Bu çalışmanın amacı, George R. R. Martin’in eserinden televizyon dizisi olarak uyarlananTaht Oyunları (Game of Thrones, 2011-2019) dizisindeki hanelerin iktidarı ele geçirme ya da onu korumak için hegemonik ideolojilerinin nasıl bir söylem ile ortaya konulduğunubelirlemeye çalışmaktır. Belirli türde kültürel ürünler salt bir eğlencelik ve boş zaman etkinliği gibi görünebilse de bu eserlerde görünür/görünmez pek çok ideoloji ve söylem izleyicilere çeşitli türde mesajları empoze etmekte, doğruluğu sorgulanması gereken algı biçimleri oluşturmaktadır. Dizi klasik anlatı geleneğinin katharsis sağlayıcı anlatı stratejisinden kısmen uzak durmuştur. Böylece “iyi” olan doğal bir şekilde zafer elde etmemektedir. Bu bağlamda dizi sunduğu alternatif evrende her şeyin “doğallık” içinde gerçekleşmiş olduğu hissini oluşturmaya çalışmakta, yarattığı gerçeklik etkisinin gündelik yaşamda karşılık bulduğu izlenimi oluşturmaktadır.Araştırmada olumlu ve olumsuz anlamlarıyla “ideoloji”, A. Gramsci’nin “hegemonya” ve Foucaultyan “söylem” kavramları dizideki güç odaklarının söylemlerinin yapılandığı art alanı çözümlemek için kuramsal çerçeve olarak kabul edilmiştir. Çalışmada niteliksel söylem analizi ve L. Giannetti’nin ideolojik film analiz yöntemi kullanılmıştır. Dizide sona doğru, dizide sunulan dünyanın değiştirilmesinde “devrimci” itkilerin büyük ölçüde gerilediğini, daha kapalı, yarı demokratik-monarşik, seçkinci, panoptik izlemeye haiz bir yönetimin daha rasyonel ve çağcıl bulunduğunu söylemek mümkündür. Hegemonik söylem “aşırı” olarak nitelendirilebilecek politik ve dini akımların başarısız olacağı bir yapıyla sunulmaktadır.
|
Bilimkurgu sinemasında öne çıkan konulardan biri işgalci bir varlık tarafından toplumdaki bireylerin benliğini ve kimliğini yok etmeye dönük çabaları görünür kılan “istila” filmleridir. İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra yoğunluk kazanan bu filmler, çeşitli ideolojik korkulardan kaynak bularak dünya dışından gelen yıkıcı ve tehditkâr beden istilalarını öne çıkarmaktadır. “Beden kıyameti” türü olarak ifade edilebilecek bu türde filmler, kişinin kendi benlik ve kimliğini kurması kadar ötekiyi imgeleme anlamında önemli bir referans sağlamaktadır.
Bu çalışmada bu türden beden kıyameti motifi Andrew Niccol’ün yönettiği Göçebe (The Host, 2013) filmi üzerinden incelenecektir. Filmde “ben” ve “öteki” dikotomisinden yola çıkıldığı varsayımından hareket eden çalışmada, sosyal bilimlerde öne çıkan yaklaşımlardan “atomculuk” (atomism) “bütüncülük” (holism) eleştirel bir perpsektifle film üzerinden ele alınmış, Brian Fay’ın ortaya koyduğu “etkileşimcilik” (interactionism) ve “angajman” (engagement) yaklaşımlarının ortaya koyduğu öteki ile diyalektik bir etkileşimin olanakları film anlatısı ve imgeler üzerinden sorgulanmıştır. Film aynı bedende yaşayan biri işgalci ötekisi insan iki “ruhun” savaşının getirdiği kimlik ve benlik kargaşası, her iki dünyada da ötekileştirme gibi olguları ortaya koysa da, ütopyayı “eğlenceli” olmadığı için yadsımakta, ötekiyi antromorfik bir düzlemde hareket ettiği ölçüde “taraf değiştirdiği” zaman kabullenmektedir. Bu bağlamda öteki olmak ve farklılaşmak temelde bir bastırma süreciyle ilintilendirilmektedir.
