group significantly much more when compared to the other groups at both the third and the sixth weeks(p<0,001).The other groups were similar with the each other(p>0,05).Conclusion: LIS is superior to zinc oxide, lidocaine or hot water applications. There was no difference between the non-operative treatments.
|
Objective: Incisional hernia is a significant problem after laparotomy, and there is still no consensus on an idealtreatment method. The aim of this study was to compare the results of onlay and sublay mesh repair techniques.Material and Methods: In this randomized prospective trial, 100 patients were divided into two groups: onlay andsublay groups. Recurrences were evaluated by performing a physical examination.Results: The median follow-up was 37.1 (26.6 to 46.5) months. In the onlay group, the mean operation time wassignificantly shorter. However, in terms of postoperative pain and wound complications, the sublay group had significantlybetter results. The recurrence rates were found to be similar in both groups (6% in the onlay group and2% in the sublay group).Conclusion: In the treatment of incisional hernia, sublay mesh repair is superior to onlay mesh repair in terms ofpostoperative pain and wound complications. Both techniques have similar recurrence rates.
|
Gastrointestinal yabancı cisimlerin çoğu gastrointestinal sisteme zarar vermeden spontan geçmektedir. Ancak olguların %10-20'sinde gastrointestinal trakta takılabilmektedir. Bunların çoğu da özofagusta görülmektedir. Çocuklarda daha çok metal para, pil gibi mad- deler sık görülürken erişkinlerde et, kemik gibi gıdalar daha sık görülmektedir. Erişkinlerde morbidite ve mortalite daha yüksektir. Kemik, protez gibi sivri kenarlı yabancı cisimler perforasyon riski nedeni ile özellik arz etmektedir. Keskin sivri yabancı cisimlerde tedavi planlaması önemlidir. Bu yazıda özofagus girişinde sıkışmış ve ancak cerrahi tedavi ile çıkarılabilmiş dev kemik parçası olgusu sunulmuştur.
|
Amaç: Cerrahların asistanlığı süresince endoskopi eğitimi almış olmasının, endoskopik tanı üzerine etkisini değerlendirmeyi amaçladık. Gereç ve Yöntem: Cerrahi Endoskopi Ünitesin de 2009-2011 tarihleri arasında endoskopi yapılan hastalara ait dosyalar retrospektif olarak incelendi. Endoskopistler asistanlığı süresince endoskopi eğitimi alanlar (Grup I) ve almayanlar (Grup II) olarak ayırıldı. Endoskopik tanıyı doğrulama yöntemi olarak biyopsi sonucu kabul edildi. Endoskopi sonuçları ile biyopsi sonuçları karşılaştırılarak endoskopistin tanı koymadaki tutarlılığı hesaplandı. Bulgular: Üç yıllık süre içinde 9055 hastaya endoskopi işlemi yapılmış, 1285 (%14) hastadan biyopsi alınmıştı. Hastaların yaş ortalaması 54 (15-94) idi. 15 genel cerrahi uzmanından 8 tanesi grup I de, 7 taneside grup II de idi. Grup I ve Grup II endoskopistlerin tanıları ile alınan biyopsi sonuçları karşılaştırıldı. Üst GİS endoskopi işleminde grup I endoskopistler %79 tutarlılık gösterirken grup II endoskopistler %72 tutarlılık göstermiş olup fark anlamlı idi (P=0.035). Alt GİS endoskopi işleminde ise Grup I %79 tutarlılık gösterirken Grup II %80 tutarlılık göstermiş olup fark anlamlı değil idi (P=0.709). Tartışma: Endoskopi yapan cerrahların asistanlığı süresince endoskopi eğitimi alarak yetişmeleri üst GİS lezyonlarını doğru tanıma üzerine olumlu katkı sağlamıştır.
|
Amaç: Çalışmamızda hemşire tecrübesinin laparoskopik kolesistektomi ameliyatının süresi üzerine etkisini belirlemeyi amaçladık. Gereç ve Yöntem: Konya Eğitim ve Araştırma Hastanesi genel cerrahi ameliyathanesinde, on yıldan daha fazla laparoskopik ameliyat tecrübesi olan, bir genel cerrahi uzmanının, Ocak 2010-2013 tarihleri arasında yaptığı laparoskopik kolesistektomi vakalarının dosyaları geriye dönük olarak tarandı. Ultrasonografide safra kesesinde taş ve/veya polipi olduğu için ameliyat edilen hastalar çalışmaya alındı. Hastaların yaş, cins, safra kesesi patolojisi, ASA skoru, ameliyatı asiste eden hemşire ve ameliyat süresine ait bilgiler elde edildi. Ameliyatı asiste eden hemşireler, laparoskopik ameliyat tecrübesi 10 yıldan fazla olan tecrübeli dört hemşire (grup 1), 5 yıldan az tecrübesi olan dört hemşire (grup 2) olarak iki gruba ayrıldı. Veriler Excel ortamında kaydedildi, istatistiki hesaplama için SPSS 18.0 programı kullanıldı. P<0.05 anlamlı kabul edildi. Bulgular: Çalışmamıza dahil edilen 197 hastanın 38(%19) i erkek, 159(%81) u kadın, 17(%9) si 65 yaş üstünde, 180(%91) i altında olup, yaş ortalaması 46,7±13,8 idi. Tecrübeli hemşireler 104(%53) ameliyatı, az tecrübeli hemşireler 93(%47) ameliyatı asiste etmişlerdi. Tüm ameliyatlar için ortalama ameliyat süresi 63,2±20,1 dakika idi. Bu süre tecrübeli hemşire grubunda 51,5±9,0 dakika, az tecrübeli hemşire grubunda 73,0±5,6 dakika olarak tespit edildi. Aradaki fark anlamlı (P<0.05) idi. ASA kriterleri ve hasta yaşının ameliyat süresi üzerine etkisi olmakla birlikte aradaki fark (P>0.05) anlamlı değildi. Tartışma: Laparoskopik kolesistektomide ameliyat hemşiresinin tecrübeli olması ameliyat süresini kısaltmaktadır.