|
Fetişizm bir kişinin cansız nesneler ya da geleneksel olarak seksüel bir arzunun nesnesi görülmeyen çeşitli beden parçalarına dönük haz elde etme amacıyla duyduğu ilgiden kaynaklanan bir sorundur. Her insana cinsel açıdan çekici gelen uzuvlar ve nesneler olabilir. Fetişist kişi ise cinsel haz için mutlaka fetiş nesneye ya da vücudun belirli bölümüne ihtiyaç duymaktadır ve dikizcilik gibi farklı türden rahatsızlıklarla birleştiğinde kişinin ve çevresindekilerin yaşamını etkileyecek bir sapma olarak anlam kazanmaktadır.Bu çalışmada son dönem Türk sinemasında fetişizm olgusunun önemli biçimde kendini gösterdiği bir eser olan Onur Ünlü’nün Aşkın Gören Gözlere İhtiyacı Yok (2017) filmi incelenmiştir. Eser psikanalitik ve feminist film teorileri ve yöntemleriyle, fetişizm kavramı merkeze alınarak çözümlenmiştir. Sonuç olarak filmde erkek kahraman kendi içsel dünyasında ve hayatında denge kuramamaktadır. Onun iktidarını cinsel haz kaynağı olarak gördüğü fetiş nesne ve beden organları yoluyla engelli/savunmasız kadınlar üzerinde tahsis etmeye çalıştığı gözlenmiştir. Bu türden fetişist nesne yatırımları ile giderek sanrılarla bozulan gerçeklik algısının genel olarak aşınmaya yüz tutan eril iktidarın süreksizleşen yapısıyla ilişkili bir fenomen olduğu görülmektedir.
|
Myths include positive and negative elements, which the concept of modern social life is referred to, even though they seem to be the phenomena of ancient times. With its positive meaning, though it is a type of narrative which handles extraordinary subjects that happen to extraordinary people, the potential of this narrative to create a specific mystification leads myths to be interpreted as a carrier of “false consciousness”. Film texts are also a tool that constantly enables this double meaning and the element to the audiences.The relationship between mythography and cinema are analyzed within a specific film text in this study. Profound Desires of the Gods (Kamigami no fukaki yokubô), which was directed by Shohei Imamura and released in 1968, explicitly addresses to the Japanese creation myth. While the incidents experienced by the Futori family due to various crimes and the violations of taboos are handled in the forefront, concerns and fears about Japanese modernization are mentioned in the background. In this context, qualitative, structuralist mythographic analysis is made about this film in terms of the concepts of myth, taboo, violation, and modernization. In this film, which is analyzed under the conceptual opposites and titles such as nature/culture, taboo/violation, civilized/uncivilized, traditional/modern with the method of binary oppositions explained by Levi-Strauss, it is seen that the Japanese creation myth is tried to be revived, and the longing to traditional Japan against modern one emerge as a prominent discourse.
|
Göç olgusu Dünya gezegeni üzerindeki insan hareketlerini nitelendirse de artan nüfusun gereksinimlerini karşılayacak kaynakların kıtlığı, küresel ısınma, biyolojik felaketler olasılığı, dünya dışı yaşamlarla karşılaşma ve yapay zekâya dönük endişeler göçsüreçlerini daha evrensel düzeyde, yakın geleceği gözeten boyutta değerlendirmeyigerekli kılmaktadır. Yirminci yüzyılın başından itibaren galaktik boyutta göçe imkânverecek olan nesil yıldız gemileri (generation starship) düşünülmeye başlanmış ve butür bir yolculukta hangi sorunların yaşanabileceği gündeme taşınmıştır. Bu yolculuğunilk örneklerini ise bilimkurgu sinemasında görmek mümkündür.Bu çalışmada insanlığın başka bir gezegene yolculuğunu ve kolonileştirmeyi başlangıçta bir istençli göç, sonrasında ise zorunlu bir mültecilik olarak ele alan Pandorum(Christian Alvart, 2009) filmi, nitel yaklaşımla tematik ve betimsel anlatı analizine tabiitutulmuştur. Analize kavramsal arka plan sağlaması açısından göç, bilimkurgu ve nesilyıldız gemileri, beden sosyolojisi, benlik, kimlik ve öteki kavramları tanımlanmıştır. Filmin insanlığın galaktik boyuttaki göçünü nasıl ele aldığı, bu göçün mültecilerin insanlığını nasıl etkilediği, göçün uygarlık değerlerinin nasıl aşındırabileceği ve ne türden tehlikeler içerdiği, J.D. Bernal’in literatürdeki öncü çalışmasının metaforik başlıkları olan“dünya”, “beden” ve “şeytan” kavramları etrafında, anlatı analiziyle ortaya konmuştur.