|
Amaç: Mide ameliyatı geçirmiş hastaların anastomoz hattından alınan bi- yopsilerin histopatolojik inceleme sonuçlarını malignite açısından değerlen- dirmeyi amaçladık. Gereç ve Yöntem: Ocak 2009 ile Aralık 2011 tarihleri ara- sında Konya Eğitim ve Araştırma Hastanesi Genel Cerrahi Endoskopi Ünite- sinde üst gastrointestinal sistem (GİS) endoskopisi yapılan hastalardan mide ameliyatı geçirmiş 23 hastanın endoskopik bulguları ve anastomoz hattından alınan biyopsi kayıtları, Helicobacter pylori varlığı, intestinal metaplazi (İM), displazi ve kanser açısından geriye dönük olarak incelendi. Bulgular: Hastaların yaş ortalaması 63 (30-82) olup 17si (%74) erkek, 6sı (%26) kadındı. Bunların 15i (%65) malign nedenle, 8i (%35) benign nedenle mide ameliyatı geçirmişti. Ameliyattan sonra geçen süre ortalama 46 (12-144) ay idi. Ameliyatların 17si (%74) Billroth II, 3ü (%13) rezeksiyonsuz gastroenterestomi, 2si (%9) total gastrektomi, 1i (%4) Billroth I idi. Endoskopik değerlendirmede 14 (%61) hastada alkalen reflü gastrit, 6 (%26) hastada anastomoz ülseri, 2 (%9) hastada polip, 1 (%4) hastada kanser tanımlandı. Biyopsi sonuçlarının histopatolojik incelenmesinde 5 (%22) reaktif hiperplazik değişiklikler, 5 (%22) kronik aktif gastrit, 5 (%22) displazi, 3 (%13) İM, 2 (%9) kanser tespit edildi. Tartışma: Mide ameliyatlı hastalarda, ameliyattan sonra geçen süreyle paralel olarak anastomoz hattında İM ve ardından displazi görülmektedir. Endoskopi ile takip, displazi evresinde teşhisi ve uygun tedaviyi mümkün kılacaktır.
|
Amaç: Hidatik hastalık, sıklıkla Echinococcus granulosus larvalarının sebep olduğu parazitik bir hastalıktır. Bu çalışmada hidatik kistin atipik lokalizasyonu ile seroloji ve kistin büyüme hızı arasındaki ilişkinin araştırılması amaçlanmıştır. Yöntemler: Aralık 2004 ile Mayıs 2012 tarihleri arasında hastanemizde hidatik kist nedeni ile tedavi edilmiş olan tüm hastalar hastanemiz veri tabanından retrospektif olarak tarandı. Hidatik kistin karaciğer ve akciğer dışı yerleşimi atipik lokalizasyon olarak kabul edildi. Bulgular: Bu tarihler arasında hastanemizde hidatik kist nedeni ile 325 hasta tedavi edilmiş idi. En yaygın yerleşim yerleri karaciğer (%72,8) ve akciğerler (%21) idi. Karaciğer ve akciğer dışı yerleşim (atipik lokalizasyonlu hidatik kist) ise %6,4 (n=21) idi. Atipik lokalizasyonlu hidatik kist en sık dalakta (%2,4) gözlenmiştir. Primer kas içi hidatik kist olan 3 olguda, primer subkutan hidatik kisti olan 2 olguda seroloji negatiftir. Sonuç: Hidatik kist ile konakçı savunma sistemi arasındaki ilişki seroloji pozitifliğini ve kist büyüme hızını belirleyen ana unsurdur. Hidatik kist kas dokusu, subkutan doku gibi hücresel immünitenin daha zayıf olduğu dokularda serolojinin negatif olması ve daha hızlı büyüme eğilimindedir. Atipik lokalizasyonlu hidatik kistler için hematojen yol patogenezi izah etmek için yetersiz olup, bu olgularda lenfatik yayılımda söz konusu olabilir. (Turkiye Parazitol Derg 2013; 37: 257-61)
|