|
Sinema filmleri anlatı yoluyla temelde filmdeki kişilerin/karakterlerin ruhsaldurumlarını betimleme amacını gütmektedir. Böylece seyirci karakterlerin psikolojik durumları ile yakın temas etmekte, onların yaşam dünyasına katılmaktadır. Bu yönüyle filmler psikolojik olarak karakterlerin değişiminin net olarakanaliz edilebileceği /incelenebileceği metinlerdir. Türk sineması travma ve yasçalışmaları kapsamında çok irdelenmemiştir. Belirli türde bir kayıp ve bu kayıpile yüzleşme biçimi olarak travma ve yas kavramı hem modern toplumsal yaşamın deneyimlenmesi, hem de aile gibi daha özel alanlarda karakterlerin acıverici deneyimlerle nasıl başa çıktığını anlama imkanı sunmaktadır. Bu çalışmada Tolga Karaçelik’in 2018 yapımı Kelebekler filmi travma ve yas kavramlarıtemelinde betimsel niteliksel film analizi yöntemi ile açıklanacaktır. Yönetmenfilmde travmanın karakterlerin hayatlarını kesintiye uğratması, yaşam alanlarını ve aile/sosyal ilişkilerini sınırlaması gibi birçok olumsuzluk betimlemektedir.Sonuç olarak filmde üç kardeş anne ve babalarının kaybıyla yüzleşme, bu yüzleşme üzerinden birbirleriyle daha yakın ve samimi ilişkiler kurma olanağınakavuşarak belirli bir iyileşme olasılığı yaratarak, yas tutarak ve geçmişlerindekitravmayı atlatarak yeni bir yaşama doğru adım atma şansı bulmuşlardır.
|
Sinema araştırmalarında önemli bir yer edinmeye başlayan bellek ve onunlailişkili olarak anımsama ve unutuş fenomenleri, birey ve toplumun kendilerinive tarihlerini anlamlandırmalarında anahtar öneme sahiptir. Nostalji kavramı,1688 yılında Johannes Hofer tarafından, memleketlerine dönük sıla hasreti çeken askerlerin bir hastalığı olarak tanımlanmıştır. Sonraki yıllarda ise yaşanılanzaman-uzamdan bir ayrılığı, uzaklaşmayı tanımlayan daha geniş bir kavram olarak kullanılmaya başlamıştır. Yaşanılan çağa karşı bir rahatsızlıktan ve korkudan beslenen nostalji, geçmişin metalaşması olarak anlam kazanmaya başlamış,sanat ve gündelik yaşamda önemli biçimde yer bulmuştur. Bu çalışmada, çağdaşRus sinemasında önemli bir yere sahip yönetmen Andrey Tarkovsky tarafından1983 yılında çekilen Nostalghia filmi incelenmiştir. Filmdeki ana karakterler olanAndrei, Eugenie, Domenico ve Andrei’nin dolayımıyla Sosnovky karakterlerianımsama, unutma, bellek ve bunlarla ilişkili biçimde nostalji kavramının imlediği zaman-uzam çerçevesinde nitel yaklaşımla betimsel içerik analizine tabitutulmuştur. Bu yolla nostaljik imgelemenin idealleştirilmiş bir çağa yönelerekve tarihi tersine çevirerek hem bireysel hem de toplumsal sorunlara bir çözümsunmaya çalıştığı görülmüştür.
|
Bu çalışmada Denis Villeneuve tarafından yönetilen Blade Runner 2049 (2017), Kartezyen felsefenin ortaya koyduğu metotlu kuşku, özne, bilinç ve insan felsefesi bağlamında ele alınmış, filmin ortaya koyduğu arayış, bu arayışa yönelik tutum, öne çıkarılan tez ve felsefi çerçeve katmanları belirlenmeye çalışılmıştır. Kartezyen felsefe tüm kuşkulardan arınmaya dönük yöntemli kuşkuculuk perspektifi sunmaktadır. Böylece kendisinden kuşku duyulamaz bir ruh, özne inşa edilir ve maddi dünya öznenin Tanrı ile kurduğu özgül ilişki dolayımıyla tasarımlanır. Bu durumda şu türden bir problem ortaya çıkmaktadır. Özne kendini ve diğerlerini nasıl tanır, tanımlar? Ötekiyi otomat ya da android olarak değil, “insan” olarak tanımlananın özgül sınırı nasıl çizilir? Eserde ortaya çıktığı biçimiyle, insani özü empati yeteneğiyle tespit eden infazcı android K., giderek kendi düğüm noktasını yitiren, kuşkulanan bir özneyi inceleme fırsatı sunmaktadır. Bu öznenin yaratılar ve yaratıcı ile kurduğu ilişki, bununla temellenen kimlik ve benliğin inşa edildiği yeni alan, kuşkuyu melankolik bir birey tipinin temellendirilmesinde en önemli unsur olarak göstermektedir. Filmdeki genel arayış ben ve öteki arasında eşitlikçi bir ilişki kurulup kurulamayacağı ve cevap kurulması gerektiği yönündedir. Film bu cevabı olumlayıcı bir tutuma sahiptir. Filmin tezi arayış, kuşku, merhamet ve acı, benliğin inşa edilmesinde temel bir unsur olduğu yönündedir. Distopik, kolonyalist ve otoriter bir yönetimsel çerçeve sunulmaktadır. Eserde paranoid ve şizofren bir kuşkunun ve doğal empati yeteneğinin kimliğin inşa edilmesinde önemli bir temellendirme sunduğu görülmüştür.
|