Chilaiditi sendromu kolonun hepatik fleksurasının veya ince bağırsak anslarının aralıklı veya sürekli olarak karaciğer ile diafragma arasına girmesi sonucu oluşan bir tablodur. Bu sendrom sıklıkla asemptomatik olup tanı genellikle radyolojik olarak konulur ve Chilaiditi işareti olarak adlandırılır. Ancak bu duruma bağlı olarak bulantı, kusma, karın ağrısı, gaz distansiyonu, aralıklı intesti- nal obstrüksiyon, solunum sıkıntısı ve benzeri şikayetler meydana gelebilir ve semptomatik olduğunda Chilaiditi sendromu olarak tanımlanır. Ender rastlanan ve tedavisi semptomatik olan bu sendrom bugüne kadar birçok hastalık ile ilişkilendirilmiştir. Bu çalışmada Chilaiditi sendromunun sıklığı ve etyolojide rol alan faktörlerin tespit edilmesi amaçlanmıştır. Hastanemiz radyoloji ünitesinde 1 yıl içinde çekilen tüm karın tomografileri retrospektif olarak tarandı. Chilaiditi bulgusu olan hastaların dosyaları retrospektif olarak incelendi, demografik ve klinik bulguları kaydedildi. Çekilen 3520 karın tomografisinde 18 Chilaiditi işareti tespit edildi ve hastalar retrospektif olarak analiz edildi. 2 hasta semptomatik olup (Chilaiditi sendromu) kalanlar asemptomatik idi. Yaş ortalaması 69,3 olup olguların biri hariç tümümde yandaş kronik bir hastalık mevcut idi. Chilaiditi işareti tespit edilen hastaların 3ü kadın olup kalan 15 olgu erkek idi. 3520 karın tomografisinde Chilaiditi bulgusu 18 olgu olup görülme oranı % 0,19 olarak hesaplanmıştır. 2 olgu Chilaiditi sendromu olup tüm Chilaiditi bulgularının ancak % 11inin Chilaiditi sendromu olduğu tespit edilmiştir. Bu çalışmanın sonucu olarak literatür bilgileri eşliğinde Chilaiditi işareti ve Chilaiditi sendromu için en önemli etyolojik faktörün ileri yaş, erkek cinsiyet ve kronik yandaş hastalıkların olduğu söylenebilir. Radyolojik olarak da olsa Chilaiditi işareti tespit edildiğinde gastrointestinal traktus gözden geçirilmeli, pneumoperitoneum ve diğer karışabileceği durumlar ile ayırıcı tanısı yapılmalıdır.
|
Amaç: Son yıllarda karın travmalarında nonoperatif tedavi ön plana çıkmıştır. Özellikle künt karın travmalarında nonoperatif tedavi yaygın kabul görmektedir. Bu yazıda tüm karın travmalarında (künt-penetran) nonoperatif tedavinin etkinliği tartışılmıştır. Gereç ve Yöntemler: Kliniğimizde Kasım 2008 ile Ocak 2013 tarihleri arasında karın travması nedeni ile takip ve tedavi edilen tüm hastalar retrospektif olarak incelenmiştir. Hastaların demografik özellikleri, yaralanma tipi, yaralanan organ, tedavi şekli (operatif-nonoperatif) ve mortalite araştırılmıştır. Nonoperatif tedavinin etkinliğinin yüzde olarak verilmesi planlanmıştır. Bulgular: Kliniğimizde 115 hasta karın travması nedeni ile tedavi edilmiştir. Bu hastaların %60'ı (n=69) kesici delici alet yaralanması, %23,5'i (n=27) künt batın travması ve kalan %16,5'i (n=19) ise ateşli silah yaralanması idi. Hastaların %36,5'i (n=42) hastaneye kabullerinde hemodinamik instabilite ve/veya peritonit bulguları nedeni ile opere edildi. Kalan %63,5 hasta (n=73) nonoperatif olarak tedaviye alındı. Bu hastaların 10'una takipte laparotomi gerekti. Kalan 63 hasta nonoperatif tedavi ile takip edilmiştir. Nonoperatif tedavinin başarı oranı %86,3 olup yaralanma tipi ile tedavi başarısı arasında anlamlı farklılık tespit edilmemiştir. Toplam 5 hastada (%4,3) mortalite görüldü ancak nonoperatif tedaviye alınan hiçbir hastada mortalite gözlenmedi. Tüm hastalar değerlendirildiğinde hastaların %54,2'si (n=63) nonoperatif olarak tedavi edilmiştir. Sonuç: Karın travmalarında nonoperatif tedavi etkili ve güvenlidir. Klinik ve muayene bulguları stabil olan hastalar yakın klinik takip ile nonoperatif olarak tedavi edilebilir
|